Almanya’da iş kurup ‘en alttakilerin sessiz kahramanı’ olmak kolay mı?
İş insanı Kemal Şahin, Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin her alanda iyileşmesine büyük katkı sağlamış bir isim. Kendisi, iki ülke arasındaki ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkilere yaptığı katkılar nedeniyle geçmişte Türkiye Cumhuriyeti Devlet Üstün Hizmet Madalyası ve Almanya 1. Sınıf Liyakat Nişanı’na layık görülmüştü. Geçen hafta yine Almanya’dan çok anlamlı bir ödülün, EUROTÜRK Derneği ve Aachen Belediye Başkanı Sibylle Keupen tarafından verilen Stille-Helden- Preis’in (Sessiz Kahraman) sahibi oldu. Bu yıl bu ödül, siyaset alanında Kuzey Ren Westfalya (KRV) eski Başbakanı Armin Laschet’e (CDU), iş dünyasından Kemal Şahin’e ve spor alanında Aachener Fördervereins Başkanı Uschi Brammertz’e verildi.
Kemal Şahin, Konya Beyşehir’e bağlı Taşlıpınar Köyü’nde doğdu, büyüdü, üniversite okumak için devlet bursuyla gittiği Aachen’da 1982’de kendi işini kurdu. İşleri öyle hızlı gelişti ki önce bölgenin sonra da Almanya’nın ekonomisi için en önemli iş insanlarından biri olarak öne çıktı. Bugünlerde 1 milyar doları aşmış sanayi, turizm, inşaat konsolide cirosu ve yaklaşık 10 bin kişilik doğrudan istihdamı ile sadece Türklerin değil Almanların da hayranlık duyduğu ‘başarı öyküsünün’ kahramanı olarak yoluna devam ediyor.
‘GANZ UNTEN’ ÇOK GERİLERDE KALDI
Kemal Şahin’in öğrencilik yaptığı ve işini kurduğu yıllarda Almanya’daki gurbetçilerimiz o kadar sıkıntılı hayatlar yaşıyordu ki bu sosyal facia Alman toplumunda da derin tartışmalara yol açıyordu. 1983’te Alman gazeteci Günter Wallraff , Türk işçisi kılığına girdi ve farklı iş yerlerinde 2 yıl kadar ‘Türk kılığında’ çalıştı. Karşılaştığı sömürü, aşağılama ve ırkçı yaklaşımları anlatan tarihi bir araştırma yaptı. Bu araştırma Ganz Unten (En alttakiler) adıyla kitaplaştı. Wallraff , kitabının önsözünde özetle, “Ben hâlâ bir yabancının günlük aşağılamalarla, düşmanlıklarla ve kinle nasıl baş ettiğini bilmiyorum ama neler çektiğini ve bu ülkede insanları aşağılamanın nereye kadar gittiğini biliyorum. Aslında sadece 19’uncu yüzyıl üzerine yazılan tarih kitaplarında yer alması gereken olayları yaşadım” demişti. Kitapta ‘ayrımcılık’ adına anlattıklarına göre Türkler çok ağır işlerde çok düşük ücretlerle, emniyet önlemleri alınmadan mesela nükleer santrallar gibi tehlikeli işlerde çalıştırılıyordu. Sosyal hayatta ise görünümü Türk gibi olanlar örneğin bir futbol maçında Almanya lehine tezahürat yapsa bile “Türkler defolun, Almanya Almanlarındır” şeklinde düşmanca karşılık görüyorlardı. Wallraff , ırkçılığın, yabancı düşmanlığının yükselişte olduğu bugünlere de ışık tutan kitabında, 2 yıl boyunca Türk olarak yaşadığı ve çalıştığı için hakaretlere maruz kaldığını, saçlarına sigara atıldığını kafasından aşağı bira boşaltıldığını ve çalıştığı işler yüzünden sağlığının ciddi şekilde bozulduğunu anlatmıştı.
‘BANA TÜRK KÖKENLİ ALMAN İŞ ADAMI’ DİYORLAR
Kemal Şahin’e o günleri hatırlatıp pozitif yöndeki değişimin kolay olup olmadığını soruyorum. Şöyle konuşuyor: “Maalesef o yıllarda Türkler, barakalarda yaşamak zorundaydı. Almanca da bilmedikleri için çok sıkıntılıydı. Birkaç sene çalışıp geri döneceklerini düşünüyorlardı. Sonra eşlerini de getirmeye başladılar ki o da ayrı bir kültürel şok oldu. Eski ve en ucuz evlere yerleşebiliyorlardı. Almanlarda da önyargılar güçlüydü. Türklere iş yeri açma izni de verilmezdi. Bana da işçi olarak çalışma izni verilmedi ve şartları zorlayarak 5 bin mark sermaye ile bir dükkân açtım ve ilk iş yeri açan Türklerden oldum. Benim avantajım üniversiteyi orada okumuş olmak ve çok iyi Almanca bilmekti ama iş sahibi olsanız da önyargılı davranışlarla karşılaşıyordunuz. Mesela eleman alacağım, Alman muhasebeci istiyorum Türk patron diye çalışmak istemiyorlardı. Bir gün Türkiye’den getirttiğim tişörtleri bir Alman çok beğendi. Benden alıp satacak ama birden ‘bunlar Türk malı’ deyip vazgeçti. Ben de ‘al sat, sorun çıkarsa ben buradayım geri getir’ dedim. Zamanla böyle güven oluşturabildik. Ben strateji olarak iş yerimde Türk kadar Alman çalıştırmayı seçtim. Yönetim tarzımı da asla ‘ayrımcılık olmayacak’ şekilde oturttum. Bir süre sonra Aachen’daki en iyi işverenler arasına girdim ve bizde çalışmak isteyen Almanların sayısı arttı. Bana ‘Türk kökenli Alman işadamı’ demeye başladılar, sahiplendiler. Bu anlamda ilklerden oldum. Vural Öğer gibi yine iyi örnekler de vardı aynı dönemlerde tabii ki onların da bu pozitif bakışın oluşmasında önemli katkısı oldu.”
ALMANYA’DA NEDEN SİYASETE GİRMEDİM?
Almanya’da işler büyüdükçe sosyal sorumluluk duygusuyla dernek ve vakıfl ar kurmaya başladıklarını anlatan Kemal Şahin, bir süre sonra kendisine de milletvekilliği teklifi geldiğini belirtiyor. Siyasete neden girmediğini de “Ben işleri büyütmenin iki tarafa da daha faydalı olacağını düşündüm. İki ülke arasında ilişkiler daha da iyi olsun diye sivil toplum örgütlerinde başkanlıklar yapıyordum. Örgütlere Almanları da alıp daha etkili oluyorduk. Bu şekilde bütün kapılar açılıyordu, siyaset de davetimize en üst düzeyde katılıyor, bizleri dinliyordu” diye özetliyor. Siyaseti pozitif etkilemenin daha önemli olduğunu anlatan Kemal Şahin, “Mesela o yıllarda Aachen’a bağlı Würselen belediye başkanı Martin Schulz ile çok iyi dost olduk. Beni kendi bölgesine yatırım yapmam için çağırmıştı, güzel işler yaptık. Schulz sonra Avrupa Parlamentosu Başkanı da seçildi. Normalde sosyal demokratlar Türkiye’yi çok ağır eleştirirdi. Daha yapıcı politikalar için çok çaba harcadık ve belli ölçülerde de etkiledik. Schroder, Merkel gibi ülkenin en önemli siyasetçileri, Türkiye’den de her dönemde Başbakanlar, toplantılarımıza katılıyordu. Bu bakımdan da Türkiye ile ilgili pozitif siyasete önemli katkılarımız olmuştur. Mesela Sayın Merkel, Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı olmasına rağmen bizim toplantımızda ‘karşıyız ama bizden önceki anlaşmalara sadık kalacağız’ demeyi tercih etmişti” diyor.