Özgür Özel: Tengioğlu, ocak ayında İmamoğlu'na suikast ihbarı yapmış

Sırrı Süreyya Önder'in cenaze töreninden çıkarken yumruklu saldırıya uğrayan CHP Lideri Özgür Özel grup toplantısında çarpıcı iddialarda bulundu. Özel, kendisine saldıran Tengioğlu'nun ocak ayında İmamoğlu'na suikast ihbarı yaptığını açıkladı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Özgür Özel: Tengioğlu, ocak ayında İmamoğlu'na suikast ihbarı yapmış

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, hafta sonu uğradığı yumruklu saldırının ardından ilk grup toplantısını yaptı. Özel, grup toplantısında saldırgan Tengioğlu ile ilgili çarpıcı bir iddiada bulundu. 

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’ın konuşmasından satır başları

"Bugün güne üç fidanımızı anarak başladık. Üç vatan evladının idamının 53. yıl dönümüydü. Deniz Gezmiş'i, Hüseyin İnan'ı, Yusuf Aslan'ı mezarları başında, aileleriyle, yol arkadaşlarıyla biz yoldaşları olarak andık. Onların direnişini, antiemperyalist mücadelesini, Türkiye için barışı, kardeşliği savunmalarını, tam bağımsız Türkiye idealini, Filistin'e sahip çıkışlarını bir kez daha hatırladık. Ben de üç fidanımızın önünde bir kez daha burada saygıyla eğiliyorum.

Özel, Sırrı Süreyya Önder'le anısını anlattı

İstanbul'daydık ve bir barış güvercinini, bu mecliste hem çok uzun süreler birlikte görev yaptığımız, Meclis Başkan Vekilliği görevi üstlenmiş ama ömrü boyunca, ömrü boyunca kardeşliği savunmuş, barışı savunmuş olan bir güvercini yolcu etmeye gittik. Aslında o gün sadece Sırrı Süreyya Önder'in, sadece barışın, kardeşliğin konuşulması gereken bir gündü. Ben de bir emaneti vardı. Emaneti şuydu: Bir "Cumhuriyet Şarkısı" filmini izleyip izlemediğimi sormuştu. O anda izlememiştim. Daha vizyona gireli bir hafta olmuştu olmamıştı. "O filmi bir izle, bir görüşelim." dedi. Ben de İstanbul İl Başkanımız bir tarafımda, bir tarafımda Ekrem Başkanımız, o günlerde tutuklanmış olan Ahmet Özel'in kızı ve oğlu, gençlik kollarımızla birlikte bir sinema salonuna gittik ve gözyaşları içinde o filmi izledik. Döndük Ankara'ya, geldik. "Bir kahve içelim." dedim. "Bir filmi konuşalım." Sıkça yapardık, sıkça kahve içer, sohbet ederdik, siyaseti değerlendirirdik. Dedi ki: "Ne gördün?" Ben nasıl bir Atatürk gördüğümü, filmin ne mesajlar verdiğini söyledim. Dedi ki: "Hah, şimdi içim rahat etmiştir." dedi. Dedim: "Niye?". "Ben ölene kadar sana bir emanet vereceğim." dedi. "Bir yük vereceğim. Sana emanet." "Nedir?" dedim. "O filmin" dedi, "senaryosunu ben yazdım." "E niye söylemiyorsun?" dedim.

"Saldırı bize, bana, size, hepimize yazılmış bir açık mektuptur"

"Niye söylemiyorsun?" dedim. Tabii o zamanlar şeytanlaştırıldığı dönem. Partisine selam verene, bizim gibi bayramda bayramlarını kutlayana, meclise girdiğimizde hatır sorana, selam verene "Siz terörle iş birliği yapıyorsunuz." denen, onların şeytanlaştırıldığı, hedef gösterildiği, her an her saldırıya açık oldukları bir dönem. Dedi ki: "Ya ben dersem filmde emek veren diğerlerinin emeğine yazık. Bu film bolca izlensin isterim. 'Sırrı Süreyya'nın filmi' derler, başka bir yere çekerler. O yüzden ben" dedi, "nasıl bir Atatürk anlatmışım, bir senden dinleyeyim." dedi. "Başkan" dedi. Memnun oldu. Dedi ki: "Ben ölene kadar bu sır sana emanet." "Ne gün ölürüm, bunu söyle, millet bilsin." Öldü. Sırrını söyleyeceğimiz gün, Sırrı abinin, onu sıfırlayıp öbür dünyaya, cennete yollayacağımız gün başka bir şey oldu. Bir saldırı gerçekleşti ve maalesef en büyük üzüntüm odur ki, canımı yakan odur. Yoksa o evlat katili bizim canımızı yakamaz. Canımı yakan, o gün uzun uzun Sırrı Süreyya Önder'in yaptıkları konuşulacakken, hayatı konuşulacakken, barış, kardeşlik konuşulacakken saldırı konuşuldu. O yüzden sadece bir üzüntü içindeyim. Ne diyeceksin saldırıya? Açık olmak, net olmak lazım. Saldırı bize, bana, size, hepimize yazılmış bir açık mektuptur. Bir ihtar çektiler. İlk gün dediğim yerdeyim. Hiçbir siyasi partiyi, oluşumu bu işten doğrudan sorumlu tutmuyorum. "Şu yapmıştır, bu yaptırmıştır." asla demem. Kimin yaptığını araştırmak savcının, kimin yaptığını araştırmak polisin, devletin görevidir. Bütün bağlantılarına ulaşmak görevleridir. Burada Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi, iktidarının 23. yılında bir büyük sınav verecek. Eğer bu işin uzandığı her yere kadar dosdoğru bir soruşturma ve kovuşturma yapılırsa ne ala. Hiçbir problem yok. O güne kadar ben bu yükü kimsenin sırtına vuramam. Ama işin ucu bir yerlere gittiğinde tıkanırsa o zaman o bir yeri de, bunun üstüne gitmeyeni de konuşmak benim hakkım olur.

"Bulunduğumuz bu atmosferden çıkaracak samimi adımların atılması gerekiyor"

İlk andan itibaren siyasi partilerin genel başkanları, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, tüm sendikaların, neredeyse tüm sivil toplum örgütlerinin, meslek örgütlerinin, derneklerin yani bugüne kadar kimle temas etmiş, kime dokunmuş, kiminle görüşmüşsek ve görüşememişsek herkesin, bütün dostların üzüntü beyanlarını duyduk, açıklamalarını okuduk, iyi dileklerini duyduk. Çok telefon konuştum ama belki elli katıyla konuşamadım. Açamadıklarımız, dönemediklerimiz hakkını helal etsinler ve çok önemli tespitler vardı. Bu noktada, bu noktada ilgili bakanlar, Cumhurbaşkanı, AK Parti'den önemli isimler, arayan herkesin ama herkesin göstermiş olduğu o an itibariyle, o andan bu ana kadarki sorumlu dile teşekkür ederim. Bizi içinde bulunduğumuz bu atmosferden çıkaracak samimi adımların atılması gerekiyor. Şunun farkındayım. Şunun açıkça farkındayım. Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu durumda birileri, o birileri kim, açığa çıkarmak devletin görevi. Şu an devletin kademelerini yöneten hükümetin görevi.

Saldırıya hodri meydan

Ama birileri bize şunu söylüyor. Diyorlar ki: "Biz Türkiye'yi bir noktaya getirdik, bir şeye karar verdik. Siz bu kararın önünde engelsiniz. Siz direniyorsunuz, itiraz ediyorsunuz. Hatta yaptığımız işi darbe olarak nitelendirip bu kurduğumuz planı bozmak için emek ediyorsunuz, mücadele veriyorsunuz. Sokağa çıkıyorsunuz, meydanları dolduruyorsunuz. Her hafta bir yerde miting, her çarşamba bir yerde miting, sürekli gündemde tutuyorsunuz. Durun, oturun, Ankara'ya dönün ve partinizde oturun." Bunu da çok net bir şekilde mektubu kalın kalın yazarak yollamışlar. Kimi yolluyor? Bir evlat katilini. Diyor ki: "Evladını öldürmüş, sana mı kıymayacak? Evladını öldürmüş birinin eli sana değdi. Bugün eli boştu, yarın başka bir şey olabilir." diyor. Bu saldırıyı önceden gelip planlayıp, görünerek, ona iki saat orada biz beklettik ve sana sokakta saldırtık." diyor. Yoksa AKM'de yanı başıma da oturtabilirlerdi onu. Diyor ki: "Artık dönün, partinizde oturun, planımızı bozmaya, genciyle yaşlısıyla Türkiye'yi ayağa kaldırmaya, hakkınızı aramaya kalkmayın. Biz planı kurduk." Bu mektubu yazdılar mı? Yazdılar. Yolladılar mı? Yolladılar. Okuduk mu? Vallahi okuduk. Bir cevabımız olacak mı? Olacak. Yarın akşam, yarın akşam Beyazıt Meydanı'ndayız, yarın akşam! Beyazıt Meydanı'ndayız, yarın akşam! Cumartesi Van'dayız, Van'da! 19 Mayıs'ta İzmir'deyiz! Cevabımız budur! Cevabımız budur! Cevabı okudunuz mu? Okudunuz mu cevabı? Hadi! Hadi ordan! Hadi ordan! ...

Gazi partisi o mektubu böyle okur kardeşim. Hadi şimdi o evlat katilini çıplak yollayana söylüyorum. Cesaretin varsa elini doldur da yolla.

Erdoğan'a Kartalkaya için seslendi

Bu ülkede 36'sı çocuk 76 kişi öldü. Bana Sayın Cumhurbaşkanı telefon açtığında, arkadaşlar gereğini yapacak emin olun dedi.

Benim meselemden önce Kartalkaya'da önce çıkmış olan Bilirkişi raporunu geri çektirenlere, tehdit ettiniz sonra başka bir heyet buldunuz. Sonra o heyetle yola koyuldunuz.

O heyetin ikinci raporunda bakan yok. Ama o sorumlular arasında Kültür ve Turizm Bakanı ve yardımcılar var. Kendisi dünyanın neresinde olursa olsun istifa etmesi gereken birisi.

Kapıda koca koca bakanlık sorumlu demesine rağmen. İlk dakika da ben sorumlu değilim diyen birisi.

O bakan, kendisi istifa etmeyen bakan, bu sorumluların da yargılanmasına izin vermiyor. Bakın, yargılanmasına izin vermiyor. Sayın Erdoğan, arkadaşlar gereğini yapacaksa benim evlat katili ile olan meseleden önce gereğini yapın.

Siz bu bakanı görevden alın, yeni bakanınız da soruşturmaya izin versin. Tabii içinde bulunduğumuz süreci arkadaşlar gereğini yapacaklar derhal bekliyoruz ama eğer üzerinde mutabakata vardığımız gibi yapılan saldırı siyaset kurumuna yapılıyorsa, yani siyasetin sözle yapılmasına bir ölüm tehdidiyle ayar verilmeye çalışılıyorsa, yapılacağı yere ayar verilip buradan çekilin, bu şehre gelmeyin, miting yapmayın deniyorsa, bu şiddete hep birlikte karşıysak, yargı şiddetine de, yargı tacizine de, yargı eliyle siyaset dizaynına da İstanbul'un bundan bir seçim önce, daha bir yıl önce seçilmiş belediye başkanına ve 15,5 milyonun ilan ettiği cumhurbaşkanı adayına, geleceğin cumhurbaşkanına yapılan darbeye de aynı samimiyetle meydan okumak gerekir.

"Bu milletin atasından emanet sandığa sahip çıkışı var"

Aynı samimiyetle. Bu yüzden bu yüzden bu milletin 200 yıllık demokrasi kültürü var. Bu milletin atasından emanet sandığa sahip çıkışı var. Aç kalıyor, susuyor bazen. İşsiz kalıyor, susuyor. Dünya kadar haksızlığa susuyor ama biri gelip sandığı almaya kalktı mı orada ayağa kalkıyor. Niye? Biliyor ki, biliyor ki sandık olmazsa kimse dönüp onun yüzüne bakmaz

Sandık olmazsa tebaa o. Sandık varsa vatandaş. Sandık varsa millet. Sandık varsa eninde sonunda bir hesap görebileceği, hesap sorabileceği yer var ve bunu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün boynunda idam fermanıyla ölümü göze alarak ve bütün Türkiye’yi önce kurtuluşa sonra kuruluşa ikna edip her yetkiyi verelim dediklerinde yetki milletindir diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına sarılıyor sandığa sarılırken.

Özel'den Erdoğan'a çağrı

Sayın Erdoğan'ın bu darbede, bu darbe sürecinde, bu vakitten sonra eğer bu millete bir saygısı varsa, siyaset kurumuna saygısı varsa hızla tutuksuz yargılamayı savunup bu konuda bir kere kendi görüşünü netleştirip, herkes konuşuyor, tutuksuz yargılamayı savunup adil yargılamanın önündeki en büyük engel, kendi deyimiyle artık bakanlar teknik, yardımcıları siyasi. Siyasetçi birinin yaptığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın olduğu yerde adil yargılama olmuyor. Ne bize ne bir başkasına. O yüzden tutuksuz yargılamayı savunup adil yargılama için gereğini yapıp elini kolunu yargının üzerinden çekip siyasi rakipleriyle sandıkta hesaplaşmaya varsa ben de diyorum ki: İşte şimdi oldu Erdoğan! Şimdi demokrasi emareleri göstermeye başladın. Bir kişi demokrat mı değil mi seçim kazandığı akşam belli olmuyor işte. Seçimi kaybettiği akşam belli oluyor. Seçimi kaybettiği gün millete saygım sonsuz, kusur bende deyip de ertesi sabah siyasete, millete kafa tutarak, ona meydan okuyarak, ona direnerek, onun seçtiğine kumpas kurarak değil de elini yüzünü yıkayıp hatayı nereden yaptım diye başlıyorsan sen demokratsın kardeşim. İsmet Paşa gibi en büyük yenilgim en büyük zaferimizdir. Özlediğimiz cemiyet düzeni kurulmakta. Yönetecekler seçimle gelip seçimle gitmektedir diye gurbetteki evladına kaybettiğin seçimin sabahı mektup yazıyorsan demokratsın. Yok, İstanbul'un seçtiğine kafa tutuyorsan, kumpas kuruyorsan kusura bakma o zaman otokratsın, demokrat değilsin.

Burada dedim ki saldırı olduğunda kimseyi mesul tutmuyorum. Açılan telefonu önemsiyorum ve buradan sonra atılacak adımlara, bizim soruşturma açısından da, Kartal Kaymakamı açısından da, tutuksuz yargılanma açısından da o kötücül akılla yani bize ayar veren, tehdit eden, darbe kurgulayan kötücül aklı sahiplenme fırsatı, imkanı da var şimdi iktidarın önünde. Bir fırsat olarak ondan ayrışma ve bu süreçte yapılanların özeleştirisini verip demokratların safına katılma imkanı da var. Hodri meydan, kullanın bakalım bu imkanı. 48 gün geçti. Güya 30. gün birbirimizin yüzüne bakamaz halde olacaktık. Evlatlarımızın yüzüne bakamaz halde olacaktık. 48 gün ilk günden bugüne atılan bütün yalanlar perişan oldu ama bir yandan da şunu hatırlayalım: 10 yaşında çocuğu evde bırakıp anasını alıp götürmeler, çocuğun kulağındaki küpeye dedektör tutup altın saplı kaydedin alın deyip çocuğun kulağındaki küpeye saldırılmalar, karton, karton kumbaradan birikmiş 3.000 lirayı tutanak altına alıp evde ele geçirilen para diye kaydetmeler hep bu 48 günün utançlarıdır. Unutmayalım, hızla tazeleyelim. İnsanları itibarsızlaştırmak için aileyle uğraşan, çocukla uğraşanlar, dünya kadar iftira atanlar sonra da o attıkları yalanları unutup susanlar var. Örneğin 560 milyar yolsuzluğu bütün televizyonlara böyle yazdılar. İki gün, üç gün. Sonra sonra bir, bir hesap makinesi, bir çarpı tuşuna rezil oldular. İstanbul'un 6 yıllık bütçesi çalındı denen paradan küçük çıktı. 497 milyar. %70'i maaş diye ödenmiş. 560 milyar değil 400, 400, 497 milyarı çalsan 6 yıl ne beton atılıyor ne kanal, su kanalları yapılabiliyor ne aydınlatma ne temizleme ne çöp toplanıyor. Bütün parayı çalsan. Tak sustular. O yalanı atanlar şimdi ne yapıyor? Vallahi bir köşede utanarak otursalar bir şey demeyeceğim. Aynı ekranlarda o günün yalanını bıraktılar, bugünün yalanını atıyorlar. Bakın dediler ki: İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1.200 telefon aldı, delegelere dağıttı. Çıkardık telefonları. Baz kayıtları burada. 1.200 değil, 120 değil, 12 değil. Bir tanesini bulun be kardeşim. Yok, sustular. Şimdi o, o gün ekranlarda olanlar CNN'in ekranında, TGRT'nin ekranında, TV100'ün ekranında, bütün TRT'nin ekranında servis ediyor adam. Servis ediyor. Bu oldu diye yer alanlar bugün yok. İddianamede de yok, olmayacak. Sorusu sorulamadı da, sorulunca cevabı alındı da, kanıtı da yok ama sadece alçakça tartışıldı. İmamoğlu birtakım insanlarla bir araya geldi. Büyük bir rüşvet çetesi vardı. Dediklerinin hiçbirisi HTS kayıtlarından çıkmadı. 

Özel: 'İmamoğlu’na suikast yapılacak’ demiş

1200 değil, 120 değil, 12 değil. Bir tanesini bulun be kardeşim! Yok. Sustular. Şimdi o, o gün ekranlarda olanlar, CNN’in ekranında, TGRT’nin ekranında, TV 100’ün ekranında, bütün TRT’nin ekranında servis ediyor adam, servis ediyor, “Bu oldu.” diye yer alanlar bugün yok. İddianamede de yok, olmayacak. Sorusu sorulamadı da, sorulunca cevabı alındı da, kanıtı da yok ama sadece alçakça tartışıldı. İmamoğlu birtakım insanlarla bir araya geldi. Büyük bir rüşvet çetesi vardı. Dediklerinin hiçbirisi HTS kayıtlarından çıkmadı. Şimdi sustular. Kamerada valizin içinde para var dediler. İki gün parayı konuştular. Açtık, cemırı gösterdik. 10 gün de cemırı konuştular. Sonra sordular: “Hangi ihtiyaçtan kullanıyorsunuz? Bu cemırı neden aldınız?” Dedik: “Biz almadık. Rahmetli Kadir Topbaş’tan İBB envanterine kalmış. Kadir Bey kullanıyormuş. Hatta onun makam aracının arkasında bir cemır aracı da gidiyormuş.” Bunu da yakın siyaset arkadaşları doğruladı. Ekranlarda soruldu, cevap alındı. Hangi ihtiyaçtan cemır kullanıyorsun? Bugünkü Cumhurbaşkanı hangi ihtiyaçtan kullanıyorsa yarınki Cumhurbaşkanı da o ihtiyaçtan kullanır. Memlekette anket var. Telefonlar dinleniyor mu? %70 evet. Seninki dinleniyor mu? %75 evet. Köşede poğaça satıyor adam, telefonu dinleniyor. Anasını arıyor poğaçacı, WhatsApp’tan arıyor. Ondan sonra efendim, bu hangi ihtiyaçtan? Her şeyi bilmek zorunda mısın? Her konuştuğumuzu kayda almak zorunda mısınız? Ya da bakın, dünya kadar tehdit, saldırı, bilmem ne. Bunlarla ilgili sizin canınız can, tedbir alıyorsunuz da bizim Cumhurbaşkanı adayımızın canı can değil mi? Ekibi tedbir alacak cemır, araç, bak. Bakın bilgi vereyim. Bilgi vereyim. Arkadaşlar detaylarını paylaşsınlar. Bu yılın ocak ayında dünkü bebek, evlat katili saldırgan İBB’ye gelir. “Benim koğuşta birlikte yattığım arkadaşlar şimdi tutuklamaya sevk etmişler. Işık hızıyla da tutuklamışlar. Bu soru sorulmadıysa bir geri çağırsınlar. İBB’ye gelmiş. ‘Koğuşta birlikte yattığım arkadaşlara talimat verildi. İmamoğlu’na suikast yapılacak.’ demiş. İhbar etmeye geldim demiş.” Bakın nasıl bir koğuşta yatmış? Bu irtibatta olduğu arkadaşları kimmiş? Bizimkiler polisi çağırıp, iki kişi, iki polise vermişler. "Alın, dinleyin. Bu böyle iddiada bulunuyor." diye.

"Savcı Bey, baktın mı o koğuşa"

Kapıyı çalacak. "Ben iki evladın katili adamım. Yeni çıktım içeriden 3 yıl 4 yıl önce. Koğuş arkadaşlarımla irtibatım devam ediyor. İmamoğlu'na suikast emri aldılar, bilginiz olsun." diyecek. Savcı Bey, bir baktın mı o koğuşa ya? O koğuş arkadaşları nerede? Bizim konumuz ne? Bizim konumuz İmamoğlu'na suikast yapacak diyen adam dün herkesin gözü önünde ana muhalefet liderine saldırıyor. Bu adamı birileri böyle kullanıyor. Sen niye jammer açtın? Vallahi biz bu ülkede yarattığınız korku imparatorluğu yüzünden, bütün telefonlar dinleniyor diye bütün kayıtlar gazetecilerle Ekrem Bey'in yaptığı normal görüşmeleri alıp otelden sevk eden siz değil misiniz basına? Oraya sen her türlü bürokratla görüşeceksin, bilim insanıyla görüşeceksin, iş insanıyla görüşeceksin. Rekabet ettiğin kişi görüşürse onların hepsine çökeceksin.

Kameraların bantlanması olayı

O, sen niye bantladın bunu? Vallahi bantlamayı biz kimseden öğrenmedik. O görüntüleri servis edildiğini gördük, bildik. Size karşı alınacak tedbir o olduğu için onu bantladık, çok da iyi yaptık. Bir garajda lüks otomobilleri iki gece gösterdiler.

Ekrem Bey'in aracı, Dilek Hanım'ın aracı, kayın biraderin aracı. Bir tanesi çıkmadı, kimsenin aracı. Kimin çıktı? MHP milletvekilinin aracı. Şimdi konuşan var mı? Yok. Çünkü kural belli. Yalan atılacak, medyada köpürtülecek, algı yaratılacak, milletin zihni bulandırılacak, onun üzerinden kendince siyaset kurulacak.

Anketlerde bu yalanlara inananların sayısı dört kişiden bir kişi. O bir kişiye de diyorum ki: Allah aşkına bir kanaldan izlemeyin. Orada bir şeye bakıyorsanız dönün bir de Halk TV'ye bakın, bir de Sözcü'ye bakın, bir de Tele1'e bakın, bir de dönün Fox'un haberlerini dinleyin. İşin o iddiayı duyduğunuz gibi cevabını da duyun.

Ya biz seni niye uğraştırıyoruz ki bu kadar vatandaş? Bir A Haber'e bak, bir Fox'a bak. Madem ikimiz de eminiz. Ben başkanımdan, başkanlarımdan, arkadaşlarımdan eminim. Hepimiz öyleyiz. Siz savcıdan eminseniz açın TRT'yi, yapın yargılamayı canlı yayında. Sorun soruyu, atın iftirayı, alın canlı yayında cevabı. 19 Mart'ta darbe girişimini püskürtürken binlerce genç gözaltına alındı. Yüzlercesi tutuklandı.

Halen 44 arkadaşımız tutuklu. Bunlardan bir tanesi Elisa. Geçen hafta Bakırköy Kadın Cezaevi'nde kendisini ziyaret ettim. Keşke keşke Elisa'nın hikayesini herkes duysa. 22 yaşında. Annesini kaybetmiş. Babasının iki evladından biri. Babası apartman görevlisi. Apartmanda çalışıyor, apartmanın çöpünü atıyor, merdivenlerini paspaslıyor, evlat okutmaya çalışıyor. Çok kabiliyetli. Yurt dışından, Amerika'dan, Avrupa'dan birçok okuldan burs kazanmış. %90'ını veriyorlar, 10'unu verecek para yok diye Amerika'ya, Almanya'ya gidememiş. %100 burslu kabul eden Belçika'da bir üniversitenin konservatuvarında okuyor. Fotoğrafçılık okuyor.

Türkiye açısından çok büyük bir fotoğraf sanatçısı, çok iyi bir fotoğrafçı yetişiyor. Belçika'da "Baban ne kadar yolluyor?" dedim. Yollayamıyor. "Nasıl geçiriyorsun?" dedim. "Çalışıyorum." Hangi işte? İki işte. 6 saat 6 saat garsonluk yapıyor. Bazı günler 6, bazı günler 8 saat yemek yemek fabrikasında hazır yemek dolduruyor. Bu ikisinden aldığı maaşla Belçika gibi yerde konaklıyor, yiyor, içiyor, yaşıyor. 2,5 senedir gelemiyor. Geldiği gün Türkiye'de üniversite öğrencilerinin tutuklanmasını duyuyor, protestoya gidiyor. Kendi yazmadığı ve yasalara göre suç olarak da saymadığı, "Bu eleştiridir yönetim biçimine." dediği bir dövizden dolayı Cumhurbaşkanı'na hakaretten yatıyor. Cumhurbaşkanı'na hakaret olduğu için birçok yönden kısıtlanmış. Ayrıca kalp hastası, böbrek hastası. Düzenli olarak doktor kontrolü gerekiyor ama 22 yaşında pırıl pırıl bir genç, yaprak gibi yaprak gibi böyle titriyor. Kadın cezaevinde tutuluyor. Bana dünya kadar şey yazıyorlar. Dünya kadar mahkeme açıyorlar. Dünya kadar tazminat davası. Şöyle yapalım. Elisa'nın günahı neyse bana yazın. Birazını da Ali Mahir'e yazın. Çoğunu ona yazın. Gökhan Bey Gökhan Bey'e yazın, parti sözcüsüne yazın, başkana yazın. Ne yazmış Elisa? Bu yönetim biçimi elindeki pankart şu. Diyor ki: "Ben bunun hakaret olduğunu bilsem tutmazdım. Orada vardı, aldım onu gösterdim." diyor. Üstünde diktatör Erdoğan yazıyor. Diktatör Erdoğan, büyük suç. Bırakın Elisa'yı, yazın birer tane bize. Diktatör Erdoğan dediler diye.

"Cumhurbaşkanı tarafsız olacak"

Durun, durun, çok zararlı çıkarız bu işten. Bir Elisa'ya şimdi 600 tane dava. Şimdi çolukla çocukla gençle uğraşmak doğru iş değil. Biz 86 milyona söz veriyoruz. İktidarımızda kimse bizden böyle şeyler görmeyecek. Bir kere tarafsız cumhurbaşkanına yazılmış madde taraflı cumhurbaşkanına uygulanmayacak. Bu kolaycılığa kaçınılmayacak. Mümkün olan en kısa zamanda cumhurbaşkanı yeniden tarafsız olacak. Güçlü bir parlamenter sistem kurulacak. Güçlü parlamenter sistemde medya da güçlü olacak, yargı da güçlü olacak, sendikalar da güçlü olacak. Hepsi bağımsız olacak. Herkesin içi rahat, gönlü huzur içinde olacak. Bir kişinin suçu, günahı ne olursa olsun anası, babası, eşi bu suçtan sorumlu tutulmayacak. Rehin alınmayacak, rahatsız edilmeyecek. Eşi KHK'lı diye diğer eş, eşi bir örgütle ilgisi var diye diğer eş işinden edilip aile açlığa sürüklenmeyecek.

KHK'lılar, mahkemede yargılanıp da beraat edenler hakkında kovuşturmaya gerek yok kararı verilenler, hiç soruşturma açılmayanlar hatta yargılanıp da adil yargılanmadım diyenlere de bir yargılanma daha hakkı verilip artık kimse ama kimse eşinin, dostunun, onun bunun uzak akrabasının temasından dolayı bir örgüt mensubu diye yaftalanıp bir kayıp nesil, bir kayıp kuşak yaratılmaya çalışılmayacak. Ha FETÖ, o örgütün başındakiler, darbeyi yapanlar, finanse edenler, bu kumpasları kuranlar geçmişte ne istediyse alanlar cezalarını alacaklar, çekecekler. Onlarla hiçbir işimiz yok. Hiçbir işimiz yok.

"Erdoğan çoklu makam bozukluğu hastalığının pençesindedir"

Ama iktidar değişimini rakiplerin dövüleceği bir sopayı ele geçirmek olarak gören varsa dosta düşmana diyorum ki: O sopayı da 40 yerinden kıracağım, 40 yerinden. Ne diyor Yunus? Yunus Emre: “Adımız miskindir bizim. Düşmanımız kindir bizim. Biz kimseye kin tutmayız. Kamu alem birdir bize.” Bizim yönetim anlayışımız budur. Hep söylüyorum, siyasette milletin yanında duran kazanır.

AK Parti milletin yanından ayrıldığı için, devletin yerine geçtiği için, partiyi devlet, devleti parti bildiği için, katılması gereken toplantılara katılması gerekenleri CHP'li diye dışlayıp olmaması gereken parti sözcülerini, il başkanlarını resmi toplantılara dahil ettiği için ve Türkiye'de devletle partiyi birbirine karıştırdığı için bu milletin gözünden de düşmüştür, gönlünden de düşmüştür. Bu krizi Sayın Erdoğan yaşamaktadır ve yaşatmaktadır. Yaşattığı krizin bütüncül adı çoklu makam bozukluğudur. Erdoğan çoklu makam bozukluğu hastalığının pençesindedir. O hastalığın bütün yükü millete çektirilmektedir. Millet kendisini seçti, cumhurbaşkanlığı makamına oturtttu ama kendisi AK Parti Genel Başkanlığı'na geri döndü. Sayın Bahçeli'nin deyimiyle: “O anayasaya uymuyor, anayasayı ona uyduralım.” dediler ve bir partinin genel başkanlığıyla cumhurbaşkanlığını aynı koltuğa, iki karpuzu aynı kolun altına verdiler. Hem başkomutanım diyor hem ilçe başkanı atıyor. Ya başkomutanın ilçe başkanı atamakla ne işi olur arkadaşlar? Başkomutan başkomutanlığını bilecek ki herkesin başkomutanı olacak. Malatya'nın ilçe başkanı atamakla meşgul olan başkomutanı millet de takmaz, dünya da takmaz.

Bu 19 Mart meselesine biz darbe diyoruz. Biz 19 Mart’ın 23 Mart’ta millet tarafından geri teptirildiğini, püskürtüldüğünü söylüyoruz. Dört kişiden biri Erdoğan’a inanıyor, gerisi inanmıyor ama burada Erdoğan’a inananlar da bir şeyin maalesef farkına varmıyorlar. Bu darbenin bedelini Ekrem Başkan, belediye başkanları, arkadaşlarımız hapiste yatarak ödüyor. Partimiz birçok zorlukla mücadele ederek ödüyor. Peki sen ödemiyor musun? Sen de ödüyorsun. Herkes birlikte ödüyor. Ekrem Başkan’ın cumhurbaşkanı adaylığına engel olmak için yapılan başta diploma iptali, beş ayrı açılan dava, terör davası, yok yolsuzluk davası, içerideki süren tutuklama, bunun Türkiye’ye yaşattığı maliyet 55 milyar dolar oldu. Bu parayı 86 milyona bölüştürdüğümüzde kişi başına 25.000 lira düşüyor. Yani yüzde 25, Erdoğan’ın ikna edebildiği yüzde 25’e sesleniyorum.

"Emekliler iyice koptu bu iktidardan"

Türkiye’deki her dört kişiden biri iddialara inanıp Erdoğan’a inanıp Ekrem Başkan’ın tutuklanmasına olur diyorsa o yüzde 25 bilsin ki senin de cebinden gitti bir 25.000 lira kişi başı maliyet. Ayrıca inananların içinde emekli varsa, pek yoktur da. Emekliler iyice koptu bu iktidardan. Olana söylüyorum: Senin aldığın maaş 14.500 liraya. 12.500’den 14.500’e çıktı. 2.000 lirayı bu dört ay içinde eridi yüzde 13,5 enflasyonla. Bu maaşı ₺30.000 yapsak nasıl olur? İyi olur diyorsan Erdoğan yapmıyor ya, para yok diye. Burada harcanan paranın dokuzda biri senin maaşını 30.000 lira yapmaya yetiyor. Erdoğan’a inanan yüzde 25’e söylüyorum: En düşük emekli maaşı ₺30.000 olabiliyor bu parayla. Hem de onda biriyle. Bu yüzde 25’in içinde Yozgat’ta kalmamış, gördüm ama çiftçiler varsa bütün çiftçilerin bütün bankalara borcunun toplamı 1 trilyon lira. Bunların harcadığı para 2,2 trilyon lira. Yani bütün çiftçilerin borcunu bir seferde silebiliriz. Borcu kadar da kendisine para verebiliriz bu parayla. Erdoğan’a inanan çiftçi varsa bilsin ki inanmayaydı, onu başta tutmayaydı ya da onun gözü dönüp bu işe kalkışmayan parayı çiftçiye ayıraydı bankaya borç da yok, faiz de yok, bir o kadar da parayı hesabına yatırabiliyordu bu para. O yüzden çok ağır bedeller ödüyoruz. En ağır bedellerden birini de çok gözle görülmüyor, konuşulmuyor ama KOBİ'lerimiz ödüyor. KOBİ dediğin küçük, orta büyüklükteki işletmeler Türkiye’nin taşıyıcısı.

"Tayyip Bey’in Ekrem ağrısı var"

Geçen sene yaptıkları ihracat $87 milyar. Tabii ithalat da yapıyorlar. $19 milyar dış ticaret fazlası verdiler. Türkiye'yi sırtında taşıyor bunlar. Şimdi bu yapılan yanlış işlerden sonra, 2001 sonrası bakın AK Parti'den önceki krizden bugüne en yüksek faizdeyiz. 2001 sonrası, %60. Gerçek maliyeti %70 KOBİ'lere, firmalara. Enflasyon çıkmış %36. Türkiye'de kredi kullanımı artmış %38. Yani tüm kredilerde %2 artış var. KOBİ kredileri 33. %3 reel düşüş var. Bu ne demek? Geçen sene aldığın krediyi bu sene geri çağırıyorlar demek. Yüksek faizle ödeyemiyorsun. Ödeyemediğin zaman şüpheye düşüyorsun, hacze uğruyorsun demek. Bu ne demek? Konkordato demek. Bu yarın ne demek? Derin bir işsizlik krizinin daha tırmanıyor olması demek. Bu yüzden bu parasal sıkılaşma meseleleri, kemerleri sıkma meseleleri, efendim işte kredilerin büyütülmemesi, küçültülmesi, şüpheli kredilerin hızla geri çağrılması işi hepsinin sebebi bu yaşanan, Ekrem Başkan’ın hani bunları “Ekrem ağrısı tuttu.” dediği süreç var ya o Ekrem ağrısından kurtulmak için acı ilacı, acı reçeteyi hepimize içiriyorlar. Tayyip Bey’in Ekrem ağrısı var. Bunu dindirmek için acı ilaç 86 milyona. Bunu böyle bilelim ve bu hesapları yaparken buna göre yapalım. Enflasyon açıklandı. ENAG’a göre %74. TÜİK’e göre bunun çok altında. Dört aylık enflasyon %13,5. TÜİK enflasyonu %38 hazırlıklıyor, ENAG %74. ENAG’ın hesabı nasıl, belli yaptığı ortada. TÜİK’in hesabı nasıl yaptığı belli değil ama bir tek şey söylüyoruz: Geçen sene aldığın malı, ₺100'lık malı bu sene ₺175’e alıyorsan ENAG haklı. Bu malı ₺138’e alabiliyorsan TÜİK haklı. Herkes hesabını kendi yapsın. Ben çıkıyorum, esnafa, Tayyip Bey'e de tavsiye ediyorum ama daha yapmadı. Ben gidiyorum pazara. Bakıyorum. Bu ne? Çocuk zıbını. Kaç para? 300. Geçen sene kaçtı? 150. ENAG bile yalancı çıkıyor pazarda. Her şey iki katına çıkmış ama TÜİK diyor ki %38. Çünkü buna göre ödüyorlar, buna göre zam veriyorlar.

"Asgari ücretin aldığı ₺6.000’lik zammın yarısı gitti"

Dört aylık enflasyon %13,5. %13,5. Asgari ücret ₺3.000 kaybedip verildiği güne göre ₺19.000’e geriledi. Asgari ücret ilk atıldığı gün ₺22.000’di. ₺19.000’e geriledi şu anda. Bugünkü alım gücü o günkü ₺19.000’in alım gücü. Asgari ücretin aldığı ₺6.000’lik zammın yarısı gitti, dört ayda yarısı kaldı.

Emeklinin zammı eridi

Emekliye yapılan zammın, ₺2.000, tamamı eridi, gitti. ₺12.500’e geri döndü emekli. Şimdi emekli bugünden sonra zam aldığı günden de geriye gidecek. Asgari ücretli yılda dört kez zamlarsız deyip de bir kez zamladıkları asgari ücret ara zam almazsa en fazla üç ay sonra artık yılın yarısından itibaren geçen senekinden de geriye düşecek. Bunları hepimizin görmesi, bilmesi, ayrı ayrı anlatması lazım. Tabii nisan ayında en yüksek artış %130’la şans oyunlarının olmuş. Yumurta %109, üniversite eğitimi %108, kira artışı %89 olarak tespit edilmiş, bu nisandan geçen nisana bakıldığında.

"Mehmet Şimşek istifa etmek istiyor"

Mehmet Şimşek iki yıl önce geldiğinde enflasyonu ne yapmaya geldi? Hızla düşürmeye, tek haneli rakamlara indirmeye. O gün enflasyon kaçmış? %38. Bugün enflasyon kaç? %38. Bir arpa boyu yol alınamamış. Gitmiş bütün dünyadan para toplamış. Hem para almış hem Amerika’dan geçen hafta olduğu gibi emir almış. İngiltere’ye gitmiş, oralardan para bulmuş. Sonra gelmiş o paraları Ekrem İmamoğlu korkusuna o günden bugüne $55 milyarı yakmış, saçmış. Sorulunca da: “Biz o rezervleri bu günler için biriktirdik.” demiş. Mehmet Şimşek o lafı ettiği günden beri bu darbenin mali ayağıdır.

Dünyaya karşı geçmişte kendini prestijli birisi olarak, demokrat birisi olarak pazarlayan Mehmet Şimşek kendisinin seçimle gelmiş birini gönderip yerine kayyım atamaya, Başkanı adayının adaylığına engel olmaya çalışılan darbenin finansörü olarak teşhis etmiştir. Şimdi, "Söyledikleri olmuyormuş da bilmem neymiş de istifa etmek istiyorum. Beyefendiden affımı talep ediyorum." Bırakıp kaçıp kurtulacak. Bir kere, istifam istifa etmesin, burada beklesin. Çünkü biz bu darbe girişimiyle sandıkta hesaplaşacağız.

O Mehmet Şimşek'in o gece yüzünü göreceğiz. Ama Mehmet Bey, bir punduna getirip de kaçarsan vallahi kaçamazsın. Ant olsun ki peşini bırakmayacağız. Gittiğin ülkede, gittiğin ülkede hangi işe girmeye niyetlenirsen niyetlen, gittiğin ülkede perdeyi açacaksın, billboard'da "Senin bir darbenin finansörü olduğun..." Sokakta yürüyeceksin, vallahi billboard kiralayacağım, otobüs giydireceğim, seni dünyaya rezil edeceğim.

Öyle, "İstifa mı istifa? Beyefendi kabul ederse 10 güne yokum." Gittiğin yere kadar kovalayacağız. Yaptıklarının hepsini bütün dünyaya anlatacağız. Bundan sonra da saygın ekonomistim. O zaman gelip de Türkiye'de darbeye karışmayacaksın, darbe finanse etmeyeceksin kardeşim, etmeyeceksin.

6.2'lik İstanbul depremi ile ilgili Erdoğan'a yanıt

Sayın Erdoğan, deprem gündemi... Allah'a şükür İstanbul'da can kaybı olmayan bir deprem atlattık 23 Nisan'da. Yüreğimiz ağzımıza geldi. Aklımca oradan siyaset çıkarmaya çalışıyor. Efendim, normalde geçen deprem 3 gün ortalıkta yoktu ya. Bu depremde gitti AFAD'da oturdu. Siyasi bir toplantı tertip etti. Bir yanında AK Parti İl Başkanı, bir yanında partisinin Sayın Sözcüsü, bizimkileri çağırmadı. Sonra çıkmış bana "Efendim, depremde neredeydin?" Kardeşim ben depremde nerede olacağım? Bir siyasi partinin genel başkanı olarak gelip de AKOM'da boş bulduğum bir koltuğa oturup da eğitimim olmayan bir konuda, bilmediğim bir konuda, AKOM'daki o boş koltuğa oturup da krizi ben mi yöneteceğim? O koltuğu boşaltan sensin. O koltuk Ekrem Başkan'ın koltuğudur. Onu oraya İstanbullular oturtmuştur. Ama "Ey" diyor, "Sayın Genel Başkan" diyor, "Ne yaptın sen deprem için?" Ne yaptım biliyor musun? Bir kez de buradan tekrar edeyim. 31 Mart'ta birinci parti olduk. Dedim ki: "Eski kavgaların, eski sürtüşmelerin, çekişmelerin kimseye faydası yok. Olsa Erdoğan'a olurdu." 3 ay boyunca bize küfrettiler. Hakaretler ettiler.

Terörist dediler, demlenme dediler, onu dediler, bunu dediler. Birine cevap vermeyip vatandaşın sorunlarını konuştuk. Aslan gibi belediye başkan adaylarımızı tanıttık. Sorunları nasıl çözeceğimizi söyledik. Millet takdir etti, görev verdi. "Bundan sonra da böyle yapalım." dedik. Dedim ki: "Kavga olmasın, tartışma olmasın.

Belediyelerin işleri var, bu işler görülsün." "Bu sırada en önemli gündemimiz" dedim, en önemli gündemimiz. "Elbette adaletsizlik çok önemli. Elbette içeride tutulan arkadaşlarımız çok önemli. Emeklinin açlığı, asgari ücretin açlığı, yoksulluk hepsi çok önemli." Bir de dedim, hepsine önerilerimi söyledim. "Asgari ücret 30.000 lira olursa oy veririz." dedik. "En düşük emekli maaşı asgari ücret olmalıdır." dedik. Hepsini söyledik ama dedim ki: "Hepsi bir yana en önemli gündem Türkiye'de deprem. Lütfen" dedim, "burada bir deprem bakanlığı kurun. Bu bakanlığın başına Türkiye'de bu işte en iyi kimse onu getirin.

"Ekrem Başkan'ın 'Deprem konseyi oluşturalım' teklifini reddettiler

Altına da kendi partiniz dahil, benim partim dahil, tüm mecliste grubu bulunan partilerden birer bakan yardımcısı isteyin. Hepimiz de verdiklerimizi liyakatta yarıştıralım. Siyasete alet etmeyelim. Yapılan iş ne size ne bana, bu millete yarasın. Bu deprem meselesini riski de beraber alarak yarın öbür gün bir övgü olacaksa da hepsini millete ortak ederek yapalım." Not aldılar. 10 gün, 15 gün, 20 gün sonraki görüşmede bir daha söyledim. "Ne yaptınız?" dedim. Bir daha not aldılar. O günden bugüne, o günden bugüne Ekrem Başkan'ın "Deprem konseyi oluşturalım." teklifini de reddettiler. 233 projeyle İstanbul'u deprem riskine karşı hazırlıyoruz. 114 milyar liralık deprem seferberlik planını hazırlamışız. Acil ulaşım yollarını yapmışız.

"Onlar bizi silkelemekle uğraşıyor"

Riskli yapılar tespit edilmiş ve önlerinde İstanbul'un, İzmir'in dünya kadar kentsel dönüşüm projesinin, ayrıca yurt dışından bulunmuş hibelerin, kredilerin imzası duruyor. Onlar bizi silkelemekle uğraşıyor. Allah göstersin, Allah göstermesin. 23 Nisan'da İstanbul'u 6.2 ile silediler. Daha fazla İstanbul'da bir şiddet olaydı o zaman görecektin sen. Milletin seçtiği belediye başkanını silkelemek mi yoksa depreme el birliğiyle hazırlık yapmak mı? Bir kez daha buradan Sayın Erdoğan'a, Sayın Erdoğan'a hatırlatıyorum. Türkiye'nin bu önemli deprem gündeminde nüfusun %65'inin, ekonomisinin %70'inin olduğu belediyeleri yöneten partinin genel başkanı olarak gel bu işi siyasi çatışmadan çıkaralım. 

"İstanbullu Kanal İstanbul'u istemiyor"

Hep birlikte çalışalım. Bu milletin evlatlarını İstanbul depremine, diğer şehirlerin depremine kaybedip de mezarlarının başında oturup ağlamayalım. Aklımızı başımıza toplayalım. Kanal İstanbul konusunda önerimizi sunduk. Kendine güvenen sandığı getirir. İstanbullu Kanal İstanbul'u istemiyor. 65 milyar dolara mal olacak olan bu projede 1,5 milyon konut yapabiliriz. 24.000 tane konut yapmış. O konutu anlatmaya uğraşıyor. Bakın, sosyal konut dediği konuta bakın. 1/100.000 ölçekli, mahkemelerin iptal ettiği şu korsan, bakın bu Kanal İstanbul. 24.000 konutu yaptığı yer burası, kanalın boyu. Konutlar burada. Kanal burada, konutlar burada. Bu korsan, bu hukuken yok hükmünde olan plana göre buraya konut yapıyor. Suçüstü yakalanınca da "garibana verecektim" diyor. Bakın, "garibana verecektim". Hadi şimdi bizim sayemizde belki garibana vereceksin, göreceğiz. Bir de ta İstanbul'un burasında, o kanalı gören yerde, hem de gölün su toplayacağı havzayı da katlederek bunu yaptın. Peki burayı, burayı, burayı, burayı hangi garibana, Katar'ın hangi garibanına söz verdin sen? Katarlıların hangi garibanına?

Söz verdi değil, tepeden tespit etti, önerdi. Tapularını aldılar. Bazı yer var, 5 kere tapusu değişti. Kendisi Kanal İstanbul dediğinden beri. Gariban vatandaşın tarlalarını topladılar, arsalaştırdılar. Kaçıncı taklayı attırıyorlar?

"Erdoğan'a soru soran basın mensubunu korumalar karşı duvara kadar atıyorlar"

O yüzden referandum konusunu Sayın Erdoğan'a, sayın basın mensupları tarafından sorulmasını, soruyu soran basın mensubunun da korumalar tarafından ileri atılmamasını, cevabın verilmesini talep ediyoruz. Çünkü cesaret edip bir tane soru soran çıkıyor içinde. Korumalar alıyor, karşı duvara kadar atıyorlar. Arkadaşlara da sonra: ''Efendim, niye sormuyorsunuz? Niye bilmem ne yapıyorsunuz?'' demeyelim. Nelerin yaşandığını görelim. Diyeceğim şu: Basın mensubunu duvara fırlatan korumadan o kişinin koruduğu kişi mesuldür.

"Saldırıda koruma zafiyeti yok"

Bizim yaşadığımız olayda herkes konuşuyor. Koruma zafiyeti var diye. Koruma zafiyeti yok, korunma zafiyeti var. Oraya gittiğimizde ekibin en öne koyduğu kişiyi cenazedeyiz, milleti itip kakmasınlar, yarmasınlar diye çeken benim. Baklava düzeni alıyorlar, bu iki arkadaş uzaklaşsın. Biz cenazeye gidiyoruz, böyle harala gürele olmasın diyen benim. Ondan sonra ey, her biri birbirinden kıymetli, iyi niyetli, aile babası, iyi eğitimli, inandığımız, güvendiğimiz arkadaşları linç ediyorlar. Koruma zafiyeti, bilmem ne. korumayı yönlendirme zafiyeti, korunma zafiyeti varsa bana aittir. Oradaki diğer büyük tertibin yani koruma önlemlerinin alınmamasının, o yoldan yürütülmemizin, o caminin orada bekletilmesinin hepsinin açığa çıkmasının sorumluluğu da iktidara aittir. Hiçbirimiz olmadık kişileri boşu boşuna zan altında bırakmayalım.

"Kıbrıs ve Filistin meselesi Cumhuriyet Halk Partisi'nin kırmızı çizgisidir"

Değinmezsek olmayacak bir konu: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Erdoğan'ın oraya saray yapması, külliye yapması ayrı mevzu. Trump'ın baskısıyla ve Avrupa Birliği'nin teşviğiyle, Avrupa'daki ülkelerin teşviğiyle bizim Kuzey Kıbrıs'ı tanısınlar diye beklediğimiz Türk cumhuriyetlerin gidip Güney Kıbrıs'ı tanıması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni işgalci olarak gösteren kararları tanımaları Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının tam anlamıyla iflasıdır. Trump korkusudur. Türkiye'nin tezlerinin terk edilmesi, güvendiği dağlara kar yağmasıdır. Kıbrıs'taki konuşmada bu konuya bir kelime değinilmemesi nasıl bir teslimiyet içinde olunduğunun kanıtıdır. Biz hem bu konuda hem de Trump'ın: ''Efendim, Gazze güzelmiş, otel yapacağım.'' deyip, ''Kumarhane açacağım.'' deyip, ''Bu Filistinlileri etrafa dağıtacağım.'' deyip soykırım suçunun üstüne bir de teciri getirmesini son derece sıkıntılı, kaygı verici, direnilmesi gereken bir mevzu olarak görüyoruz. Gazze'nin hemen önünde bütün Avrupa'ya 100 yıl yetecek hidrokarbon yataklarına Trump'ın böyle kendince gülümseten üslubuyla çökerken buna sessiz kalınmasını büyük bir ihanet, Filistin davasına ihanet olarak görüyoruz. Kıbrıs ve Filistin meselesi Cumhuriyet Halk Partisi'nin kırmızı çizgisidir. Bu konuda iktidarı bir kez daha en net şekilde uyarıyoruz.

Geçmişte gizli kasasının sonra devletin örtülü ödeneğinin emanet olduğu kişinin oğlunu meslekten gelmeden Dışişleri Bakanlığı'na alan, bakan yardımcısı yapan, Kuzey Kıbrıs'a büyükelçi atayan, 6 ay sonra da apar topar alan Erdoğan'a sorular sordum, susuyor.

Halil Falyalı olayı 

Yasin Ekrem Serim'in Halil Falyalı'yla, öldürülen Halil Falyalı'yla ortak olduğu ortada. Halil Falyalı'nın 45 şantaj kaseti olduğu iddiaları ortada. Bu iddiaların peşine Süleyman Soylu'nun nerelere gittiğin, Dubai'lere gittiğinin, neler yaptığının hep kanıtları devletin elinde, senin bilginde. Ondan sonraki İçişleri Bakanı zaten biliyor kendinden önce olanı da ama oraya büyükelçi yaptığını aniden çektin. 45 kasetin 40'ı elde edilmiş, 5'i kayıpmış. Bununla ilgili Cemil Önal diye birisi başladı anlatmaya. Kıbrıs basını yazabildi, bizim basın yazamadı. Bütün dünya bildi. Hatta birisi sonradan çarpıtıyor. ''Seni aradığımı ispat et.'' Beni aradın demedim ki. Haber yolluyorsun arada gazeteciyle, onunla bununla. O kasetlerde bir ben mi varım? O kasetleri bir dönün bakın. O kasetlerde Binali Bey'in oğlu yok mu? Hakan Fidan'ın ailesi yok mu? Erdoğan'ın ailesine bakın diyen sensin. Şimdi ben o gün de dedim. Aileyle uğraşmayız, emin olmadığımız şeyi varmış gibi söylemeyiz ama bu işe bir baksın bu devlet dedik. Bunlar bu işe bakacakken Cemil Önal'ı otelinde vurdular, susturdular. Şimdi Erdoğan, bunları söyleyen kişi öldürüldü. Muhasebecisiydi, ortağıydı Halil Falyalı'nın. Halil Falyalı öldürüldü, kasetler ondaydı. Adamın ortağını Kıbrıs'a büyükelçi yaptın. Yaptınsa neden yaptın? Aldınsa neden aldın? Bunu bir bize anlatman lazım. Ama ağızlarını bıçak açmıyor. Hepsi birbirini biliyor. Hepsi kimin bu işin en orta noktasında olduğunu ve çok kişiye karıştırırsam, Binali Bey de söylesin, Hakan Fidan da söylesin, Erdoğan'ın çocukları varsa söylesin, yolla kasetin bir nüshasını. Var mı, görelim. Madem ki o kadar eminsin, bir de sonra dönüp: ''Vay efendim, ben Özgür Özel'i aradıysam ispatlasın.'' Bugün de gitmiş bir yerde kariyer planlama günleri yapıyormuş, çocuklar da onu dinliyormuş. Kariyerini ona uyup da planlayan evladımın vay haline, vay haline."

 

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
Gündem