Ulusal egemenliği ikinci yüzyılda nasıl güçlendirebiliriz?

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Bir toplumun özgür ve bağımsız, kendiyle ilgili kararları kendi iradesiyle verebilmesi diye tanımlayabileceğimiz “ulusal egemenlik”, sözcüğün tam anlamıyla “gerçek beka” sorunumuzdur. Bir toplum var olmak, varlığını korumak, uzun dönemli geleceğini güven altına almak istiyorsa; ulusal egemenliğini koruma, geliştirme, güçlendirme ve geleceğini güven altına alma konusundaki “zihni modelinin varsayımlarını” sürekli sorgulamalıdır.

İnsanlığın birikimi olan değişik uygarlıkların bileşenlerinden biri de Darwin’in, “Canlıların uzun ömürlü olanları, en güçlüleri olmadığı gibi, en akıllıları da değildir. Uzun ömürlü olanlar, uyum yetenekleri yüksek olanlardır” önermesinin geçerli olmasıdır. Var olmak ve uzun dönemli geleceğimizi güven altına almak “sürekli uyum arayışı” demektir. Söz konusu olan bir ulusun egemenliği ise gündemin ilk sırasında değişen koşulları dikkate alarak, geleceğimizi güven altına almanın gerek ve yeter şartlarını sorgulama yerini almalıdır.

Ülkemiz bir imparatorluğun mirasçısıdır; bir asır önce kanının son damlasına kadar savaşarak yeni bir devlet, yeni bir ulusal egemenlik sistemi kurmuştur. Yeni kurulan ulusal egemenlik sistemi bir asrını geride bırakmış, şimdi ikinci asrın yolunu tutmuştur. İnsanlığın büyük değişim ve dönüşümler yaşadığı kritik bir aşamada ulusal egemenliğin ikinci yüzyılında “neler yapmamız gerektiği” zihinlerimizde netleştirmeliyiz. Nelerin yapılacağı kadar “nasıl yapacağımızı” da tanımlamak ve tasarlamak hayati önemdedir.

Ulusal egemenliğimizin ikinci yüzyılını güçlendirmeyi sorgularken, geride bıraktığımız yüzyılda hangi boşlukların bırakıldığını düşündüğümde beş alt başlıkta toparlayabiliyorum: Yüzleşme özgüveni eksikliği, bakış açısı ayarları, kapsayıcı kurumları sahiplenme, ulusal egemenliğin yumuşak ve sert güçlerini dengeleme, yeni hedeflerin tutarlılığı.

Yüzleşme özgüveni eksikliği

Toplumsal yaşamın hedeflerinden biri, maddi ve kültürel zenginlikler üreterek insanların yaşamını kolaylaştırmak, diğeri de huzur ve güven içinde yaşamı sürdürebilmektir. Yaşamı kolaylaştırıcı üretimi aksatan, toplumun ihtiyacı olan istikrar ve güveni sarsan etkenlerimizden birinin de “yüzleşme özgüveni eksikliği” olduğunu düşünüyorum.

Bütün ideolojilerden, önyargılardan, kör inançlardan, ezberlerden kendimizi arındırarak, attığımız her adımın ürettiği yararlar kadar bıraktığı boşlukların zararları üzerine odaklamalıyız.

Hiçbir komplekse kapılmadan ve yaşananları kişiselleştirmeden, savunma kalkanlarımızı kaldırmadan ulusal egemenliğimizin ilk asrında yaptıklarımızla yüzleşmeliyiz. Hepimiz zihinlerimizde iyice netleştirmeliyiz ki, ulusal egemenliğimizi yeniden inşa ettiğimiz 20’nci yüzyılın başlarındaki koşullar bugün geçerliliğini yitirmiştir. Yeni yüzyılda hak ettiğimiz kalkınmayı sağlama ve refahı yaratmak için bir önceki yüzyılda hangi yanlışları yaptığımızla yüzleşme atacağımız en önemli ve etkili adım olacaktır. Yüzleşmenin gerek şartı sağlık veriye, yeterli malumata, netleşmiş bilgiye, derinliğine anlamaya ve kaynaklarımızı etkili biçimde anlamlandırmaya çabalamak gerçek bir ulus olmanın yoludur.

Ulusal egemenliğimizi korumak, geliştirmek ve çağdaş uygarlığın parçası olmak istiyorsak, yaptığımız değer katkılarından övünebildiğimiz kadar, eksiklerimizi ve yanlışlarımızı da ortaya koyan yüzleşme özgüvenine de sahip olmalıyız. Ulusal egemenliğimizi güçlendirme ve pekiştirme konusunda geçmişte yaptığımız hataları, bıraktığımız boşlukları bilmeliyiz ki, aynı hataları durmadan tekrarlama tuzaklarına yakalanmayalım.

Tarih bilinci geçmişten ders alarak daha sağlıklı gelecekler inşa etmektir. Geçmişte yaşananlardan gerçek dersleri çıkarabilen toplumlarda “hata kültürü” gelişmiştir. Gelişmiş bireyler, topluluklar ve toplum başarılarının hikayelerini anlattığı kadar, başarısızlıklarını da sorgularlar. Bir sorgulamanın etkin ve verimli olabilmesinin ilk adımı “bakış açısının” değişen koşulları kapsayıcı olmasıdır.

Söz konusu olan “ulusal egemenlik” gibi “gerçek beka” sorunu ise bakış açısını belirleyen “zihni model” önemli “deniyim “ ve “deney” aracıdır. Ulusal egemenliğimizin bir asrını geride bırakıp, ikinci asrını yaşarken, bakış açımızdaki hangi eksiklerin olduğunu ve yanlış kararlara yol açtığını da sorgulamak önümüzü açacaktır.

Zamanın ruhu küresel ölçekteki jeopolitik yeni oluşumların, hükümet kararlarının, işgücü hareketlerinin, nüfus dinamiklerinin, gelenek sorgulamalarının ve teknolojideki ilerlemenin etkisi altındadır. Söz konusu etkenlerdeki köklü değişim ve dönüşümleri sorgulamadan, ulusal egemenliğin ikinci asrında hata kat sayısını küçültemeyiz.

İçtenlikle ulusal egemenliğimizi korumak, geliştirmek ve güçlendirmekten yanaysak, bakış açılarımızı sorgulama ve ayarlar yapmamız gerekir. Bakış açısı ayarları, uzun dönemli gelişmenin çok temel araçlarıdır; ikinci asırda bu araçları gerektiği gibi kullanılmalıdır.

Kapsayıcı kurumları sahiplenme

Bir düşünceyi projeye dönüştürmek, projeleri hayata taşımak için “kapsayıcı kurumların” önemi küresel ölçekte sorgulanan konulardan biridir. Ulusal egemenliğimizi ikinci asırda güçlendirmek istiyorsak, bir gerçeği iyi bilmemiz gerekir. Toplumsal yaşamda yapılar oluşturmak işin yarısı bile değildir; işin ağırlığı oluşturulan yapıların içine hayat katmaktır. Ulusal egemenlik refahın, kalkınmanın, barışın, adaletin, özgürlüğün itici gücü olacaksa kapsayıcı kurumları sahiplenme konusundaki eksiklerimizi ve yanlışlarımızı zihinlerimizde netleşmeli.

Kapsayıcı kurumları sahiplenme, sömürücü kurumların üzerine gitme bilincini geliştirmeden kararlı ve düzenli bir gelecek inşa edilmesi zordur. Beka sorunu olan ulusal egemenliğimizin korunması, geliştirilmesi ve güçlendirilmesinde kapsayıcı kurumların rolünü tartışmalıyız; bir ortak düşünce yaratmalıyız ki, kurgulayacağımız stratejiler bizleri farklı bir konuma taşıyabilsin.

Hedef sapmalarını düzelterek ilerleme

Ulusal egemenliğimizin birinci asrında ilkeli, kurallı ve planlı kalkınma yerine pragmatizmin israfının yarattığı sapmaları bilmeliyiz.Doğuştan kazanılan ırk ve inaç odaklı siyasetin yarattığı sonuçları sorgulamalıyız. Siyaset dilinin ayrıştırıcı ve cepheleştirici yönlerinin toplumsal enerjimizde yarattığı israfın farkında olmalıyız. Kişi odaklı bireysel çözümleri öne çıkararak, sistem odaklı çözümlerden uzaklaşmanın olumsuz etkilerinin bilincini yükseltmeliyiz. Kapsayıcı kurumlara sahip çıkmamamın yarattığı kaynak israfının hesabını yapmalıyız. Hukuk sistemini bir bütün olarak yaşama taşımada hangi eksiklerimiz olduğunun ve boşluklarımızın farkındalığını artırmalıyız.

İlkel bir anlayışla “savunmacı mantığın” tutsağı olma yerine, kendi gerçekliğimizi arayan, geribildirimlerle hedef sapmalarını belirleyen, ince ayarlarla düzeltmeler yaparak kendini yeniden üretmeyi güven altına alan bir yol ve yöntem izlemeliyiz.

Sert ve yumuşak güç dengeleme

Değiişen koşullara uyum göstermek için sert ve yumuşak güce ihtiyacımız var…Savunma sanayinin gerekleri kadar, tescil ettirilmiş patent sayısı, yayınlanmış ileri bilimsel makaleleler, küresel eleklerin üzerinde kalmış bilim ve sanat insanlarının eserleri gerçek anlamda bir ulusal egemenliğin korunması, sürdürülmesi ve güçlendirilmesinin gerekleridir.

Hukuk devletinin gereklerini yerine getirme, adil gelir dağılımı, yurttaşın mutluluğu ve aidiyetinin güçlendirilmesi ulusal egemenliği güçlendiren diğer etkenlerdir. Kaba ve yumuşak güç dengelerini oluşturmadan, ulusal egemenliğin etkili bir biçimde güven alınması zordur.

İkinci asrı sağlam temeller üzerinde yükseltmek istiyorsak, sert ve yumuşyak güçleri geliştirmede yaptığımız yanlışları da sorgulamalıyız.

Sorgulama, hayal ettiklerimiz ve projelendirdiklerimiz ile gerçekleştirdiğimiz arasındaki uzaklığı anlatan “deneysel mesafe” ayarı yapmaktır; suçlu aramak, bir günah keçisi bularak rahatlama ucuzluğu değildir.

Tutarlı hedefler belirleme

Çok sık yinelediğimiz bir genellemeyi anımsatalım:

En büyük maliyet hedefsizliktir !

Egemenliğin ikinci asrına hedeflerle girmeliyiz. Tutarlı hedefler belirlemek için de ilk yüzyılda ortaya koyduğumuz hedefler arasında erişemediklerimizi sorgulama en etkin yoldur. Geçmişteki başarısızlıkları gelecekte tekrarlamamak için “hata kültürünün” harekete geçerek sorgulama yapılması gerekir.

Kişi başına 50 bin dolar hedefi koyalım, ama hedefin dayandığı sağlam verilerin fizibilitesini de ortaya koyarak…

Altyapı donanımlarında “en ileri ülke düzeyini” hedefleyelim, ama hangi öncelikleri, hangi fayda ve maliyete dayalı yaptığımızı da açıkça hesaplayarak.

Dünyanın 10 büyük ekonomisi arasında olmayı hedefleyelim, ama hangi üretim güçlerini, nasıl bir stratejiyle harekete geçireceğimizi bilerek.

Ulusal egemenlik için ikinci asrın “ tutarlı hedeflere” ilerlemesi çok önemli… Hepimiz sorumluyuz; sorumluluklarımızı bilerek hareket etmeliyiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar