Bu iki konu birbirine hiç karıştırılmamalı

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Gazze’deki olaylar, özellikle Netanyahu’nun komut yağdırdığı İsrail Ordusu’nun intikam bahanesiyle kıyı şeridini Filistinlilerden arındırma girişimi, dünyada İsrail aleyhtarı tavırların artmasıyla sonuçlanıyor. İsrail lehinde tercihlerin gerek hükümet katında gerek toplumda yaygın olduğu ülkelerde bile Netanyahu hükümetinin ne yapmak istediği sorgulanmaya başlanmıştır. Kamala Harris’in Amerikan Kongresi’nin ortak oturumunu yönetmekten uzak durması, Netanyahu ile özel görüşmesinin ise eleştiri yüklü olması buna bir örnek teşkil edebilir. Israil başbakanı uluslarası alanda yalnızlığa doğru itilmektedir. Ülke içinde de popülaritesi zayıflamaktadır. Olayların başlangıcında kendisini destekleyen çoğu İsrailli bile izlediği siyasetin İsrail’i nereye sürüklediğini merak eder olmuşlardır. Netanyahu muhtemelen bir noktada yaptıklarını durdurmak, görevden ayrılmak mecburiyetinde kalacaktır. Ardından kurulacak hükümet “Filistin Sorununa”  anlamlı bir çözüm bulmaya çalışacaktır. 

Hem dünyada hem de Filistinlilere karşı kardeşlik duygularının beslendiği Arap ülkelerinde çatışmaların daha kapsamlı bir savaşa tırmanması istenmemektedir. Netanyahu olayların daha kapsamlı bir mücadeleye dönüşmesini isteyebilir. Ne de olsa böyle bir durumda başta Amerika olmak üzere çoğu Batı ülkesi  İsrail’in varlıksal bir tehditle karşı karşıya kaldığını bildirerek yardımına koşmak zorunda olduklarını ileri süreceklerdir. Buna karşılık, çoğu Arap rejimi, anlaşılabilir nedenlerle çatışmanın yayılmasına karşıdır. Birçok ülkede rejimler sevilmemekte, hükümetler enerjilerini görevlerini korumaya tahsis etmektedir.  Ayrıca çoğu ülkede fakirlik hüküm sürmekte, savaşa ayrılacak fazla kaynak bulunmamaktadır. Ülkelerden çoğunun savaş için yeterli araç ve gerece sahip olduğu da tartışmalıdır. Daha genel bir gözlemde bulunacak olursak, Arap veya İslam Dünyası gibi birlikte hareket etme kabiliyetine sahip olduğu hayal edilen camialar  gerçekte yoktur. Bu hayali camialar her biri etnik veya dini ortaklık dışında bir sürü değişkenin belirlediği farklı ulusal öncelikleri olan ülkelerden oluşmaktadır. 

Türkiye, Gazze çatışmalarının başladığı andan itibaren, bir süredir ilişkilerinin olumlu yönde ilerliyor olmasına rağmen, İsrail aleyhtarı sert bir siyaset izlemiştir. İlginçtir ki, çoğu Türk vatandaşı, aynı biçimde karşılık bulmadığı aşikar olmasına rağmen, Filistinlilerin sıkıntılarına yakınlık duymaktadır. Bu bakımdan, Türk hükümetinin İsrail karşıtı bir çizgi izlemesi anlaşılabilir. Ancak hükümetin Filistin sorununu ülkenin bir numaralı sorunu seviyesine yükseltmesinin, dikkatleri vatandaşların çektiği iktisadi sıkıntılardan uzaklaştırmayı amaçlamasından kaynaklanması muhtemeldir. Aslında iç desteği zayıflayan hükümetlerin dış siyaset alanına dönmeleri ve kamuoyunun destekleyeceği konular arayıp bulmaları sık görülen bir davranıştır. Ancak böyle bir girişimin çok itinalı yürütülmezse, bir ülke pahalı ve karmaşık süreçlere sürüklebilir.  

Neler yapabileceğini araştıran Türk hükümeti, önce Amerikan Kongresi’ni taklit ederek bir Filistin liderini Büyük Millet Meclisinde konuşturmayı denedi. Aslında Amerikan Kongresi kendisini Netanyahu’nun dalkavuğu durumuna düşürdüğünden, benzer bir girişime kalkışmanın ne kadar akıllıca olduğu tartışılabilir. Tecrübeli bir siyaset adamı olan Abbas cevap vermekte acele etmeyince, bazı siyasetçiler merhum Haniye’nin davet edilmesini istediler. Her ne kadar Türkiye öyle düşünmese de, birçok ülke Hamas’ı bir terör örgütü olarak kabul ediyor.  Sürekli olarak dost ve müttefiklerinin Türkiye aleyhtarı terör örgütlerine dostça yaklaşmamasını isteyen bir ülkenin, başka ülkelerin terörist diye tanımladığı örgütlerin yetkililerine davetiye çıkarırken dikkatli olması, bu tür davetlere her zaman karşılık verilebileceğini unutmaması gerekmektedir. 

Derken, Cumhurbaşkanının İsrail’e karşı savaş açabileceğine ilişkin demeci geldi. Askeri kabiliyetler ve bunların kullanımı konularında pek az bilgi sahibi olanlar bile, bu fikrin gerçekleşmesinin neredeyse olanaksız olduğunu, ülkeye katlanamayacağı maliyetler yükleyeceğini ve muhtemelen başarısızlıkla sonuçlanacağını söyleyeceklerdir. İnandırıcılığını güçlendirmek için, Cumhurbaşkanı Libya ve Azerbaycan’da Türk kuvvetlerinin mücadeleye ansızın katıldığını açıklayarak, savaşın akışını değiştirdiklerini ima etti. Azerbaycan ise kibar bir şekilde kısa süre önce Ermenistan’la yaptığı savaşa başka herhangi bir ülkenin askeri gücünün katılmadığını açıklamak mecburiyetinde kaldı. Cumhurbaşkanı iyi düşünülmeden söylenen sözlerle muhtemelen ülke içine seslenmekteydi. Maalesef, ülke dışındaki bazı aktörler bu beyanı ciddiye alırken diğer bazıları da ciddiye almış gibi görünerek Türkiye’ye saldırmaya yöneldiler. Evet, hükümetler dış siyaseti de iç siyasette kullanabilecekleri bir kaynak olarak görebilirler, ama bu yol tehlikelidir. Bazen hükümetler söylediklerinin esiri durumuna bile düşebilirler. En güvenilir yol, iç ve dış siyaseti birbirine hiç karıştırmamaktır. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar