Duygu Sancar: Değişim sancılı bir süreç ve çaba istiyor
İç içe geçmiş iyi ve kötü, şaşkınlıkla karşılanan ikiyüzlülükler… Bugüne kadar fark etmediğimiz ya da bile isteye görmezden geldiğimiz akıp giden hayatların ardındaki gizler… Yazar Duygu Sancar, kendini bulan ve bunu saklamak istemeyenlerin sesi oluyor ‘Hemhâl’ ile…
Gülseren ÜST POLAT
Hemhâl ile edebiyat dünyasına adım attınız. Kitap yazmak hep istediğiniz bir şey miydi yoksa hikaye mi sizi yazar yaptı?
Özellikle kitap çıkarmış bir yazar olmak değil ama yazmanın kendisi her zaman çok ilgimi çekmiştir. Yaparken dünyayı unuttuğunuz, zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğiniz uğraşlar vardır ya, benim için de yazmak öyle bir şey. Oldum olası bir şeyler karalamayı seviyordum. Sınıfın kompozisyonu güçlü öğrencisiyken sonraları bloglar tutmaya başladım. Akademik ve profesyonel hayatım yazmak için yaratmaya çalıştığım vakti maalesef kısmama sebep oldu çokça. Ama insan özellikle otuzlarından sonra dış dünyada maruz kaldığı şeyleri tartıp biçip içinden gelen sese daha çok kulak veriyor malum. Ben de bu vesileyle yazmaya daha çok zaman ayırmaya başladım. Yazdıkça önümde yepyeni ufukların açıldı ve hayatı anlamlandırma çabama katkı sağladı. Sonrasında da bu süreçte katılığım yazı atölyeleri derken Hemhal ortaya çıktı.
Kendini bulan ve bunu saklamak istemeyenlerin romanı, diyebiliriz Hemhal için… Bu hikayenin doğuşuna yani Yağız’ın hikayesinin başlangıç noktasına gidelim. Bu kurgunun doğuşu nasıl oldu? Fikir nasıl gelişti?
Bu bir kurmaca hikâye bildiğiniz gibi. Yağız diye bir karakter gerçekte yok ama aslında tabii ki yüz binlerce Yağız var. Benim bizzat tanıdığım Yağız’ın geçtiği yollardan geçmiş olan bile en az on kişi gösterebilirim. Sınıfta yan sıradaki çocuk, işyerindeki arkadaş, mahalledeki komşu, tiyatro sahnesindeki oyuncu, hastanedeki hasta bakıcı sosyal medya ajansındaki yaratıcı çalışan vs derken aslında Yağızlar tabii ki her yerde. Ama biz küçük yaşlardan beri onları bu içlerinden gelen doğal süreçle savaşmalarını gerektiren, kendilerinden şüpheye düşürecek bir baskıcı ortam yaratıyoruz. Toplumun baskılamadığı koşullarda bile insanın kimliğini bulması sancılı bir süreçken, Yağızlar için durum ne kadar zor siz tahmin edin! Dışarıdan bakınca genelde komik ve eğlenceli olan bu kişiler aslında içlerinde kırık bir kalp taşıyabiliyorlar. Hemhal’de de geçtiği üzere maalesef bu kırgınlıkların üzerine bir sünger çekerek hayatlarına devam etmeyi seçmek zorunda kalıyorlar. Verdikleri bu savaş beni çok etkiledi ve o insanların hissettiklerini ve yaşadıklarını daha çok anlamak istedim. Aileye açılmanın fazlaca anlam yüklenen ancak genelde sonu hüsranla biten bir süreç olduğunu da duyunca bu fikrin üzerinden bir hikâye oluşturmaya başladım.
Gerçekten ne bekliyor bu kitapta okurları? Yağız’ın hayatı bizlere, topluma neler söylüyor?
Unutmayalım ki cinsel kimliği ve yöneliminden bağımsız olarak bir çocuğun ihtiyaç duyduğu en değerli şey sevgi ve güveni hissedebildiği bir aile ortamı. Ve kaç yaşına gelirsek gelelim ailemizin küçük çocuğu olmaya devam ediyoruz. Halbuki babalar bu durumu genelde yok sayıyor ve anneler ise babaların gölgesinde sağlıksız bir iletişim kurmaya çalışıyorlar. Eşcinsellerin toplum içindeki yerine girmek istemiyorum burada. Bu maalesef bazı kişilerin akıl dışı bir şekilde konuya yaklaştıkları bir sürece dönüştü son zamanlarda. Ancak sevdiğim bir söz var ki bu durumu bence çok güzel açıklıyor: “Bilimin en güzel yanı siz ona inanmasanız da gerçek olmasıdır.” Bu da benzer bir mantık işte. İçten gelen o dinamikler bütün baskılara rağmen bir gün su yüzüne çıkacak. Hadi toplumu bir kenara koyalım ama insanın ailesinin kendisine sırtını dönmesi inanılmaz bir travma. Zaten aile dönüşmeye başlarsa günün birinde toplum da dönüşecektir diye umut ediyorum.
“Benim çocuğum eşcinsel olduğunu söylese ne tepki verirdim?” gibi aslında Türk toplumu için oldukça zor bir soru sorduruyor bu kitap. Bu hikaye ilk kitap için biraz iddialı değil mi? Toplumda çok konuşulmak istenmeyen bir gerçekle yüzleştirmek, okuru?
Ben kendi okur deneyimimden yola çıkarak bana sorular sorduran veya sorduğu sorular üzerine düşünmemi sağlayan kitapları seviyorum. Felsefi düşünce bir anlamda. Evet çoğu insan kendi düşüncelerinden oluşan konfor alanından çıkmak istemiyor. Çünkü anlamak değişmeyi gerektiriyor. Değişim de sancılı bir süreç ve çaba istiyor. Özellikle bu konuda yazmış olmak için yola çıkmadım ama demek ki etkilendiğim bir olgu ki buralara geldik. Toplum ise homojen bir yapı değil. Yani evet bir kısım bırakın konuşmayı düşünmek bile istemezken bir kısım anlaşılmayı bekliyor. Bu anlamda ilk veya son kitap olması sanırım benim için bir fark teşkil etmedi.
Yağız’ın hislerini, içsel çatışmalarını nasıl anlayıp, aktardınız? Bu bir araştırma, sorgulama ya da dinleme süreci çünkü baktığınızda. Sizi besleyen kaynak neydi?
Kaynak değil kaynaklar demeliyim öncelikle. Yüzlerce açılma hikayesi okudum. Belgeseller izledim. Röportajlar yaptım. Belirtmeliyim ki memnuniyetle röportaj teklifimi kabul eden kişiler röportaj esnasında biraz zorlandılar. 10-15 senedir konuşmadıkları ve unutmak istedikleri anıları onlara hatırlatmak zorunda kaldım. Ama öte yandan onların dünyasında oldukça popüler bir tartışma olan ‘Aileye açılmak o hayal ettiğimiz dünyayı bize verecek mi?’ sorusuna bir başkasının da kafa yormasını değerli bulduklarını gördüm. Sonuçta anlaşılmak herkesin hoşuna gider. Ve her şey bir kenara yazmak zaten bence başlı başına bir empati süreci. Elbette yazdığınız hikâyeyi güçlendirecek bazı teknik detaylar olmalı ama ‘Bunu ben yaşasam ne hissederdim?’ sorusunu hep aklımda tuttum. Yazılanların bilgilendirici bir metinden çıkıp romana dönüşmesi için kilit nokta bence bu.
Peki, bu kitap sizi nasıl bir serüvene çıkardı? Kurgudan son noktayı koyana kadar geçen süreci biraz anlatır mısınız?
Yazacaklarıyla ilgili tüm araştırmayı yaptıktan sonra metnin başına oturan yazarlar olmakla birlikte benim için süreç biraz içe içe geçiyor. Karakterlerin duygu durumuna dair bazı detayları yazdıkça keşfedebiliyorum veya teknik ayrıntılara dair biraz daha bilgi toplamak üzere araştırma safhasına tekrar geri dönebiliyorum. Karakterler benimle konuşmaya başladıkları zaman artık o akış başlıyor diyebilirim. İşin teknik süreci bir yana yaşanan deneyimler bakımından tahmin ettiğimden çok daha kötü bir tabloyla karşılaştım. Belki de insanın içindeki hep iyiyi umut etme yönelimi ile birlikte ailelerin günün birinde evlatlarını yeniden bağırlarına basacaklarını zannederken çoğunluğun hala bu konuya çok mesafeli olduğunu gördüm. Özellikle sosyo-ekonomik seviye yükseldikçe verilen tepkilerin artması beni epey şaşırttı. Ama belki de en ikiyüzlü bulduğum yaklaşım şu ki komşunun oğlu/kızı için normal kabul edilen süreç konu kendi evlatları olunca bir felaket olarak algılanıyor. Maalesef daha gidilecek çok yolumuz var.
İlk izlenimler nasıl kitapla ilgili?
Öncelikle büyük bir çoğunluk kitabı bir iki gün içinde bitirdiğini söylüyor. Sabahtan başlayıp öğlene bitirenleri bile gördüm. Dilin akıcılığına ek olarak merak duygusunun oldukça etkin bir metin olmasına bağlıyorum bunu. Bunları duymak elbette sevindirici. ‘Bakış açımı değiştirdi’ diyenler de çok oldu. Hatta konuya çok kapalı olduğunu düşündüğüm kişiler şaşırtıcı derecede sahiplendiler. Konuyla ilgili dürüst olmak gerekirse herkesin farklı bir yorumu var ama herkesin buluştuğu ortak nokta bir ailenin bunu yok saymaya çalışmasının sergilenebilecek en kötü yaklaşım olduğu. Kabul etmeli ve anlamaya çalışmalıyız.
Var mı yeni bir kurgu ya da başlanmış yeni bir hikaye?
Bilgisayarım şu an çok dağınık çünkü zihnim de öyle. Dediğim gibi ben yazmanın kendisini sevdiğim için her zaman bir şeyler karalıyorum ama henüz ‘başladım’ diyebileceğim kadar olgunluğa ulaşmış bir hikayem yok. Yazmaktan çok okuduğum bir süreçteyim şu an.
Aziz Sancar’ın yeğenisiniz. Böyle başarılı bir bilim insanı bazı şeyleri başarmak adına sizi kamçıladı mı ya da itici güç oldu mu?
Öncelikle Aziz Amcam’ın müthiş başarısı elbette gurur verici ancak beni asıl kamçılayan Sancar ailesinin bir ferdi olmak diye düşünüyorum. Birçok üyesi alanında büyük başarılara imza atmış ve atmaya da devam eden kişiler. Çocukluktan beri yaptıkları işlerde belli bir standart tutturmaya çalışan kişilerin arasında olmak bence epey değerli. Aziz Amcam’ın bilinen sözüyle bitireyim. “Zekaya değil çalışmaya inanırım bizi birbirimizden ayıran şey çalışmaktır.”