Çağatay Yaşmut: Masam benim hem dostum hem düşmanımdır!

Kadıköy Cinayetleri romanıyla 2012 Dünya Kitap Altın Sayfa Polisiye Roman Ödülü’nün sahibi olan polisiye edebiyatımızın güçlü kalemlerinden Çağatay Yaşmut’la çalışma odasında, yazı masasının başındayız.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Çağatay Yaşmut: Masam benim hem dostum hem düşmanımdır!

Faruk ŞÜYÜN

Çağatay Yaşmut’un tamamı Oğlak Yayınları’ndan çıkan polisiye serisinin ilki olan Beyoğlu Çıkmazı’nı keyifle okumuş, yayın yönetmeni olduğum Dünya Kitap’ın Altın Sayfa Polisiye Roman Ödülü’nü aldığında çok sevinmiştim. Romanın kahramanı Başkomiser Galip’ti. İşte o Galip’in yaratıldığı odada, Çağatay Yaşmut’un yazı masanın başındayız. “Yazı masası ile iletişimim çok fazladır. Bir yandan onu düşman görürüm! Öte yandan benim çok önemli, çok büyük bir dostumdur” diye anlatmaya başlıyor Çağatay. ‘Niye?’ diye sormak da bana düşüyor:

“Çünkü yazmak zaten başlı başına çok zor bir eylem. Ve o masaya oturduğum zaman, bir sıfır yenik başlıyorum aslında müsabakaya. Çünkü çok zor oturuyorum başına, çünkü biliyorum ki üç saat, dört saat burada zihinsel bir yorgunluğa gireceğim: Cümleler değişecek, yazacağım, kurgulayacağım… Bu düşünce ile bir sıfır yenik başlıyorum. Fakat beni o kadar çabuk içine alıyor ki masam, üzerindeki objeler, içine girdiğim kurgu bir anda eşitlik sağlanıyor ve ondan sonra üstünlüğü ele alıyorum.”

Bir zamanlar kafelerde, kütüphanelerde falan da yazıyormuş “ama hiçbir zaman buradaki özgüvenimi duyamıyor, mutluluğumu hissedemiyordum” diyor. “Burada her şey elimin altında. Kitaplarım, kalemlerim, objelerim… Bunlar beni besleyen şeyler.”

Zihinsel yorgunluk meselesini biraz daha açmasını rica ediyorum:

“Yalnız roman yazarken değil, zihnin meşgul olduğun her alanda geçerli. Biraz da yaş ile ilişkili sanırım. Yazmaya başladığım ilk zamanlarda oturduğumda beş saat, altı saat masadan kalkmazdım. Ama şimdi öyle değil, 45 dakika sonunda çok yoruluyorum ve…”

Masanın hemen yanıbaşındaki üzerine oturduğum yatağı gösteriyor:

“Şu yatakta 15 dakika zihnimi dinlendirme ihtiyacı duyuyorum, zihin yavaşlıyor, yaratıcılık azalıyor. Ben bu masadan ayrıldığım zaman roman bitiyor mu? Bitmiyor. O kurgu her zaman benim zihnimde. Bu da biraz yorgunluk veriyor tabii.”

Polisiye yazanlar dünyaca ünlü polisiye yazarlarını, kahramanlarını anımsatacak şeyler koyarlar mı masalarına hep merak ederdim:

“O ilişkiyi kurmak istedim. Edgar Allen Poe fotoğraflı bir bardak altlığım var meselâ, ama çok bir katkısı olmadı. Şunun daha çok katkısı var.”

Küçük bir obje, ağaçtan yapılmış bir daktilo gösteriyor.

“Aslında bu bir ataçlık. Sanki bu daktilo ile yazacakmışım gibi! İçine ataç koymaya da kıyamıyorum. Beni Edgar Allen Poe’dan daha çok besliyor.”

Nasıl çalışıyorsun?

“İlham beklemiyorum. Çünkü zaten önceden zihnimde çalışmış oluyorum. Masanın başına oturduğum zaman, ne yazacağımı biliyorum. Bu defterlerde akışlar var. Bir gün önce, ertesi gün şu sahneyi yazacağım, diyorum; o sahneyi kafamda kuruyorum. Sonra ilham gelsin, gelmesin hiç önemli değil. Oturuyorum normal bir işe gider gibi. Üç saat mi kalacağım masada, o planladığım şeyi üç saat boyunca yazıyorum. Diyelim ki o gün kötü günümdeyim yazdıklarım iyi olmuyor, yazmayı bıraktığım zaman gün içinde onu sürekli kafamda çeviriyorum. Ertesi gün oturduğumda o sahneleri tekrar yazıyorum. Açıkçası Simenon gibi günde 10 saat yazamam… Ne gücüm var buna ne de isteğim. O kadar da abartmıyorum.”

Masasının üzerinde defterleri duruyor:

“Defter her yere gelir benimle. Aklıma romanla ilgili bir şey geldiğinde not alırım. Akışı da ona yazarım. Bunların dışında örneğin güzel bir mekân gördüğümde tasvirini buraya not ederim. Her romanda bir iki defter bitiriyorum. Ama, bilgisayarımda da var akışlarım tabii.”

Defteri olanın kalemi de olur:

“Masamda çok kalem olmasını seviyorum kırmızı, mavi… Bir özelliği yok bu kalemlerin. Bir ara dolmakalem kullanıyordum, her yer mürekkep olmaya başladı. Aç kullan bitir olanlardan aldım, onda da ellerim mürekkep oldu. Yani özel bir kalemim yok, çünkü ben biraz dalgınımdır. Güzel bir kalem alırsam kaybederim, kaybettiğim için de üzülürüm. O kalemi de sürekli taşımanız gerekir. Yani törensel bir şeymiş gibi defterim, kalemim olsun istemiyorum. O zaman yaratıcılığı etkileyeceğini düşünüyorum. Aklıma geldikçe yazmalıyım.”

Masadaki objelerle devam ediyoruz. Londra Köprüsü:

“Londra’ya gitmedim, ama bu köprüyü çok seviyorum bana çok farklı gelir, çok etkiler. Madem göremedim, onun objesini alayım dedim.”

Fil, içinden kafasını uzatmış bir fare:

“Filin bana şans getireceğine inanırım. Hamster tarzı fareleri de eşim Filiz sever. Onun için böyle bir kompozisyon yaptım, ufak batıl inançlarım vardır.”

Bir magnette meşhur Mardin görüntüsü:

“Mardin’i çok severim, çok etkilemişti beni. O yüzden o da masamda durur ki baktıkça hatırlayayım.”

Prag yazan içinde kitap ayraçları olan bir bardak…

“Prag’a gittiğimde almıştım. Güzel ayraçların bir ara meraklısıydım. Tabii ki yayınevim Oğlak Yayınları’nın ayraçları da burada, kendi kitaplarımınki de…”

Cevdet Kudret’in Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman’ı ve masadaki diğer kitaplar:

“Türk edebiyatına çok meraklıyım. Bir kitap Henning Mankell’in Kurt Wallander sergisinden. Grange okumadan olmaz. Michael Connelly’yi çok severim. Bunlar okunacak kitaplar. Okunduktan sonra odadaki veya salondaki kitaplıklarda yerlerini alacaklar.

Beni ‘yazar’ diye tanıtıyorlar. ‘Polisiye yazarı deyin’ diyorum. Ben polisiyeciyim, polisiyeden başka bir şey yazmayacağım.”

Teşekkürler Çağatay Yaşmut, yeni kitaplarını dört gözle bekliyorum.

HAFTA