Depremle mücadele ve sonrası

Numan Emre ERGİN
Numan Emre ERGİN PERSPEKTİF

Geçen haftaya çok üzücü bir afetle başladık. Türkiye’nin güney doğusundaki 10 ili ve Suriye’nin kuzeyini etkileyen ve dünya tarihinde eşine az rastlanır peşpeşe gerçekleşen iki büyük deprem hepimizi derinden sarstı. Türkiye bir travma halinde ve bu tramvanın sosyal, ekonomik ve psikolojik etkileri uzun süre devam edecektir.

Türkiye deprem fay hatlarının üzerinde olan ve depremin her an gündemde olduğu bir ülke. 24 yıl önce yaşanan Marmara depremi, sonrasında çeşitli illerde yaşanan birçok depremle konu gündemimizde hep sıcak kaldı. Ancak bu son deprem bize bir kez daha depremle olan savaşımızda önceki acılardan gereken dersleri çıkarmadığımızı ve önlemleri almadığımızı göstermiştir. Tarih ders almayı bilmeyenler için tekerrür eder...

Yaşamış olduğumuz deprem, şiddet ve etkilediği alan açısından eşine az rastlanır cinsten. Uzmanlar bu kadar yakın bölgede ardı ardına iki büyük depremin gerçekleşmesinin nadir rastlanan bir durum olduğunu söylemekte. Yine de bu bölgede yakın zamanda bu büyüklükte depremler beklendiği uzmanlar tarafından defalarca gündeme getirilmiş, yetkililer uyarılmış. Ama maalesef gerekli tedbir ve aksiyonların alınmadığı anlaşılıyor. Kapsadığı alan açısından çok geniş bir coğrafyayı etkileyen bu depremin bu kadar yıkıcı etkiler bırakmasının ardında depremin büyüklüğü kadar kötü alışkanlıklarımız da yatmaktadır. Deprem fay hatları üzerinde şehirleşmeye izin verilmesi, Marmara depremi sonrasında iyileştirilen imar mevzuatına aykırı yapılaşmaya devam edilmesi, gerekli denetim ve kontrollerin yapılmaması, zemini sağlam olmayan ovaların, sulak yerlerin üzerine yollar, binalar yapılması, sık sık çıkarılan imar afları ve daha nice sebepler yaşanan kayıplarda depremin kendisinden daha fazla suçlu. Bu durumda payı olan siyasetçi, bürokrat, müteahhit, kaçak inşaat yapan, buna razı olan, ses çıkarmayan herkes bugün yaşanan felaketten sorumludur.

Bu yazımın amacı suçlu aramak değil, ama bazı tespitleri yapmanın geleceğe uyarı açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu satırların yazıldığı saatlerde 25 bin kişiye ulaşan vefat sayısı muhtemelen çok daha artacak, belki de yüz bini aşacaktır. Bir çeşit küçük kıyamet! Sayının bu kadar yüksek olmasının bir diğer nedeni, yukarıda saydığım etkenlere ilaveten devletin deprem sonrası kurtarma çalışmaları konusunda hazırlıksız olması ve geç kalmasıdır. Depremin gerçekleşmesinden sonraki ilk 36 saat devlet paralize olmuş, müdahale gecikmiştir. Depremden sonraki kritik olan ilk saatlerde sağ kurtulanların enkaz başında kimsenin yardıma gelmediğini haykırmasını hepimiz ekranlardan göz yaşlarıyla izledik. Bunun en önemli nedeni, bütün yetkililerin gözlerinin bir tek kişiye yönelmesi ve ancak o kişinin kameralar karşısına çıkması sonrasında kurtarma çalışmalarının yoğunlaşmaya başlamasıdır. Bu tür afetlere müdahalede en organize güç olan asker de, madenciler de iş makinaları da sahaya geç inmiş, uluslararası kurtarma ekipleri de geç getirilmiştir. Enkaz altında kalan on binlerce kişi maalesef geç müdahale nedeniyle yaşam mücadelesini kaybetmiş oldu. Elbette bu kadar geniş bir alandaki enkaza hiçbir güç bir anda ulaşamaz, ancak bu durum devletimizin reaksiyonda geç kaldığı gerçeğini değiştirmiyor.

Bu süreçte enteresan durumlara da şahit olduk. Bazı belediyeler ve kurumlarca bölgeye gönderilen yardımlara zorluklar çıkarılması, yardım gönderme işinin reklama dönüştürülmesi, gönderilen yardımların yağmalanması, bazı kişilerin sosyal medyada siyasi bir tavırla dezenformasyon yapması, enkaz altındakilerin tek yardım çağrı aracı olan sosyal medyanın kısıtlanması ve engellenmesi, deprem bölgesinde sağlıklı telekomünikasyon iletişiminin günler sonra bile sağlanamaması, siyasetçilerin laf yarışına girmesi...

Tüm bu olumsuzluklara rağmen tüm Türkiye tabiri caizse yardım oldu yağdı, yağmaya da devam ediyor. Vatandaşlar, yerli ve yabancı ortaklı şirketler, başta AHBAP derneği ve Akut olmak üzere sivil toplum kuruluşları can siparene yardım için insanüstü bir gayret içerisindeler. Uluslararası kamuoyu da yardım için ayağa kalktı. Ancak şunu hatırda tutmak gerekir ki; deprem sonrası yardım ve rehabilitasyon uzun vadeli bir mücadeledir. Bu mücadele psikolojisi bozulmamış, soğukkanlı ve organize bir süreç gerektirir. Enerjimizi ve kaynaklarımızı israfa yol açmayacak, planlı bir şekilde organize etmek zorundayız.

Bu noktada deprem sonrası sürece ilişkin olarak bir kaç önerim olacak.

Öncelikle, toplanan yardımların dağıtılması, asayişin ve sınır güvenliğinin sağlanması, kurtarma çalışmalarının yürütülmesinde sahadaki profosyonel asker sayısının artırılması gerekmektedir.

Enkaz kaldırma çalışmaları yapılırken gelecekte açılacak davalarda sorumlulukların tespiti için enkazdan numune alma çalışmaları hukuka uygun olarak yapılmalı, savcılar Türkiye Barolar Birliği ve avukatlar ile işbirliği içinde olmalı, toplanan numuneler kutsal emanet gibi muhafaza edilmeli ve sınıflandırılmalıdır.

Depremde sağ kalan çocukların koruması ve koruyucu ailelerin yanına yerleştirme çalışmaları hızlandırılmalı, bu çocukların psikolojilerinin daha fazla bozulmaması için gerekli rehabilitasyon çalışmalarına başlanmalıdır.

Maliye, yaşanan gelişmeler sonrasında mücbir sebep ilan edip mali yükümlülüklerin yerine getirilmesini erteledi. Ancak bu yeterki değildir; Vergi Usul Kanunu’nun 115. maddesi uygulanarak depremden etkilenen bölgelerdeki mükelleflerin vergi borçları terkin edilmelidir. Depremden etkilenen mükelleflerin ve mali müşavirlerin beyanname yükümlülükleri bir kaç ay kaldırılmalıdır. Hatta Marmara depreminde olduğu gibi bu amaçla özel bir kanun dahi çıkarılabilir.

Deprem nedeniyle AFAD’a, Kızılay’a yapılan yapılan bağışların tamamı vergi matrahından indirilebilirmektedir. Bu konuda Gelir İdaresi Başkanlığı da bir duyuru yayınladı[1]. Ancak bu liste yeterli değildir. Akut ve Ahbap derneğine hatta diğer sivil toplum kuruluşlarına deprem nedeniyle yapılan bağışların da tamamının matrahtan indirimine imkan veren yasal düzenleme yapılmalıdır. Bu imkanın bir Cumhurbaşkanı kararnamesi ile de sağlanabileceğini düşünüyorum.

Yaşanan tecrübe, bu tür afetlerle mücadeleyi tek elden yürütmek için kurulan AFAD’ın kurumsal kapasitesinin de yeterli olmadığını göstermiştir. AFAD’ın ne personel sayısının, ne başındaki yöneticilerin afet yönetimindeki liyakatinin yeterli olmadığı ortaya çıkmıştır. Söz konusu kurumun İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir birim olmaktan ziyade, afet zamanlarında olağanüstü yetkileri otomatik olarak edinen bir kurum olarak örgütlenmesi gerekir. Ayrıca nasıl bir savaşta sadece ordu değil milis güçler de savaşa katılırsa, AFAD da kadrolu personeli dışında sivil gönüllüleri tüm ülkede eğitecek, örgütleyecek ve sürekli tatbikat yapacak bir organizasyon oluşturmalıdır.

Depremle birlikte insanlar canıyla uğraşırken borsanın kapatılmamış olması tam bir fiyaskodur. Yardıma giden, enkaz altında kalan birçok yatırımcı bundan mağdur olmuştur. Ortada en iyi ihtimalle görevi ihmal vardır. Bu konuda gerekli önlemleri zamanında almayan yetkililer hakkında adli ve hukuki süreçler işletilmeli, yatırımcıların mağduriyetleri giderilmelidir.

Süreçte Meclis’e de önemli görevler düşmektedir. Herşeyden önce bir daha imar affına ilişkin bir yasa asla teklif dahi edilmemelidir. Hatta bu konuda Anayasa’ya madde eklenmelidir. İmar mevzuatına aykırı yapıların yıkılacağı, mevzuata aykırı olarak ruhsat alanların ve verenlerin yargılanacağı, yargılama için soruşturma izninin aranmayacağı gerekirse Anayasa’ya dercedilmedilir. Normalde bu konular Anayasa’da olabilecek konular değildir ama daha güçlü bir yasal güvence aklıma gelmiyor. Pek tabi daha önemli olan bunların kanunlara yazılması değil, uygulanması...

Deprem bölgesindeki gayrimenkul fiyatlarının kısa sürede çakılması kuvvetle muhtemeldir. Bir panik halinde satış olacaktır. Vatandaşların mağdur olmaması adına bölgedeki gayrimenkul (özellikle toprak) satışları sınırlanmalı, başta deprem bölgesi olmak üzere tüm ülkede yabancılara gayrimenkul satışı yasaklanmalıdır. Hatay ilimiz bu noktada özel bir öneme sahiptir.

Depremle birlikte bazı il ve ilçelerimiz neredeyse haritadan silinmiştir. Bu bölgedeki nüfus, hem vefat hem göç nedeniyle ciddi şekilde azalacaktır. Kayıp, cesedi bulunmayan kişilerin tespiti bile aylar sürecektir. Bu ortamda, Türkiye’nin bir seçime gitmesi hem ekonomik hem seçim güvenliği nedeniyle ne kadar sağlıklıdır? Mevcut durumda mevzuata göre seçim ancak savaş nedeniyle ertelenebilmektedir. Bu nedenle, siyasetçiler mutabakata vararak milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimini bir süreliğine erteleyecek adımları atmalıdır. Seçimlerin ertelenmesine karşı çıkanların da haklı gerekçeleri bulunmaktadır. Ancak bazı bölgelerde seçim sandığı kurulacak ne bina kalmıştır, ne seçim güvenliği sağlanabilecek durumdadır, ne de depremzedeler oy verecek haldedir. Hatta yaşanan kayıplar sonrasında bazı illerin milletvekili sayılarının değişmesi bile gerekebilecektir. 11 Şubat 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 120 sayılı OHAL Kararnamesi’nin 2/2.ç maddesinde seçimlere ilişkin sürelerin durmayacağına ilişkin düzenleme aksi yönde bir iradeyi gösterse de Meclis’in farklı yönde karar alması mümkündür. (OHAL Kararnamesinin bu ve bazı diğer maddelerinin hukukiliği ve Anayasa karşısındaki durumu da ayrı bir tartışmayı gerektirmektedir.) Seçimler ertelenmeyecekse bile Yüksek Seçim Kurulu deprem bölgesi için seçmen listesini ilk fırsatta güncellemeli, başka şehirlere geçici olarak giden depremzedelerin oy kullanmalarını sağlayacak organizasyonu yapmalıdır. YSK’nın yukarıdaki çalışmayı yapması sonrasında Cumhurbaşkanı seçimi ertelenmese bile, milletvekili seçiminin ertelenmesinin demokrasi adına önemli olduğunu düşünüyorum.

Yıkılan şehirlerin yeniden kurulmasında bilime kulak verilmeli, mevzuata aykırı yapılaşmaya izin verilmemeli, Hatay’ın Erzin ilçesi örnek alınmalıdır. Ayrıca inşaat müteaahidi olma kriterleri sıkılaştırılmalı, her önüne gelen müteahhitlik yapamamalıdır.

Depremzedelerin Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlara yerleştirilmeleri için üniversitelerin fiziken kapatılıp çevrimiçi eğitime geçirilmesi kararını yanlış buluyorum. Üniversitelerin açılması bu akut dönem için birkaç ay geciktirilip yaz tatili kısa tutulabilirdi. Zaten geçtiğimiz senelerde pandemi nedeniyle uzaktan eğitim yapan bir nesil maalesef üniversiteden uzak kalmıştır. Ayrıca deprem bölgesinden diğer şehirlerde okumaya giden öğrenciler ne yapacaktır? Bu çocuklar yurtta kalmaya devam etse bile büyük travmalar geçirmiş depremzedelerle aynı ortamda kalmaları son derece yanlıştır. Tramvaların etkisini azaltmanın en kısa yolu bu insanları normal hayatlarında sosyalleştirmektir. Özel yurtlarda kalan, ev kiralayan öğrenciler ne yapacaktır? Üniversiteleri kapatmak yerine deprem bölgesindeki bütün öğrenciler diğer şehirlerdeki açık okullara taşınmalıdır. Eğitim kesintiye uğramamalıdır. Üniversitelerin kapatılması yerine depremzedelerin yaz sezonuna kadar kapalı olan birçok otele yerleştirmesi sağlanabilir. Bu kararın gözden geçirilmesinde fayda bulunmaktadır.

Bugün hesap sorma, isyan etme, suçlu arama günü değildir. Bunların zamanı yaralar sarıldıktan sonra gelecektir. Gün bir olma, tek yürek olma, millet olma günüdür. Acımız büyük, başımız sağolsun!

Sözün özü: Deprem değil, çürük bina öldürür.

[1] https://www.gib.gov.tr/node/167710

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar