Hayalet binaları hayata döndürelim

Venedik Mimarlık Bienali’nde Türkiye Pavyonu’nun mesajı evrenseldi… Bülent Eczacıbaşı: “Venedik’te varlığımız önemli, zira Bienal Olimpiyat ile eş değer” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Hayalet binaları hayata döndürelim

Gila BENMAYOR

7. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında hüküm süren Venedik Cumhuriyeti’nin bir diğer adı ‘Serenissima’ Serenissima “en sakin”, “en huzurlu” anlamında. Yüzyıllar boyunca süren diplomasi becerileri, zenginlik, refah, adalet nedeniyle Venedik bu ismi hak etmiş.

Bugün Venedik’in kanallar nedeniyle köprülerle ulaşacağınız dar sokaklarını gezdiğinizde, suya açılan palazzo’ları gördüğünüzde huzuru iliklerinizde hissedebilirsiniz.

Tabii çılgın kalabalıklar olmadığı sürece. Her bir köşesinin görkemli geçmişini hatırlattığı bu tarihi şehir, paradoksal olarak 1975 yılından beri dönüşümlü olarak ağırladığı sanat ve mimarlık bienalleriyle geleceğin nasıl olacağını sorguluyor, yeniliğin, değişimin yanında duruyor.

Venedik Sanat Bienali’nden beş yıl sonra yani 1980 yılında başlayan Mimarlık Bienali’nin Avrupa’da postmodernizm dönemini açtığı söylenir ve içgözleme bir davet gözüyle bakılır.

Geçtiğimiz hafta ‘Geleceğin Laboratuvarı’ başlığıyla kapılarını açan 18. Venedik Mimarlık Bienali’nin bu yılki küratörü Ganalı- İskoc mimar, akademisyen ve romancı Lesley Loko.

Lesley Lokko’ya döneceğim.

Venedik’in 919 yıllık tarihi tersanesi Arsenale’deki Türkiye Pavyonu bu yıl, Sevince Bayrak ile Oral Göktaş’ın kürotörlüğünde ‘Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi’ projesini ağırlıyor. Mimarlar Sevince Bayrak ile Oral Göktaş, terkedilmiş yani ‘hayalet binaları’ yıkmak ya da kaderlerine terk etmek yerine, onların hikayelerini dinlemeyi, anlamayı ve dönüştürmeyi öneriyor.

Türkiye Pavyonu küratörleri mimar Sevince Bayrak ve mimar Oral Göktaş.
Türkiye Pavyonu küratörleri mimar Sevince Bayrak ve mimar Oral Göktaş.

 

BULUT VE TEZGÂH

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda, Schüco Türkiye ve VitrA eş sponsorluğunda düzenlenen sergi iki bölümden oluşuyor: Bulut ve Tezgâh. Bulut, Arsenale’nin tarihi tavanından sarkıtılan, üzerinde Türkiye’nin hayalet binalarının fotoğrafları olan kumaşlardan oluşuyor.

Kaderlerine terkedilmiş gökdelenler, hastaneler, okullar, oteller, sosyal tesisler, lokantalar vs.

Tezgâhta ise bu yapıların nasıl dönüştürüleceğine dair yöntemler, araç gereçler, teoriler, hayaller yer alıyor. Küratörlerin hazırladığı “Mimarlığın Çuval Teorisi için Bir Manifesto” nun on beş maddesine referans veren on beş masadan oluşuyor.

Türkiye Pavyonu’nun resmi açılışından önce hem küratörler hem Bülent Eczacıbaşı ile sohbet fırsatım oldu. Sevince Bayrak projenin İKSV’nin çağrısından önce başladığını söylüyor. “İstanbul Planlama Ofisi’nin talebi üzerine Florya Sosyal Tesisleri’nde artık kullanılmayan havuzu yıkmak yerine bir etkinlik alanına dönüştürdük. O projeyle ilgili metni yazarken ‘Mimarlığın Çuval Teorisi’ ortaya çıktı. Sonra bienal için başvuruda bulunurken bunu genişletip, belli dönemlerden kalmış, sağlam olsa da terkedilmiş yapıları da katalım dedik. Bunları omuzlarda bir yük yerine kaynak olarak görmek istedik” diyor.

Bienale seçildikten sonra Bayrak ve Göktaş, önce çeşitli kaynaklardan Türkiye’deki terkedilmiş ‘Hayalet Binaları’ tespit etmiş. Daha sonra Türkiye çapında yaptıkları açık çağrıyla sayısız şehirden, mahalleden fotoğraf yağmış. Dolayısıyla şimdi ellerinde müthiş bir ‘Hayalet Bina’ arşivi var.

MİMARLIĞIN GÜNDEMİNDEKİ KONU

Oral Göktaş, terkedilmiş binaların çok gündemde olduğunu belirterek “Buraya çok da yerel bir konuyla gelmek istemedik. Dolayısıyla halihazırda mimarlıkta dünyada tartışılan bir konuyu Türkiye’deki çeşitlilik ve zenginlikle ortaya koyduk” diyor.

Venedik’teki terkedilmiş palazzo’ları hatırlatınca Göktaş “Venedik’te hayalet binalar var ama mesela terkedilmiş bir eğlence parkı (Ankapark), hastane, havaalanı yok. Bizdeki kritik mesele çeşitliliğimiz çok fazla olması. Dünyada daha çok konutlar, fabrika binaları terkedilmiş” diyor.

Sevince Bayraktar ise bu karanlık tablonun sadece bize özgü olmadığını belirterek “Çin, ABD, İspanya’da da terkedilmiş yapılar büyük sorun” diyor.

Çin’de terkedilmiş 65 milyon konutun olduğunu da hatırlatayım bu vesileyle.

Bayraktar’ın sohbetimizde değindiği nokta önemli.

“Türkiye ekonomisinin inşaata dayalı olması belli bir döneme ait değil. Burada 90’lı yıllar ve öncesinden da örnekler var. Mesele şu: Bunları birer kaynak görmektense yıkıp yeniden yapmak üzere inşa edilen kent kültürümüz var. Biz yıkmaya karşı alternatif örnekleri gösteriyoruz. Dönüştürmenin yollarını öneriyoruz. Çözüm sunuyoruz. Masada bir umut hikayesi var”.

Bayrak ve Göktaş’ın iki hayali var.

Birincisi, birkaç yıl sonra yine Venedik Mimarlık Bienali’nde önerilerinin bazılarının hayata geçtiğini görmek.

İkincisi buradaki sergiyi Türkiye’ye taşımak çünkü sergi bir anlamda Türkiye’nin hikayesi.

Bu arada Göktaş’ın Antakya depremiyle ilgili uyarısına dikkat çekmek istiyorum.

“Antakya’da 120 bin az hasarlı bina mevcut. Bunları yıkıp tekrar yapamazsınız. Büyük bir kaynak gerektiği gibi, molozu ne yapacaksınız? Bunları tamir etmemizin yollarını aramamız gerekiyor” diyor.

Aynı şey İstanbul’daki dönüşümden geçeceği söylenen 500 bina için de geçerli.

AFRİKA VENEDİK MİMARLIK BİENALİ’NİN ODAĞINDA

18. Venedik Mimarlık Bienali’nin küratörü Lesley Lokko, Mimarlık Bienali’nin ilk Afrika kökenli küratörü.

‘Geleceğin Laboratuvarı’nda Lokka, sahnenin ışıklarını Afrika’ya çeviriyor.

Afrika’nın dünyaya etkisini ve dünyanın Afrika’ya etkisini mimarlığın süzgecinden geçirerek serginin odağına koyuyor.

Bienalin 89 katılımcısının yarıdan fazlası Afrika kökenli ya da Afrika diasporasına ait.

Batı düşüncesinin ve beyazların hüküm sürdüğü mimarlık dünyasına bir başkaldırı olarak da okunabilir Lokko’nun seçimi.

Ancak Lokko Afrika’yı idealleştirmek peşinde değil, sadece normalleştirmek istiyor. Kendi adıma Afrikalı mimarları tanıdığım, yaptıkları işleri gördüğüm için çok mutluyum.

Gaia&Gino markasının yaratıcısı Gaye Çevikel’in ilk endüstriyel tasarımı yapması için ikna ettiği Gana asıllı İngiliz mimar David Adjaye’nin Afrika’da hayata geçirdiği projelerin maketleri bienalin ene iyi işlerindendi.

NEDİR BU ÇUVAL TEORİSİ?

İstanbul Modern’de daha önce “Göğe Bakma Durağı” sergisini hayata geçiren, SO? Mimarlığın kurucuları Sevince Bayrak ile Oral Göktaş, bu sergiyi hazırlarken Elizabeth Fisher’in “Evrimin Çuval Teorisi” ve bu teoriyi edebiyata uyarlayan Ursula K. Le Guin’in “Kurgunun Çuval Teorisi” metinlerinden ilham almış.

Nasıl ilham aldıklarını küratörlerden Sevince Bayraktar serginin kitabında şöyle anlatıyor:

Fisher, insanlara ait ilk kültürel aracın sanılanın aksine sivri ve keskin av araçları yerine sebzelerin taşındığı çuvallar olabileceğini ortaya atmış.

Mağaranın duvarındaki avcı mızraklı adam yerine çuval taşıyan bir adam.

Bitki bazlı beslenme döneminde akla yakın ama biz daha çekici olduğu için mızrağı ve avcıyı benimsedik.

Oysa öldürmeye yönelik bir kahramanlık hikâyesi diğerinde bir hayat hikâyesi var.

Le Guin ise Fisher’in teorisini kurguya uyarlıyor.

Kahraman olmayan sıradan karakterlerin hayatı inişli çıkışlarıyla yaşadığı sürükleyici hikâyeler anlatmayı başarıyor.

Mimarlığın Çuval Teorisi, mevcut olanı anlamak ve korumakla ilgilidir.

Çuval teorisini mimarlığı uyarlamak, bizi tutan, koruyan, iyi hissettiren mekânlara neden ihtiyacımız olduğunu ve onları nasıl inşa ettiğimizi hatırlatır.

Eczacıbaşı: Sporda olimpiyat, sanatta Venedik

BÜLENT ECZACIBAŞI Venedik Sanat ve Mimarlık Bienalleri’nin açılışlarını asla kaçırmaz. Bu kez de yanından hiç ayırmadığı fotoğraf makinesiyle Venedik’teydi.

Önde gelen mimarlarımızın da katıldığı açılışta “Mimarlığa herkesin yakın olması gerekir. Çünkü mimarlık hem kültürün ürünü, hem belirleyicisi, sürdürülebilirliğin itici gücü, ruh sağlığımızın ön koşulu, birlikte yaşamamızın ve doğa ile ilişkimizin anahtarı” diyor. “Yazık ki mimar değiliz” diye ekliyor. Türkiye Pavyonu’yla ilgili ise şunları söylüyor:

“2014 yılında sanatsever destekçilerin katkılarıyla sahip olduğumuz bu mekân Bienaldeki başarı çizgimizin sürekli yukarı yükselmesinin en büyük nedeni. Böyle bir mekânınız yoksa son anda size ne verirlerse onunla yetinmek zorunda kalıyorsunuz. Çok zahmetle hayata geçirilen projelerin yetersiz mekanlar nedeniyle arka plana düştüklerini biliyorum”.

“Venedik’te varlık göstermek çok önemli. Zira sporda Olimpiyat neyse sanatta da Venedik Bienali odur. Olmasak da olur demek yanlış. Türkiye’nin Venedik katılımını en yüksek düzeyde tutmalıyız. Burada olmak Türkiye’nin tanıtımına dolaylı olsa da katkıda bulunduğu gibi, son derece başarılı mimarlarımız, sanatçılarımız dünya sahnesine çıkmak fırsatını buluyor”.

Bülent Eczacıbaşı, Türkiye Pavyonu’ndaki sergilerin ziyaretçi sayısından, dış basında övgüyle söz edilmesinden mutlu olduğunu da sözlerine ekliyor.

Nitekim biz Venedik’te iken Financial Times’in Venedik Mimarlık Bienali ile ilgili ekinde Türkiye Pavyonu’nu görülmesi gerekenler arasında saydı.