Yalanlar, kuyruklu yalanlar ve istatistikler

Muhterem İLGÜNER
Muhterem İLGÜNER MARKA ŞEHİR; Gün Bugün!

“Üç cins yalan vardır; yalanlar, kuyruklu yalanlar ve istatistikler”: Bu sözler Mark Twain’in 1907 yılında North American Review dergisinde yayınlanan “Öz Yaşam Öyküm” kitabından alıntılanmış. Her ne kadar M. Twain bu ifade için dönemin İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli’yi adres gösterse de araştırmacılar aralarında bir bağ bulamamış. M. Twain bu yargıya niçin yer verdiğini de şöyle açıklamış: “Vakalar ve rakamlar ilgimi çeker, beni oyalar. Özellikle de onları ben uyarlar ve ayarlarsam.” Bu arada, Türk Dil Kurumu “kuyruklu yalan” için şunu der; çok büyük yalan!

Aradan 86 yıl geçer, 1993 yılında Darrell Huff’un yazdığı “How to Lie with Statistics - İstatistik İle Nasıl Yalan Söylenir?” kitabı büyük ilgi görür ve milyon üzerinde satış rakamına ulaşır. İstatistiğin bir aldatma aracı olarak kullanılma yöntemlerinin sergilendiği kitap için yazarının sözleri şöyle: “İstenirse vakalar ve rakamlar nasıl eğilip bükülür sade insanlar öğrensinler ve kendilerini korusunlar istedim.”

İstatistiğin nasıl saptırılacağı hakkında verilen örneklerden bazıları şöyle:

- Yetersiz örnek sayısı ile - bin kişi gerekirken yüz kişi ile - yanıltıcı sonuca ulaşmak; 10 kez yazı tura atıldığında 8 kez tura gelmesi halinde bozuk paraların yüzde 80’ninin tura geleceği sonucuna varmak

- Hiç uğruna kuru gürültü çıkarmak; onca sigara markası nikotin oranı hesaplanır çok yakın aralıklarla birisi en alt sırada çıkar, tam sayfa “en az zararlı madde içeren” reklamı yayınlanır

- Kanıtlamak istediğinizi kanıtlayamıyorsanız, aynı şey olduğunu iddia ederek başka bir şeyi öne sürmek; “demiryolu kazalarında bir yılda 4 bin 700 kişi öldü” derken bu sayının yarısı hemzemin geçitten kontrolsüz geçen otomobiller, bir önemli kısmı raylar üzerinde gezintiye çıkanlar, tren yolculuğunda kaza geçirip hayatını kaybedenlerin sayısı ise sadece 132!

Kitabın yazarına göre “insanları istatistiksel malzeme kullanarak yanlış yönde bilgilendirmeye istatiksel dalavere, istatistikbazlık” deniyor. Yazar devam eder: “Sayıların algıyı etkilemekteki başarısı istatistikçilerin mi yoksa onların elde ettikleri verileri kullanan, değiştiren, abartan, gereğinden fazla basite indirgeyen ve çarpıtan başkalarının mı işgüzarlığıdır? Suçlu kim olursa olsun asla saflığa vurup masum rolü takınamaz.” Amaçlanan algıyı sağlamak amacıyla istatistiğin stratejilerinden faydalanmak için kullanılan yöntemler arasında hedef saptırmak önemli yer tutar. Aklınız karıştırılır, tam olarak öğrenmek istediğinizi değil de karşı tarafın söylemek istediğini duyarsınız. Bazı toplantılara katılırsınız, toplantı sona erdiğinde kendinize sorarsınız: “Ben neyi öğrenmeye gelmiştim, neyi duydum?”  

Yine yazara göre bu yanılmalardan kurtulmanın yolları var. Birincisi, kimin söylediği. Rakamları açıklayanın niyeti ne? Bir harcamanın haklılığı mı kanıtlanmak isteniyor? Bir meslek odası fiyatların yetersizliğini mi savunuyor? Sorgulanması gereken ikinci konu, nereden biliyor. Örneklem anlam taşıyacak kadar büyük mü? Bir araya gelince bir anlamlılık derecesi oluşturacak sayıda vaka ele alınmış mı? Üçüncü olarak araştırılması gereken, eksik olan ne. Haklılık kanıtlanmak istenirken sunulan vaka ve rakamların kaynağı, sayısı yeterli mi? Eksik bir şey varsa kuşkulanmakta haklısınız. Dördüncüsü, konu saptırılıyor mu? Bir şey sanki başka bir şeymiş gibi mi açıklanıyor? Son olarak da, mantıklı geliyor mu, sayıların sihiri sağduyunun ayaklarını yerden keser, sahte bir mutluluk sarar. Sayılar kanıtlanmamış varsayımlar üzerine mi oturtulmuş? Kitaptan çıkarımlar şu şekilde olmalı: Sunulan bilgileri olduğu gibi kabul etme! O bilgiye nasıl ulaşıldığını da sorgula. Yanıltıcı makyajın altındaki gerçek ne? Birinin işine yarayacak mı? Onu aklayacak ya da fikrini ispat edecek bir özelliğe mi sahip?

Bunları niçin yazdın?” diye soracak olursanız: Son yıllarda vakaları ve rakamları eğip bükmeyi, onları siyasi ikbal doğrultusunda kullanmayı çok benimsedik ve yaygınlaştırdık. Yaklaşık dört yıldır bu sütünlarda iki konunun doğru algılanması ve uygulanması için didiniyorum; biri şehirler diğeri marka. Geçen günlerde, daha bu Ağustos ayında, iki ayrı kurumdan yapılan açıklamalar bu haftanın yazısı için gereken nedeni oluşturdu. Bir tanesi nüfusu 5 milyona yaklaşan İzmir büyükşehir belediyemizin strateji daire başkanlığı kaynaklı. Başkanlık yayınladığı bir basın bülteni ile geçen (2022) 9 Eylül’de düzenlenen bir konserin şehir ekonomisine katkılarını sıralamış; şehirde yapılan harcamalar, konaklamalar, vs. Kendime sordum; şehrin onca sorunu varken bir konserin stratejik analizinin yapılması acaba nedendir diye. Bu yıl 9 Eylül’de yapılacak konserin harcamaları için bir aklama mı? Aynı daire niçin şehrin Gayri Safi Hasıla yapısı üzerine istatistik hazırlamaz? Hangi işkolları şehri gelecek on yıllara hazırlayacak, onu vaka ve rakamlarla kanıtlamaz? Şehri ne kadar yabancı ziyaretçi ziyaret eder, ne kadar geceler, ne kadar harcar, bunlarla ilgili rakamları yayınlamaz? 9 Eylül elbette anılması, kutlanması gereken bir tarih. Sorgulamak istediğim o değil. Sorgulamak istediğim şehrin kaderi, geleceği ile ilgili inanılır rakamlar ve stratejiler nerede?

Diğeri ise 20 yıl önce büyük beklentilerle tesis edilen Türk markalarının yurt dışında başarılı olması için sağlanan “marka destek” programı otoritesi Turquality kaynaklı. Geçtiğimiz hafta bir çalıştay düzenlendi ve Turquality yetkilisi programın başarısını şu rakamlarla övdü: “Verdiğimiz her 100 dolar destek 300 dolar olarak geri dönüyor.” Düz mantık buna sevinebilir ve hatta diyebilir ki “200 dolar destek verelim geri dönüş 600 dolar olsun!” Ancak bu iddia destek programının amacına uygun bir başarı göstergesi olmuyor. Çünkü program kendi web sitesinde yazdığı gibi, “daha fazla katma değer ve daha fazla pazar payı anlamına gelen güçlü markalar yaratmaya teşvik” amacıyla geliştirildi. Öyleyse ölçülmesi gereken o programa dahil markaların gücü ve değeri. Destek programının başlangıç tarihi 3 Kasım 2004. Bir kaç ay sonra 20 yıl olacak. Soralım bakalım, bunca sürede verilen onca desteğe rağmen programa dahil markaların dış satışlarının ne kadarı “mal” ne kadarı “marka”? Bu bir ihracat destek programı değil. Bu bir marka destek programı. Amacı yurt dışında güçlü ve değerli Türk markalarının sayısının artırılması. Ölçülmesi gereken de o.

Sevgili iktidar, “Türkiye Yüzyılı” yumuşak güçle inşa edilir; ürün ve hizmetlere değer kazandırarak. Topla, tüfekle değil. Rusya’ya bak. Sevgili muhalefet, neredeyse 4 bin kilometre kıyı şeridi - ki Türkiye’nin en verimli yerleri - senin belediyelerin tarafından yönetiliyor. Oradaki kültürel mirası, ürün ve hizmetleri, işkollarını kıymetlendir ki ülke kazansın. Belediye başkan adaylarını doğru başarı kriterleri ile ölç, tart!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sosyal şehir 17 Nisan 2024
Eğitim şart! 20 Mart 2024
Yerli 13 Mart 2024
Yumuşak güç-2024  06 Mart 2024
Değişimin ayak sesleri 21 Şubat 2024
Tas aynı, hamam aynı... 07 Şubat 2024
Kıraathane vs. kafe 31 Ocak 2024