Çin: Mucizede sona doğru

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Çin, 2022 yılı sona erdiğinde 1 milyar 425 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi olurken 338 milyon 289 bin kişi ile ABD üçüncü sırada yer aldı (Hindistan 1 milyar 412 milyon ile ikinci sırada). Çin, 17 trilyon 963 milyar dolar ile ABD’nin ardından en yüksek GSYH’ye sahip ikinci ülke iken Rusya 2 trilyon 240 milyar dolar ile sekizinci sırada. Çin ve Rusya’yı ABD’den ayıran en temel olgu yönetim sistemi. Kâğıt üzerinde her üç ülkede başkanlık sistemi ile idare edilmekte. Ancak Çin ve Rusya otoriter bir başkanlık sistemine sahip. Bu yazıda Çin ekonomisi üzerinde duracağız.              

Çin, Mao Zedung ile komünist sisteme adım attığında ülke açlık içerisindeydi. Yeni rejim, bir taraftan bu soruna çözmek bir taraftan da batılı ülkelerin ekonomik gücüne sahip olmayı dert edindi. Mao 1976’da öldüğünde ülke her iki amacını da gerçekleştirmeyi başaramamıştı. Yeni gelen yönetim ekonomide liberal bir sistem oluşturmaya çalıştı. Özelleştirmeler yaptı, kişisel mülkiyete izin verdi. Uluslararası sermaye ile eklemleşti. Ülkeye doğrudan sermaye aktı. Çin dünyanın en fazla ihracat yapan ülkesi oldu. Ülkenin adına yeni bir sıfat da takıldı, mucize. Çin mucizesi epeyce ilgi çekti. Hatta yakın dönemde bizim gündelik müjde paketleri ile ekonomiyi idare edenler bir ara Çin modeline geçtiklerini duyurdular.               

Çin’e övgüler düzülen, üzerine ciltler dolusu kitap yazılan1980- 2010 aralığında bile Çin ekonomisinin tıkanacağına inanıyordum. Uzun süre danışmanlık yaptığım bir STK’da bunu dile getirdiğimde iş insanları bu düşünceme katılmadıklarını söylediklerinde için için gülümsemiştim. Çünkü ekonomi sığ düşünceleri er ya da geç kusar.             

Bu savı ileri sürerken elbette fal bakarak söylemiyordum. İktisat tarihi okuyanlar kapitalizmin gelişimine dikkatle incelediklerinde kapitalizmi ileri taşıyan temel olgunun iktisadi ve siyasi kuramsallaşma olduğunu hemen fark ederler. ABD dünyanın lider ülkesi olurken, hemen yanı başındaki Meksika’nın güdük kalmasının, altına giyeceği don, hatta şeker ve tuz üretemeyen Osmanlı Devleti’nden 15 yılda bunları üreten ülke konumuna gelen Cumhuriyet Türkiye’sinin arka planında da kurumsallaşma gelmekte. Kurumsallaşma kural ve yapılanma demektir. Bu yapılanmanın en önemli saç ayağı da özgürlüktür. Kapitalizm kente ait bir kavram. Burjuva da kentin egemen gücüdür ve onların daha ilk emeklemeye başladıklarındaki sözü bugün de geçerliliğini korumakta “kent özgürlüktür”.             

Özgürlük olmayan ülkede kapitalizm yeşeremiyor

Çinli yöneticiler siyasal özgürlük olmadan kapitalizme geçileceği yanılgısına düştüler belki de böyle olmasını istediler. Uyguladıkları politikalar sayesinde oligarklar yarattılar. Yeri geldiğinde oligarkları yerine dibine soktular. (Alibaba’nın kurucusu Jack Ma’nın başına gelenleri hatırlayın).               

Çin bu yapılanmayla elde ettiği başarıyı 2010 yılına kadar sürdürdü. Küresel kriz ile büyüme oranı düşmeye başladı. Diğer yandan batılı ülkeler, 2005 yılında Çin’i Dünya Ticaret Örgütüne kabul etmelerinin hata olduğunu görmeye başladı.

Çin’i iktisadi ve askeri olarak çevirmeye giriştiler. Çin bu sıkılaştırmaya ülkede otoriterleşmeyi daha çok artırarak yanıt verdi. Sonunda Şi Cinping (Xi Jinping) Anayasayı değiştirerek kendisini ömür boyu başkan olacağı bir siyasal yapılanmayı kurdu (Rusya da benzer bir gelişim gösterdi, başka ülke örneğini siz verin). Çin hükümeti sürekli içte ve yurtdışında düşmanlar üretmeye çalıştı. Tüm bu gelişim sonrasında ekonomi daha fazla teklemeye başladı.             

Artık Çin’de dayanıklı tüketim malları tüketimi, özel sektör yatırımları azalıyor, buna karşın mevcut ortam nedeni ile hanehalkı tasarrufları mevduata dönüşmeye başladı. Çin’de insanlar ve şirketler varlıklarına erişimi kaybetmekten giderek daha fazla korkuyorlar bundan dolayı yatırım yerine kısa vadeli likiditeye yöneliyorlar. Banka mevduatları GSYH içindeki payı yüzde 50’ye ulaştı Özel sektörün dayanıklı tüketim malları tüketimi, 2015’in başına göre yaklaşık üçte bir oranında azaldı.       

Otoriter rejimlerdeki ekonomik gelişme, tahmin edilebilir bir model izleme eğiliminde olur. Rejim destek buldukça ekonomiye giderek daha keyfi bir şekilde müdahale etmeye başlar. Sonunda, belirsizlik ve korku karşısında, hanehalkı ve küçük işletmeler nakit tutmayı tercih etmeye başlar; bunun neticesi olarak büyüme oranı düşer. Deflasyon korkusu yaygınlaşmaya başlar.           

Deng Xiaoping, 1970’lerin sonlarında Çin ekonomisinin “reform ve açılımına” başladığından beri, Çin Komünist Partisi (ÇKP) liderliği, özel sektöre müdahale etme dürtüsüne çoğu otoriter rejimden çok daha uzun süre kasıtlı olarak direndi. Ancak Xi yönetimi altında ve özellikle salgın başladığından beri ÇKP ekonomi üzerinde daha otoriter bir davranış sergilemeye girişti.   Pandemiden önce, Çinli hanehalkı ve küçük ölçekli özel işletmelerin büyük çoğunluğu, 1980’lerin başından beri yürürlükte olan üstü kapalı bir “siyaset yoksa sorun da yok” politikasına güveniyordu. ÇKP nihai olarak mülkiyet haklarını kontrol ediyordu, ancak insanlar siyasetin dışında kaldığı sürece parti ekonomik hayatının dışında kalıyordu. Yani modus vivendi korunduğu sürece vatandaşlar mutludur ve rejim bunun nimetlerini yer. Bundan dolayı halk, örneğin Jack Ma’nın sürülmesine ilgisiz kaldı.              

Pandemi döneminde uygulanan yasaklar yavaş yavaş Çin halkının uykudan uyanmasına neden oldu. The New York Times’ın yazdığı gibi, yüz çevirme protestocuları bir “zafer” örneği idi. Ancak aynı şey, en azından ekonomik yaşamları açısından sıradan Çinliler için söylenemez.          

Çin’in Xi yönetimindeki ekonomi politiği, onlarca yıldır baştan çıkarıcı şeylere meydan okuduktan sonra, sonunda otokratik rejimler arasında tanıdık bir kalıba yenik düştü. Yöneticiler ticari kaygıları giderek daha fazla göz ardı etmekte ve kısa vadeli amaçlarına uygun olduğunda müdahaleci politikalar izlediler. Zamanla, günlük ticarette devlet kontrolü tehdidi, nüfusun daha geniş ve daha geniş kesimlerine yayıldı.            

Yerleşik otokratik rejim “siyaset yoksa sorun da yok” anlaşmasını ihlal ettiğinde, bunun ekonomik sonuçları her yere yayılır. Kontrollerinin ötesinde bir belirsizlikle karşı karşıya kalan insanlar, kendilerini güvence altına almaya çalışırlar. Nakitlerini ellerinde tutarlar; özellikle otomobil, küçük işletme makine ve teçhizatı ve tesisleri ile gayrimenkul gibi likit olmayan varlıklara eskisinden daha az yatırım yaparlar.         

Çin’de bu arada, hükümetin ekonomiyi yönlendirme ve makroekonomik şoklardan koruma yeteneği azalmakta. İnsanlar belirli bir politikanın keyfi olarak uygulanabileceğini, bir gün kontrollerin genişletilebileceğini, ertesi gün tersine çevrilebileceğini bildiklerinden, teşviklere ve planlara daha az duyarlı hale geldiler. Bu bizim için tanıdık bir model. Türkiye’de hükümet son yıllarda merkez bankasına faiz oranlarını düşürmesi için baskı yaptı ve bunun bir yatırım patlamasını körükleyeceğini umdu; onun yerine ateşlediği şey yükselen enflasyon oldu.         

Otokratik bir rejimde, ortalama hanehalkının ve iş dünyasının güveni bir kez kaybedildiğinde geri kazanmak zordur. Gelecekteki vergi artışları veya keyfi kaynak tahsisleri riski ortadan kalkmadan normale dönüş mümkün olmaz.         

Bugün Çin, Mao’nun günlerinden beri görülmemiş yaygın bir korkunun pençesinde. Her otoriter rejim korkuyu kullanarak iktidar olur fakat bunun tersine dönüşü ile yıkılır. Çin şimdi ikinci aşamada. Ancak gerçekleşmesi ne zaman olur sorusuna yanıt vermek zor.

Okuma Önerisi:

İktisat ve Toplum Dergisi,

Ağustos 2023 sayısı

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Gizli veri 02 Ekim 2024
Venezuela’nın kaderi 21 Ağustos 2024
Ortadoğu Ekonomisi ve Hamas 14 Ağustos 2024