Komşu kuyumcu mektubunun çizdiği yol

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Mehmet Ali Bey’i uzun yıllardır tanıyorum. Toplumsal iş bölümünde O’na düşen görev “altının izini sürmek” olmuş. Kamuoyunda “altının izini süren insan” olarak bilinir. Kapalıçarşı’da küçük dükkânından, medya aracılığıyla kültüründe altına güven kanı dolaşan bir toplumla birikimlerini, gözlemlerini, İzlediklerini ve bildiklerini paylaşır.

 Mehmet Ali Yıldırımtürk, hikâyesi olan insandır: İlgilidir, işini kararlıkla izler, bildiklerini de paylaşır.

Mehmet Ali Bey’in hikâyesini izlemek için Denizli’ye uzanmamız gerekir. Ayakkabı imalatı yapan bir alenin 5 çocuğundan biridir. Kardeşlerin 4’ü erkek biri kızdır. Aile çocuklarından ikisine yükseköğrenim imkânı yaratmıştır; üç kardeş de ilkokulu bitirmekte yetinmiştir. Kardeşlerden biri İstanbul Üniversitesi fen fakültesi matematik bölümünü bitirmiş, Kabataş Erkek Lisesi’nde matematik öğretmenliğinden emekli olmuştur.

Mehmet Ali ilkokul, ortaokul liseyi bitirdikten sonra, Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nü 1974’de bitiriyor. Üniversitenin gece bölümünde okuyor; Vakıflar Yurdu’nda kalıyor. Derece tutturduğu için yurtta ücretsiz konaklıyor; yurtta kaldığı iki yılda babası düzenli harçlık gönderiyor.

Binlerce Anadolu genci gibi Mehmet Ali de ailesine yük olmak istemiyor. Denzli’deki dükkân komşuları kuyumcu. İstanbul’daki tanıdığı kuyumcuya mektup yazıyor. Doğubank İşhanı’nda dükkânı olan kuyumcu mektubu okuyor. Diyor ki, “Benim elektrik piyasasında tanıdığım kimse yok, istersen bizim tezgahta çalış. Okula-gidiş gelişinizi ayarlarız.”

Yıl 1970, aylardan Ekim’dir. Denizli’li genç Mehmet Ali’nin yaşamında yeni bir sayfa açılıyor. Saat 7-18 arasında kuyumcu tezgâhında çalışıyor; saat 18.00- 22.30 arasında okulda dersleri izliyor. İki yıl böyle sürüyor. İki yıl sonra babası emekli oluyor; işyerlerini de komşu kuyumcu kiralıyor. Aile İstanbul’a taşınıyor; Erenköy’de Kazasker’de oturuyorlar. Baba İstanbul’un hengâmesine alışamıyor; Denizli’nin alışılmış güvenli ortamına geri dönüyor.

Matematik öğretmeni olan ağabeyi, “ Yurda gitmek olmaz, bizde kal “ diyor kardeşine. Mehmet Ali Bey 1974 yılına kadar da ağabeyinde kalıyor; kuyumcudaki işini de aksatmıyor. Kuyumcu sınav dönemlerinde 15 gün izin veriyor; haftalık ücretini de düzenli olarak ödüyor.

Her işin bir inceliği vardır

Kuyumcuda pratik yaşanmışlardan ne öğrendiğini soruyorum Mehmet Ali Yıldırımtürk’e:” Osmanlı altınları ve çeşitlerini görür görmez tanıyabiliyordum. Elime alır almaz, altının sahicisi ile sahtesini ayırt edebilmeyi öğrendim. Dükkânda ‘takı’ da satılıyordu, takı müşterisinin eğilimlerini fark ettim. Kuyumcuda 1970-1974 yılları arasında 4 yıl çalıştım; geleneksel altın ticaretinin pratik ayağında bilgi sahibi oldum diyebilirim” yanıtını veriyor.

Teknik Üniversiteler Almanya’ya gönderilecek öğrenci seçiyorlar…1972 yılında İTÜ 10, Yıldız Teknik Üniversitesi 10 öğrenci seçiyor… O, 20 öğrenciden biri de Mehmet Ali Yıldırımtürk. Almanya’ya gidiyor, bir ay gözlem gezilerine katılıyor.

Almanya’dan dönüş zamanı yaklaşınca, çalıştığı kuyumcuya bir ihtiyaçlarının olup olmadığını soran mektup yazıyor… Yurda döner dönmez de çalıştığı yere gidip, patronuyla gözlemlerini paylaşıyor. Dolaştıkları Almanya’nın 5 kentinde gözlemlediklerini, öğrendiklerini özetliyor.

Almanya’daki gözlem gezisinden neler öğrendiğini paylaşmasını istiyorum. Zihninde iz bırakan şeylerin neler olduğunu soruyorum: “ Bana çok çarpıcı gelen ‘iş disiplini’ oldu” diye söze başlıyor. Ayasofya’ın yanındaki kafede zihni geçmişe yolculuk yapıyor. Sözcüklere basa basa gözlemlerini anlatmayı sürdürüyor: “Çevre bilinci ve çevrenin temizliği hayranlığı, saygı uyandırdı bende… Münih gezimiz sırasında otobüsteyiz, müthiş bir dolu yağdı. Ev hanımları sanki bir yerden emir almışçasına sokağa döküldü, herkes kendi evinin önünü temizliyordu; etkilendim. Bir de alış-verişte pazarlık yapılmaması, fiyatlara güven konusu ulaşılması gereken ideal bir tutum olarak yerleşti zihnimin derinliklerineKuralları uygulamada kimse ödün vermiyordu…” diyor…

Almanya dönüşünden bir ay sonra babası kansere yenik düşüyor; sonsuz yolculuğuna çıkıyor.

Okul bitmiştir; 1974’de askerlik görevine başlıyor. Deniz asteğmeni oluyor. Yassıada’da görev yaparken bilgisayar sınavı düzenleniyor. Dağıtımda özel görevle Ankara’ da Milli Savunma Bakanlığı’nda görevlendiriliyor. Ankara’da 18 ay askerlik süresince sistem analisti olarak görev yapıyor genç asteğmen Mehmet Ali Yıldırımtürk. O dönemde askere alma programları geliştiriyorlar. Aynı dairede bütçe şubesi de var: İhtiyaç tanımlaması yapılıyor. Tanım eksikliğinin bütçe disiplininden sapmalar yarattığını kavrıyor. Askerlerin erişilen veriler hesaplanmasıyla bütçe yaparken, standart uygulama için küçük talimat kitapçıkları yayınlamasından yaşam dersleri çıkarıyor. TBMM’ de bütçe görüşmelerini izleme ekibinde de yer allıyor Asteğmen Mehmet Ali Yıldırımtürk…

Askerlik görevi sırasında zihninde kalıcı hale gelen neler öğrendiğini soruyorum: “ Askerlik bana, yapılan işleri geribildirimle sorgulama disiplinini öğretti. Biz bütçeyi yapıyor; uyguluyor sonra kontrol ediyorduk. Bizim yaptıklarımızı da binbaşılar, albaylar ve generaller kontrol ediyordu. Ne kadar titiz çalışsak da, bir yerde bir hata bulabiliyorlardı…” diyerek, bugün literatürde “deneysel mesafe” denen, planladıklarımız ile uygulayabildiklerimiz arasındaki farkın izlenmesinin ne denli önemli yönetim aracı olduğunu anlatıyor.

İstikrarsızlık ve medyaya açılım

Asker dönüşü yeni bir yaşam kurmak var. Kuyumcu patronu, “ Daha iyi bir iş bulursan gidebilirsin” diyor. Ama, “Seni işime ortak etmek istiyorum” cümlesini de ekliyor.

Mehmet Ali Bey asker dönüşünde bir ara Simenes’e gitme girişiminde bulunuyor; genel müdürden randevu alıyor; yarım saat görüşme yapıyor. Genel müdür, Mudanya’daki fabrikaya göndermek için eleman alacağını da söylüyor. Mudanya’da gidip yeni bir düzen kurmayı göze alamıyor

Kuyumcu patronunun 19 yaşında bir oğlu var… İşi büyütüyorlar, hisse senedi işleri de var. Mehmet Ali Bey 1977’de Kapalıçarşı’ya geçiyor; işin kontrol yanıyla ilgili sorumluluk üstleniyor. Muhasebeciye ön bilgileri sunuyor. “Ticaret kadar muhasebe bilmenin önemini bu aşamada öğrendim” diyor.

Türkiye’de 1980’lı yıllarda önemli dönüşümler yaşıyor. Piyasada ciddi istikrarsızlık var. Gazeteciler piyasada olup biteni haberleştirmek istiyorlar. Mehmet Ali Yıldırımtürk’ün medya ilişkileri de tam bu aşamada başlıyor. “Tahtakale’de ayaklı borsa” oluşuyor: Dolar, İsviçre frangı, Fransız frangı, Sterlin gibi birçok ülkenin parası alınıp satılıyor. O dönemde özel bir “altın dili” yaratılıyor: Külçe altının adı “Beykoz”. Alman markı “çeyrek”tir. Euro’ya bir ad verme arayışları vardır.

Haftaya: Kapalıçarşı dönüşen bir platformdur

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar