Çin ekonomisi nereye gidiyor?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

✔ Bu sene Çin ile ilgili büyüme tahminleri de dalgalanmalar gösterdi. Sene başında tahminler 5 civarındayken, kovid kısıtlamalarının tamamen kaldırılması beklentileri yüzde 6 seviyesine çıkardı. Ancak, yeterli canlanma olmadığı (ve de olamayacağı) anlaşılınca tahminler yüzde 5’in altına doğru gerilemeye başladı.

Çin ekonomisiyle ilgili bir aydır Batı basınında önemli yazılar yayınlanıyor. Bu yazıların hemen tamamı olumsuz olarak nitelendirilebilir. Bazıları kötü durumu geçici olarak nitelendirirken, bazıları ise sorunların çok daha derin ve yapısal olduğuna vurgu yapmakta. Esasen, Çin ekonomisi ile ilgili analizler bir süredir pek de revaçta değildi. Bunun birkaç sebebi var: 1- Pandemi ile birlikte bir süreliğine de olsa ülkeler içine kapandı. Bu bağlamda en çok içine kapanan ülke Çin oldu. Zaten resmi istatistikleri her zaman tartışmalı olan Çin’den deyim yerindeyse uzun süre sağlıklı haber alınamadı. 2-Trump ile başlayan ve Biden ile devam eden ticari kısıtlamalar ve yaptırımlar Çin’in Batı ekonomileri için önemini azalttı. 3- Bu süreçte başta Hindistan olmak üzere bölgedeki alternatif ekonomilerin önemi ve dış ticaret payları arttı. 4- Xi iktidarının Çinli işadamları üzerinde baskıyı artırması ve onlara nihayetinde Çin devletinin birer aparatçik’i olduğunu hatırlatması yabancı yatırımcılar nezdinde olumlu karşılanmadı. Zaten yaptırımlar nedeniyle azalan yatırım iştahı iyice kaçtı.

Çoğu kişi Çin’deki ağır kovid kısıtlamalarının kaldırılmasıyla ekonominin eski istimini bulmasını bekliyordu. Ancak beklendiği gibi olmadı. Çin Dünyada yatırımların milli gelire oranı en yüksek olan ülke (yüzde 43 civarında). Senelerdir bu sayede çok yüksek büyüme oranları yakaladı. Ancak, son senelerde bu yatırımlar istenen verimi sağlamıyordu. Özellikle konut ve diğer gayrimenkul yatırımlarında büyük bir şişkinlik oluşmaya başladı. Tabii, yatırımlar verimsizleştikçe bunları finanse eden borçlar da hızla artmaya başladı. 2015 yılında bile yüzde 200 ile yüksek olan “finansal olmayan şirketlerin borcu/GSYH oranı” bugünlerde yüzde 300’e yaklaşmış durumda.

Artan borçlanma ile birlikte diğer korkutan gelişme tüketicilerin oldukça tutucu (ya da tutumlu) davranış kalıplarının içine girmiş olması. Bunun sebepleri arasında kovid tecrübesi, genç nüfusta işsizlik oranının çok artmış olması (artık Çin devleti bu istatistikleri yayınlamıyor) ve demografik gelişmeler (nüfusun çok hızlı bir şekilde yaşlanmakta olması) sayılabilir. Ekonomiyi canlandırmak için geçen ay yapılan yüzde 0.15’lik faiz indiriminin (yüzde 2.65’ten 2.50’ye) pek bir etki göstermesi beklenmiyor. Son enflasyon verileri ise Çin’in (Japonya benzeri) bir deflasyonist ortama girme riskinin önemli ölçüde artmış olduğunu gösteriyor.

Bu sene Çin ile ilgili büyüme tahminleri de dalgalanmalar gösterdi. Sene başında tahminler 5 civarındayken, kovid kısıtlamalarının tamamen kaldırılması beklentileri yüzde 6 seviyesine çıkardı. Ancak, yeterli canlanma olmadığı (ve de olamayacağı) anlaşılınca tahminler yüzde 5’in altına doğru gerilemeye başladı.  2. çeyrekte yüzde 6.3’lük bir büyüme yaşanmasına rağmen projeksiyonlar bu seneki büyümenin yüzde 4.5 civarında olacağı yönünde. Seneye ve sonraki senelerde de beklentiler yüzde 4.0 civarında. Bu oranlar uzun zamandır yüzde 7-8’lerde büyümüş bir ekonomi için oldukça düşük. Daha uzun vadeli tahminler ise 20’li yılların sonlarında büyüme hızının yüzde 3’lere düşeceğine işaret etmekte.

Büyümenin yeniden toparlanabilmesi için bir “güven tuzağı” içine girmiş olan tüketici ve yatırımcıların zayıflayan güvenlerinin yeniden tesis edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda kamu kaynaklı canlandırma programları da önemli. Ancak bu konuda Hükümet geçmişe göre daha isteksiz. Bunun sebebi bugün oluşan bu borç dağlarının arkasında 2008’den beri yapılan canlandırma programlarının önemli etkisi olması. Artık ekonomide bütçe harcamalarını ve dolayısıyla borçluluğu artıracak fazla bir imkan kalmadığı muhakkak. Eskiden olduğu gibi ihracatı pompalayarak büyümeyi artırmak da mümkün değil. Geriye bir tek üretkenlik artışını artırmak kalıyor. Bu noktada Hükümetin özel sektörle güçlü bir ilişki olmadan ekonomiyi daha fazla üretkenlik ve istihdam artışı yaratabilecek yüksek teknolojiye sahip bir ekonomiye dönüştürmesinin mümkün olmadığını kabul etmesi gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar