Bu yılın Nobel Kimya Ödülü bize ne anlatıyor?

Selin ARSLANHAN
Selin ARSLANHAN YENİDEN KEŞİF

Geçtiğimiz günlerde Nobel ödülleri açıklandı. Bu yılın Nobel Kimya Ödülü’nü, gen düzenleme yöntemi olan CRISPR/Cas9 keşifleriyle Emmanuelle Charpentier ve Jennifer A. Doudna aldı. Bu iki bilim insanın keşiflerinin üzerinden henüz 10 yıl bile geçmemişken hem Nobel ödülünün sahibi oldular hem de keşfettikleri yöntemin birçok farklı uygulama alanında denemeleri başladı. Keşiflerin laboratuvardan çıkış sürelerinin giderek kısalması ve yeni teknolojilerin yayılma hızlarının artışı başka bir yazının konusu fakat buraya not etmiş olayım. Bugünün konusuna geri dönersek nedir bu CRISPR/Cas9?

DNA’nın yeniden biçimlendirilmesine olanak veren bir gen düzenleme yöntemi. Gen düzenleme yöntemleri aslında 1990’lardan beri hayatımızda: ZFNs, TALENs, meganükleazlar üzerine yıllardır çalışıldığı gibi, hala oralarda geliştirme ve uygulama denemeleri sürüyor. Fakat CRISPR/Cas9 gen düzenlemede yeni bir dönemi başlattı. Gen düzenleme yöntemlerindeki birçok risk ve uygulamadaki sorunu aşıp yaşam bilimlerini yeniden şekillendirmeye başladı. Önceki yöntemlerde istenilen gen bölgesinde belli bir değişikliği yapmak, DNA’nın farklı yerlerinde değişiklikler meydana getirebiliyordu. Genetik makas olarak da adlandırılan CRISPR/Cas9 yöntemiyle, DNA istenilen yerden kesiliyor yani istediğimiz gen bölgesi bir rehber eşliğinde çıkarılıyor ve kesilen yer istediğimiz hale kendi DNA onarım mekanizmamız ile geliyor. Bitkilere yeni özellikler kazandırarak tarım uygulamalarından kanser tedavilerine kadar birçok farklı alanda hayatımızda yeni bir dönem başlattığını söylemek mümkün.

CRISPR/Cas9 patentleri ve uygulama alanları, 2012’deki keşif sonrası dünyada en dikkatle izlenen patent alanlarından biri haline geldi. Son 5-6 yılda CRISPR ve uygulamalarıyla ilişkili yayımlanan patentlerin sayısı neredeyse 20 katına çıktı. Patentlerin alındığı ülkelere bakınca ilk sırada ABD, onu çok yakın bir sayıyla takip eden Çin var. Sonra rakamların arası açılıyor ve sıralama Japonya, Avustralya, G.Kore, İsviçre, İngiltere, Almanya diye devam ediyor. İlk 30’da Rusya, Suudi Arabistan, Tayland, Mısır’ın yer aldığını da söyleyeyim. CRISPR ile ilişkili patentlerin uygulama alanlarına bakarsak, yüzde 45’inin yöntemin doğrudan kendisiyle ilgili yani teknik geliştirme üzerine olduğunu görüyoruz. Yüzde 27’si sağlık, yüzde 13’ü tarım, yüzde 8’i endüstriyel biyoteknoloji, yüzde 6’sı ise hayvancılık ve diğer uygulamalar ile ilgili. Tekniğin geliştirilmesi ve sağlık uygulamalarıyla ilgili patentlerde ABD yerini koruyor. Fakat endüstriyel biyoteknoloji ve tarım uygulamalarında Çin ciddi bir farkla ilk sıraya yerleşiyor. ABD ve Çin dışında da uygulama alanlarına göre ülkelerin yerleri yani odak alanları değişiyor.

Tarım uygulamaları demişken, GDO tartışmasına hiç girmeden, bu yöntemin ve bu yöntemle geliştirilen bitkilerin farklı olduğunun ve GDO’dan bahsetmediğimizin altını çizeyim. GDO’da farklı yabancı bir genetik materyal eklenerek bitkide değişiklik yapılırken, CRISPR/Cas9 gen düzenleme yönteminde her şey bitkinin kendi DNA’sıyla oluyor. Geleneksel yöntemlerle tetiklenen veya doğal olarak gerçekleşen mutasyonlar gibi, bitkinin ya da herhangi bir canlının kendi DNA’sı üzerindeki değişiklik bu kez tanımlı bölgede hedefli şekilde yapılıyor. CRISPR/Cas9 bunun gerçekleştirilmesine imkan veriyor. GDO’dan farklı olması gen düzenleme ile ilgili yeni regülasyon ihtiyacı tartışmalarını da başlatmıştı. Yeni regülasyonlara ilişkin bu çalışmalar AB’de ve farklı birçok ülkede devam ediyor. Türkiye’de ise Biyogüvenlik ile ilgili tartışmalar söz konusu olduğunda yine yok saydığımız konulardan biri. Yok sayarak korunmuş olmuyoruz bir kez daha söylemiş olayım. Bilimsel gelişmeler ve yeni teknolojiler hızla yayılıyor, farklı uygulama alanlarında hayatımızı yeniden şekillendiriyor. Bizim de bir an önce regülasyon tartışmalarına dahil olmamız gerekiyor. Aynı zamanda gen düzenlemenin farklı uygulama alanlarına etkisi her geçen gün artarken ve ülkelerin akıllı uzmanlaşma stratejilerinin temellerinden birini bu oluştururken, Türkiye de bu teknolojide rekabet edebileceği alanları gündemine almakta daha fazla gecikmese ne iyi olur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Biyodökümhaneler 17 Şubat 2021