Edebiyatçılarımızda annelerinin izleri

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK

Edebiyatçılarımızın eserlerinde de yaşattıkları eşsiz kadınları, annelerini anarak onların sessiz cümlelerine kulak verelim istedim. Tüm okurlarımızın anneler gününü içtenlikle kutluyorum.

Bir annenin gözleri, kelimelerin anlatamayacağı kadar derin hikâyeler taşır. Sessiz fedakârlıkların, sonsuz sevginin, kimi zaman da buruk bir özlemin izleri, bu gözlerde saklıdır. Türk edebiyatı, annelerin ruhunu kalemle resmeden yazarlarla doludur; onların satırlarında, sadece bireysel portreler değil, bir ulusun tarihine, kültürüne ve duygularına dokunan evrensel hikâyeler can bulur. Anneler Günü’nde, edebiyatımızın sayfalarında yaşayan bu eşsiz kadınları anarak annelerimizin gözlerindeki sessiz cümlelere kulak verelim.

SELİM İLERİ VE SÜHEYLA HANIM

Selim İleri’nin Annem İçin (Everest Yayınları) kitabı, annesi Süheyla İleri’nin hayatına adanmış bir sevgi mektubu gibidir. Annesi Alzheimer hastalığına yakalandığında, Selim İleri 25'indedir. Bir güz dönümü gecesinde yatağından kalkan Süheyla Hanım, bir daha kendi yatağını, yattığı odayı bulamaz. Hafıza kaybı başlamıştır. Kitap, sadece bir evladın annesine duyduğu özlemi değil, bir dönemin naif ama mücadeleci kadınlarını da yansıtır. Süheyla Hanım, evinde gramofonda Münir Nurettin Selçuk’un gazellerini dinleyen, Halide Edib’in romanlarına hayran, ince zevkleriyle çevresini büyüleyen bir kadındır. İleri, annesinin müziğe ve edebiyata olan tutkusunu, ekonomik zorluklara rağmen çocuklarına sunduğu sevgiyle birleştirir. Onun gözlerindeki hüzün, belki de İstanbul’un kaybolan eski günlerine duyulan bir özlemdir: “Kızmamıştım; kalbim sonsuz bir üzüntüyle çarpmıştı.”

ATTİLÂ İLHAN VE EMİNE MEMNUNE HANIM

Attilâ İlhan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan kitaplarda, annesi Emine Memnune Hanım’dan da söz eder. Emine Memnune Hanım, Osmanlı’nın son demlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan çalkantılı bir dönemin güçlü bir temsilcisi olarak karşımıza çıkar. İzmir’in Kordonboyu’nda, denizin kokusunu taşıyan bir evde büyüyen İlhan, annesinin hem otoriter hem sevgi dolu kişiliğini çocukluğunun renkli anılarıyla anlatır. Emine Memnune Hanım, Fransızca öğrenmiş, Alexandre Dumas’nın romanlarını okuyan, entelektüel bir Osmanlı kadını. Ancak 1920’lerin siyasi ve sosyal çalkantıları, onun ailesini bir arada tutma mücadelesini zorlaştırır. İlhan, annesinin dimdik duruşunu ve gözlerindeki hüznü şu sözlerle betimler: “Annem, bir Osmanlı kadını gibi dimdik dururdu, ama gözlerinde hep bir hüzün taşırdı.”

FÜRUZAN VE İSİMSİZ ANNE

Füruzan’ın Parasız Yatılı (Yapı Kredi Yayınları) isimli öyküsü, isimsiz bir annenin yoksullukla mücadelesini anlatırken, Türkiye’nin 1960’larındaki sosyal eşitsizliklerine ayna tutar. İstanbul’un kenar mahallelerinde, gece lambasının loş ışığında dikiş makinesi başında sabahlayan bu anne, kızının yatılı okulda okuyabilmesi için kendi hayallerini bir kenara bırakır. Öyküdeki anne, çocuğunun üniformasını ütülerken, sanki her kırışıklığı giderdikçe ona umutla dolu bir mektup yazıyormuş gibi sessizce çalışır. Füruzan, bu annenin omuzlarındaki yükü sade ama yüreğe işleyen bir dille aktarır. Bu anne, sadece öykünün kahramanı değil, o dönemde eğitim için mücadele eden binlerce isimsiz annenin sembolüdür. Onun gözlerindeki kararlılık, yoksulluğun ağırlığına rağmen umudu taşır. Füruzan’ın kalemi, bu annenin sessiz direnişini, toplumsal bir yaranın portresi olarak işler; onun hikâyesi, bir annenin sevgisinin sınır tanımadığını güçlü bir biçimde duyurur.

ADALET AĞAOĞLU VE EMİNE İSMET HANIM

Adalet Ağaoğlu’nun Damla Damla Günler 1969-1976 (Everest Yayınları) adlı günlüklerinin ilk cildinde annesi Emine İsmet Hanım, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’nın henüz tam anlamıyla şehirleşmemiş atmosferinde yaşayan bir kadın olarak karşımıza çıkar. Geleneksel rollerle modern bireysellik arasında sıkışmış bu anne, bir yandan evde dantel işler, öte yandan çocuklarının eğitimiyle yakından ilgilenir. Ağaoğlu’nun anlatımına göre, annesi ev içinde sadece düzeni sağlamakla kalmaz, aynı zamanda kültürel bir bilinç de aşılamaya çalışır. 1930’ların muhafazakâr yapısı içinde kocasının gölgesinde kalsa da, ailesini bir arada tutan sessiz bir liderdir. Ağaoğlu, annesinin güçlü ama kırılgan ruhunu, aralarındaki çatışmaları ve sevgi dolu anıları içten bir dille aktarır. Onu hem hayranlıkla hem sitemle hatırlar: “Annem, hep bir şeyleri korumak zorundaydı, ama kendini değil.” Anneler, yazarlarımızın anlattıkları gibi yaşamımızın en derin köşelerinde iz bırakan kahramanlar. Onların gözlerinde parlayan sevgi, geçmişle geleceği birleştiren bir köprü; kaybettiklerimizin anıları, kalplerimizde sıcak bir sığınak. Annelerimizin sesi, kitaplarda, anılarda ve kalplerimizde hep var olacak; kimi zaman bir şarkının içinde, kimi zaman çocukluk anılarımızda, kimi zaman da sessizce gözlerimizi kapattığımız bir ânın huzurunda… Anneler Günü’nüz kutlu olsun.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar