Çorabın dili ve depreme uzanan ‘eşleştirme’ hikâyesi

Mustafa Kemal ÇOLAK
Mustafa Kemal ÇOLAK Kökler ve Kanatlar

“İş insanının bir görevi de bulunduğu alanda kültürel birikime imza atmaktır, örneğin bir sanayici ürettiği ürünün geçmişine de sahip çıkmalıdır” diyordu, Alet İşler kitabının geçen Aralık’taki tanıtım gecesinde Kanca AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Alper Kanca.

Kendisiyle son görüşmemizi, ne yazık ki yaşadığımız en büyük felaketin hemen ardından aldığım acı bir haber üzerine yaptım. Deprem kentlerimizden gelen kahreden sayısız haberden biriydi. Antakya’da göçük altında kalarak yaşamını yitiren, Alet İşler kitabını hazırlayan ekipten Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Yıldırım, ortak acımız oldu. Yaşadığımız felaketin yaralarını sarmamız nesiller alacak bundan eminim, umarım ders almamız için uzun süreler gerekmeyecek.

Alper Kanca’nın kitap tanıtım gecesinde ifade ettiği, ürettiği ürünün kültürüne sahip çıkan sanayiciye iyi örneklerden biriyle geçtiğimiz haftalarda tanışma imkânı bulmuştum. Pek çok sivil toplum örgütünde faal görevler alan, bu yönüyle yakından takip ettiğim Hüseyin Öztürk’ü, bu kez kendi işyerinde ziyaret etme fırsatı yakaladım. Sahibi olduğu Rapsodi Çorap Sanayi, İstanbul Beylikdüzü’nde donanımlı bir üretim tesisinde faaliyet yürütüyor. Hüseyin Öztürk’ten aldığım bilgiye göre birkaç yıl önce hizmete sokulan modern binada, bir fabrika için sessiz sedasız sayılabilecek ortamda, katma değeri yüksek envaı çeşit çoraplar üretiliyor. 

Donanımlı ifadesini kullanmayı tercih etmemin bir nedeni de yeni bina tasarlanırken planlanan bir müzenin varlığı. Binanın ilk katında sizi karşılayan müze, Türkiye’de örneği olmayan şekliyle bir ‘çorap müzesi’. 

Büyüklerinin ellerinde yün çorap ördüğü bir neslin, yamalı çorap giyen belki de son neslin temsilcisi olarak, müzeden gördüklerimin beni fazlasıyla etkilediğini itiraf etmeliyim.

250’nin üzerinde çorap objesine ev sahipliği yapıyor 2018 yılında açılan Hüseyin Öztürk Anadolu ve Balkan Çorapları Müzesi. Kurucu Hüseyin Öztürk, Anadolu’nun maharetini gözler önüne seren müze ürünlerinin, yerli ziyaretçilerin yanı sıra dünyanın dört bir yanından gelen, uzmanlığı çorap olan insanların da büyük beğenisini topladığını ifade ediyor.

Sessiz iletişimin dili; çoraplar

Müze kapısından içeri girdiğinizde iyi dizayn edilmiş bir ortama adım atıyorsunuz. Yerinde ışıklandırma ve eğimle yüzyıllık çoraplar ilk göze çarpanlar oluyor. Anadolu’nun değişik merkezlerinden, Kafkasya’dan ve Balkan ülkelerinden, gelin, damat, genç, yaşlı, muhtar, çoban çorapları göz alıyor. Her biri rengârenk, pırıl pırıl… Yün, tiftik ipliğinden, kendi doğal rengiyle veya kök boyadan imal edilmiş, bazısı kullanılmış, ancak pek çoğu çeyizlik sandıklardan çıkarılmış haliyle âdeta yeni örülmüş gibi. Halı ve kilimlerde karşılaştığımız, her biri ayrı bir mesaj veren, işleyeninin kalbinden geçenleri yansıtan motiflerin, renklerin, tasarımların benzerlerini çoraplarda da görüyoruz. Anlıyoruz ki sessiz iletişim dili olarak da hizmet yürütmüş ilmek ilmek örülen çoraplar.

Bir giyim eşyasından çok daha fazlasını anlatıyor çoraplar. Hele de Anadolu’da. Yoksa Türkmenlerin çivit yani Türk mavisi çorapları tercih etmelerini, Bulgaristan’da yeşil rengin ağırlık kazanmasını başta türlü nasıl izah edebiliriz ki?

Bir eğitim aracı da aynı zamanda

Rapsodi şirketinin web sitesinden aldığımız bilgilere göre Sivas köylerinde ‘Küçük Ağa’ adı verilen çorapları bekarlar, ‘Büyük Ağa’ çoraplarını da evliler kullanırmış. Onbaşı, çavuş çorapları da askerlikte bu rütbeleri alanların ayağında olurmuş. Bu satırların yazarının memleketi Sinop’ta da kız tarafı, eğer olumlu yanıt verecekse görücü gelen aileye damgalı motifli çorap gönderirmiş.

Bir eğitim aracı da olmuş çorap şişleri, tığları. Pek çok bölgede de halı, kilim dokumasına dönük alıştırmaların yapıldığı, ilk eğitimin verildiği araç olarak da kabul görmüş çoraplar.

Çorap sanayiinde 30 yılı geride bırakan müzenin kurucusu Hüseyin Öztürk, aynı zamanda Moda ve Hazır Giyim Federasyonu (MHGF) başkanlığını da yürütüyor. Bünyesinde 32 derneği toplayan MHGF, depremin yaralarını sarmaya dönük etkin çalışmalarını bu örgütlü yapının gücünden alıyor.

MHGF Genel Sekreteri Abbas Özpınar’dan aldığım bilgiye göre 11 deprem kentine nakdi yardım başta olmak üzere çok çeşitli desteklerde bulunan kurum, Türkiye’nin dört bir yanından tırlar dolusu çorap gönderimi de yapmış. Halen de sürüyor bu yardımlar. 

Geçenlerde insanımız için iyi bir tarihçi olmasının ötesinde anlamlar taşıdığına inandığım İlber Ortaylı’dan dinlemiştim. Türkiye’nin nüfus artışının gerilediğini ifade eden Ortaylı, deprem bölgesinin gençlerinin, çocuklarının özel ilgiye ihtiyaç duyduğunu dile getiriyordu, yalnızca “yurtlara yerleştirmek yetmez” diyerek. İnsanımızın yeryüzünde çok az millette olan yüksek şefkat duygusunun varlığıyla, deprem bölgesinde anne babasız kalan çocukların yetiştirme yurtları yerine aile kucağına bırakılmasını öneriyordu . Bir nevi ‘eşleştirme’ydi tarif ettiği, kendisine depremde anne babasız kalmış çocuğu evlatlık alabileceğini söyleyen komşusunu örnek vererek.

MHGF yönetiminin tüm üye derneklerle birlikte yürüttüğü bir hizmetini duyduğumda İlber Hoca’nın bu değerlendirmelerini hatırladım. MHGF’nin de hocamızın önerilerine benzeri bir hizmeti devreye aldığını öğreniyorum ve mutlu oluyorum. Federasyon yönetiminin, bölge üniversiteleri iş birlikleriyle, başlatılan, ihtiyacı olan çocukların ve gençlerin yurdun dört bir yanındaki destekçileriyle buluşturulmaları uygulamasının olumlu sonuçlarının ileriki yıllarda daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. 

İlber Ortaylı Hocamızın ifade ettiği gibi, “Kimsesiz kalan çocuklarımıza sahip çıkmak, onları sosyalleştirmekle, şefkatli ellere teslim etmekle olur. Onlar geleceğimiz. Sanatla, kültürel ortamla, sporla buluşmalarını sağlamak aslında onlara olduğu kadar geleceğimize katkı” yaklaşımının toplumumuzda daha geniş kesimleri kucaklamasını diliyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar