Klasik ve Neo-Klasik faşizmler

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

“Burjuva toplumu denklik tarafından yönetilir” (Adorno & Horkheimer, 1947). Genç yaşta bir kazada ölmeseydi büyük bir sosyal bilimci olacağı açık olan Gregory Luebbert’e göre bazı ülkelerde faşizm engellenebildi çünkü kentli işçi partileri (sosyalist, komünist) kırdaki sınıf mücadelesinin önemsiz olduğu durumlarda toprak sahibi köylülere ittifak önerebildiler. Radikaller, liberaller, sosyalistler, hatta 1935 sonrası komünistler “faşizme gerek olmadığını” ortaya koyabildiler. Tarımda çelişkilerin keskin olduğu ülkelerdeyse sol kırda topraksız köylüden yana oldu ve mecburen mülk sahibi köylüleri –küçük tarlaları olanlar dâhil- kentli mülk sahiplerinin yanına itti. Faşizmlerin kitle tabanı/oy/onay olarak ağır basmasının nedeni bu ittifaklardı. Almanya örneğinde, din-ideoloji vb. bir yana, saf dar sınıf bilinciyle insanlar “bir atım var demek ki ben mülk sahibiyim” veya “kardeşimle bakkal işletiyoruz demek ki ben mülk sahibi sınıftanım” dedikleri anda çoğunluk az farkla da olsa sayısal olarak mülk sahibi sınıflarda oluyordu. Bu analiz klasik merkez sağın neden yetmediğini ve neden “yeni misyonun” yani “muhafazakâr devrimin” kazandığını sınıf ittifakları çerçevesinde açıklamayı deneyen bir tez öneriyor. Faşist projenin neden kazandığını, toplumsal onayı nasıl elde ettiğini anlamaya çalışıyor. Misyonun neden aynen bu şekilde tezahür ettiğini, neden geniş “muhafazakâr devrim” dalgasının içinde Hitler gibi başlangıçta önemsiz görülen bir Avusturyalı onbaşının öne çıktığını açıklamıyor. Bunun için başka temalara dönmeliyiz.

Neden kazandılar? Sadece devlet ve burjuvazi katında değil, “halk” nezdinde de iktidara nasıl geldiler? “Sınıf politikasının” ideal döneminde, bütün aktörlerin dar anlamda –ekonomist bilinç- “sınıf bilincine sahip” oldukları bir dönemde nasıl oy ve destek alabildiler? Etkili konuştukları için mi? Mesela bilindiği gibi meşhur “faşizmin kitle ruhu” – “Küçük adam” tezi- var; Gramsci’nin “Mussolini İtalyan küçük burjuvasının yoğunlaşmış ifadesidir” tezi var –merkezdeki seçmen teoremi. Kazandılar çünkü “karizmatiktiler”, çünkü “sıradan insan” (milletin ortalaması) bakınca onlarda kendisinden bir parça görüyordu, çünkü milletin en kötücül özelliklerini yakalayıp beslediler, öne çıkardılar vb. Bu tip tezler kısmen doğrudur. Ama doğru oldukları ölçüde açıkladıkları nedir? Öncelikle “neden tam da Mussolini lider oldu veya neden Hitler de Goering değil?” sorularına kısmen cevap verebilirler. Yoksa neden kazandılar sorusuna tamamen ekonomik sebeplere dayalı cevaplar da verilebilir. Ancak bu cevaplar kazanan siyasal akımın neden o akım olduğunu da neden geniş bir sağ yelpazede özellikle Nazi partisinin öne çıktığını veya neden Hitler’in lider olarak benimsendiğini açıklamaya yetmez.

Genel izlenime göre karizmatik lider kitleleri peşinden sürükleyen, onları mıknatıs gibi çeken, esin veren dinamik bir kişiliktir. Ama plebisit yoluyla yönetmeye kalkan bir demagog olarak da görmek mümkün ve bu durumda siyasi karizma demokrasiyle karşı karşıya kurgulanabilir. Buna “olgun Weber” diyelim. Bu nitelemeye siyasi karizmanın irrasyonel bir yanı olduğunu da ekleyebiliriz. “Genç Weber” gibi bakarsak geleneksel yasal-rasyonel otoriteden farklı tipte bir siyasi güce karizmatik denebilir. Peki bu karizma istenir bir şey mi? “Olağanüstü”, “doğa üstü”, “insan üstü”, “istisnai” gibi sıfatlar da eklenebilir. Nihayetinde kavramın kökünde teoloji var. Takis Pappas’ın izinden gidelim: Pappas (2012), Rivista italiana di scienza politica. Olağanüstü veya karizmatik lider kişisel biçimde yönetir ve radikal amaçları vardır. Ölçülebilir kriterler olarak: (i) bir kitle partisini mutlak ve merkezi bir kişisel otoriteyle yönetir (ii) lider muazzam ve anında yığınlara geçen bir elektrik-duygu akımı yayar ve bu akım derin sosyal bölünmelere yol açabilir (iii) partiyle/yığınlarla arasındaki ilişki tartışmasız bir delegasyon ve misyon ilişkisidir. Her şey lidere delege edilmiştir, o temsil eder, tartışmaz, yığınlar adına karar verir. Siyasi karizma misyona yöneliktir. Karizmatik lider radikaldir ve mevcut siyasi rejimi sürdürmeyi amaçlamaz. Onu değiştirmeyi amaçlar. Lidere “karizmatik” diyorsanız, radikal olduğunu ve bir tür ütopya veya distopya vaaz etme yoluyla rejimi değiştirmeyi amaçladığını da söylemeniz gerekir. Karizmatik lider reformist olmaz. İşin köküne yönelir. Demokraside “siyasi karizma” istenir bir özellik mi? Bu bir övgü müdür? Liderin takipçisi değilseniz “karizmatik” terimini övgü anlamında kullanabilir misiniz? Bizce kullanmamak gerekiyor. Sosyal demokrat veya sol veya sadece demokrat bir kitle partisinde karizmatik lider olamayacağını da eklemek lazım. Beğenilen bir hatip olmak, başarılı bir yazar olmak veya bir teorisyen olmak –hatta hepsi bir arada olsun- kimseyi “karizmatik” yapmaz.

Bu tip hareketlerde liderle parti bir süre sonra özdeşleşir denebilir: Doğrudur. Karizma tezi belki kısmi ve zayıf biçimde neden o özgül akım/lider bileşimi öne çıktı da onlara çok benzeyen, aynı işlevi stil farkıyla yerine getirebilecek bir “komşu akım” geride kaldı sorusunu yanıtlayabilir.  Neden bu “misyon” kazandı ve –Hitler örneğinde- neden “seçimlerde de kazandı” sorularına yanıt vermek çok daha zor. Mussolini sonuçta küçücük bir partinin başıyken alternatifinin olmadığı düşünülerek Roma yürüyüşüyle –yürüyüşün başarısızlığına rağmen- başbakan yapıldı. 1921 seçimlerinde Blocchi Nazionali şemsiyesi altında 4 sağcı parti toplam yüzde 19,5 oy ile 105 milletvekilliği kazandı. Mussolini’nin partisinin –kendisi dâhil- 35 milletvekili vardı ve mecliste 535 sandalye bulunuyordu. Mussolini’nin partisi meclisteki sandalyelerin sadece yüzde 6,5’ine sahipti. Bu kadar küçük bir partinin lideri olan Mussolini 22-29 Ekim 1922’de 30.000’den az katılımcıyla Roma’ya başarısız bir yürüyüş düzenledi –Marcia su Roma. Arkasından iktidar kendisine verildi. Bu bir devlet kararıdır. Tartışmalı 1924 seçimlerinde oyların yüzde 65’ini aldıysa da bu gerçek bir seçim başarısı sayılmayabilir. Olsa olsa gecikmiş bir onaydır. Ama Hitler 1930-1933 arası arka arkaya dört seçimde oylarını artırarak iktidara geldi. Hitler 1933’de yüzde 44 alırken, sosyalistlerin ve komünistlerin toplam oyları yüzde 30’da kalmıştı. Üstelik Hitler 12 yıl, Mussolini 17 yıl boyunca yaygın bir onaya dayanarak yönettiler. “Marjinaller” dışında itiraz yoktu.  

Neo-Klasik faşizmler bambaşka mecralarda yol alıyor: Örneğin MAGA ve Trump. Limit vakayı Arınma Gecesi-Sonsuza Dek filmi gösteriyor. Bambaşka, çok daha “doğal faşizm” olan ve belki de ileride hakiki klasik faşizmlere rahmet okutacak yeni akımlar oluşuyor. Sağa kayma Ortaçağ’a dönüş biçimine iyice büründü ve büyük bir hızla devam ediyor. “Faşizm burjuva rasyonalitesinin astarıdır” (Frankfurt Okulu). 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Siyasi mitler 23 Nisan 2024
Rerum Novarum 16 Nisan 2024
Cumhuriyetçilik 02 Nisan 2024
Fayda ve emek-değer 26 Mart 2024