Deprem ve rant ekonomisi

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Maalesef görüldü ki depreme hazırlıksız yakalanmışız. Özellikle ilk günlerde ortaya çıkan yetki-yetkili karmaşasını ve bu durumun arama-kurtarma çalışmalarını aksatıcı-geciktirici etkilerini dikkate alırsak hazırlıkların yetersizliği daha da belirginleşiyor. Tabii, arama-kurtarma depremlerde olmasını en son isteyeceğimiz ve maalesef ki ancak kısıtlı sonuçlar elde edilebilecek bir faaliyet. Esas yapılması gerekenler ise deprem olmadan önce alınacak tedbirler, bunun da başında şehir altyapılarının ve bina stoğunun depreme dayanıklı hale getirilmesi geliyor. Eğer büyük bir depreme zayıf bir bina stoğu ile yakalanırsanız, aslında iş işten geçmiş demek çünkü sonrasında yapabilecekleriniz kısıtlı.

Depremden en çok etkilenen Malatya, Adıyaman, Maraş ve Hatay neredeyse fay hatlarının üzerine inşa edilmiş iller. Bu nedenle yaşanan korkunç yıkım ve zaiyat sürpriz değil. Kaçak yapılar, standartlara uygun olmayan binalar, uygun olmayan zeminlerdeki yapılaşmalar ve daha ucuza mal etmek için malzemeden çalan müteahhitler, tüm bu faktörler bu felaketi yaşamamıza neden oldu. Esasında tüm bunları kapitalizmin sonsuz para kazanma hırsının bir sonucu olarak da görebiliriz. Başı boş bırakıldığında, kapitalizm maalesef çok acımasız olabiliyor. Hele bir de devlet eliyle rantlar yaratılıyorsa (örneğin imar affı ile kaçak yapılaşmalar denetimsiz bir şekilde tasdikleniyorsa) bu dalgaya karşı koymak daha da zor oluyor.

Türkiye’de bayındırlık faaliyetleri özelinde rant ekonomisi 2 şekilde çalışıyor. Birincisi arazinin (bu arazi genelde de kısa bir süre önce düşük bir fiyattan bir müteahhit tarafından satın alınmış arazi oluyor nedense) imar planının değiştirilmesi şeklinde oluyor. 2 gün öncesinde değersiz olan bir arazi bir anda “arsa” olarak çok değerleniyor. Ortaya çıkan rantdan da arazi sahibi faydalanıyor. Ancak bu milli geliri artırıcı bir durum değil çünkü arsa sahibinin “fazla” geliri aslında ileride o araziden konut satın alacakların ödeyeceği “fazla” fiyata eşit. Özetle konut sahiplerinden arsa sahiplerine doğru zımni bir gelir transferi söz konusu. İkinci tür rant ise “imar barışı” olarak adlandırılan uygulamayla ortaya çıkan rant. İki komşu müstakil ev olsun. Birinde yaşayanlar kanunlara karşı gelmiyor ve evlerine hiçbir kaçak ekleme yapmıyor. Diğerindekiler ise tamamen kaçak ve mevzuata karşı eklemeler yapıp, belki de evin metrekaresini 2 katına çıkartıyorlar. Sonra, bir kanun çıkıyor, ve cuzi bir ücret karşılığı bu yasadışı eklemeler yasal sayılıyor. Böylece bir anda mal sahibi kendi leyhine ama komşusunun aleyhine rant elde etmiş oluyor. Ancak aynı zamanda evde depreme karşı çok daha riskli bir duruma geliyor.

Bundan sonra yapılacak iş esasında hem zor, hem de basit. Öncelikle bu depremde gördük ki zemin neredeyse her şey demek. Örneğin İstanbul’un (Avcılar gibi) zayıf zeminli arazileri çok belli. (İstanbul örneğini tam fay hattında olduğu ve yaşadığımız afet benzeri bir deprem yaşanması durumunda zararın maddi ve manevi boyutlarının çok yüksek olacağı için veriyorum.) Yarından tezi buralar riskli alan ilan edilerek yeni yapılaşmalara izin verilmemeli. (Esasında İstanbul’da zaman zaman riskli alanlar ilan ediliyor. Ancak bunların önemli bir kısmı her nedense Ümraniye, Eyüp, Armutlu gibi deprem riski çok da olmayan ama ranta gayet uygun araziler!) Yerlerine İstanbul’un uygun zeminli arazileri imara açılacak, TOKİ tarzı bir anlayışla bu araziler repütasyonu çok düzgün müteahhitlere ihale yoluyla yaptırılacak ve riskli arazilerde yaşayanlar da peyder pey buralara yerleştirilecek. Son yıllarda yapılan çevre bağlantı yolları sayesinde, yakın çevrede imara açılabilecek çok arazi oluşmuş durumda. Tabii bir de artık İstanbul’a yeni göçün engellenmesi gerekiyor. Dünya’da nüfusu bulunduğu ülkenin toplam nüfusundan en çok pay alan şehirlerinden biri olan İstanbul istihap haddini çoktan aştı.

Son olarak depremin ekonomiyi ne ölçüde etkileyeceği tartışmalarına değinirsek: Ekonomik hasar konusunda şu ana kadar ortaya konan rakamları biraz abartılı buluyorum. Bölge ekonomisinin GSYH’den aldığı pay oldukça düşük (%2.6 civarında). 13.5 milyonu etkilediği söylense de salt doğrudan etkilenen ilçe, mahalle ve köylere odaklandığımızda bu sayının 3-4 milyonu geçmeyeceği söylenebilir. Aynı şekilde GSYH payı da daha az olacaktır. Öte yandan, bu felaket zaten düşmekte çok zorlanan enflasyonu bir kademe daha yukarı taşıyabilir. İlk başta acil temel ihtiyaçlar için, sonrasında ise yüklü inşai faaliyetler için büyük bir talep artışı olacak. Bu durum belirli mal ve sektörlerde sıkışıklık ve fiyat artışları yaratabilir. Ayrıca bölge ekonomisinde kaçınılmaz olan üretim düşüşü ülke genelinde bazı sektörlerde arz tarafında da sıkışmalar yaratabilir. Özellikle tarım üretimi açısından bölge yüzde 14’lük bir paya sahip. Burada yaşanacak rekolte düşüşleri ve sevkiyat problemleri gıda fiyatlarını artırabilir. Gıda fiyatlarının da genel enflasyon açısından ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar