Düşmanını öğretmen yapamayan, düşmanına benzeyerek batar
Yahudi inancına sahip olanların yaşam örgütlenmesinin merkezi kurumlarında yaygın olmaları sürekli sorgulanan konulardan biri. Üniversitelerde; araştırma kurumlarında, finans merkezlerinde, ticaretin her alanında, medya kanallarındaki etkilerini genetik bir üstünlük olanak tanımlayanlar da var, yaşam örgütlenmesinde zorunlu konumlanmanın bir sonucu olarak değerlendirenler de.
Hiçbir toplum mutlak anlamda yetenekli ya da yeteneksiz değil. Toplumları farklı kılan, halkların iyi eğitilmesi ve kaliteli yönetilmesi. Kaliteli yönetim de “düşmanlarını öğretmen yapabilme olgunluğuna” erişmeyle mümkün. Asıl büyük tehlike ise “düşmana benzemede”.
Aç gözlülük kibirle beslenince
The Newyork Times’tan Sheila Katz, “ Yahudilerin kendi kaderini tayin etmesine duyduğu temel inancı anlatan ‘siyonist’ sözcüğünün artık hakaret olarak kullanıldığını görüyorum1” diyor; Yahudi topluluğunun dünyanın her yerinde artan kuşkularla yaşadığını kaygıyla anlatıyor.
Katz’ın “Siyonist tanımı” için seçtiği sözcükler, kavramının çıkış amacının masumiyetini yansıtsa da yaşananlar Yahudiler’in çektiği acıları, güce erişen başka Yahudiler’in önyargıları, yerleşik doğruları, kör inançları ve ezberleri unutturuyor. “Siyonist” sözcüğünün masumiyeti, “vaat edilmiş topraklar” inancı, “ırmaktan denize uzanan yerlerde” başkalarına hak tanımama saplantısı, sosyoekonomik gerçeklikten uzak “Yahudi üstünlüğü kibri” ile yerle yeksan ediliyor.
Financial Times’ta Arabelle Duffield2 “ Yetişkin hayatım büyük ölçüde iki kimlikte tanımlanıyor. Ailesi İsrail devletiyle derin bağları olan bir siyonistim. Ailemin İsrail’in gelişmesinde oynadığı rolden gurur duyuyorum. Ama ayrıca mesleği gereği, gıda erişiminin kısıtlı olduğu savaşta yıkıma uğramış ülkelerde insani yardım gruplarıyla çalışan bir beslenme uzmanıyım. Şimdiye kadar bu iki dünya birbirinden büyük ölçüde ayrılmıştı, ancak korkunç bir şekilde çarpıştılar. Gazze’de çocuklar açlık çekiyor çünkü İsrail’in mevcut hükümeti 77 gün insani yardım malzemelerinin bölgeye girmesini kasten engelledi” diye haykırıyor.
Katz ve Duffield’in kaygıları yersiz değil. Hicham Alaoui’nin vurguladığı gibi, İsrail’de hükümetin kin ve öfkesi, yıllardır Siyonist söylemin biçimlendirdiği ‘Mesihçiliği’ daha da güçlendiriyor. Günümüzde siyonizm, saf ve masum özünden alabildiğine sapıyor: Teolojik gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışılan bir yayılma projesine indirgenmiş durumda. Gerekirse başka Arap ülkelerini de ilhak ederek Yahudi devletinin sınırlarını genişletmeye odaklanıyor. Gazze’den sonra Suriye, Batı Şeria, Ürdün’e yönelik niyetler saklı değil. Ne toplum içinde yüzde 21’lik kesimi temsil eden Heridi takımı, ne de toplumun yüzde 56’sını oluşturan merkez sağ ve merkez sol eğiliminde olan büyük kitle yüksek sesle Filistin egemenliği ve iki devletli çözümü savunamıyor.
Alaoui, dünyanın gözü önündeki gelişmelerin Filistinliler için gelecek perspektifini tamamen değiştirdiğine dikkat çekerek, “Silahlı mücadele artık bir seçenek değil; davalarını savunmak için uluslararası dayanışmaya güvenmek zorundalar. Filistin meselesine, artık bir ‘Arap sorunu’ olarak değil, evrensel insan hakları prizmasından bakılıyor. Filistinliler kalıcı bir devlet kurmayı, acınacak bir azınlık oldukları için değil; işgalci bir güç tarafından zorla yerlerinden edilen, apartheid rejimine ve soykırıma maruz bırakılan bir halk oldukları için hak ediyorlar3” yorumunu yapıyor.
Katz ve Duffield, İsrail’in Gazze’de taktiksel zaferinin, ahlaki bir yenilgiye dönüştüğünü fark ediyor; o nedenle masum Siyonist algıdan sapmanın uzun dönemde “mazlum” algısını yok ettiğini, “zalimin zulmüne” dönüştüğünü, bunun da kendi çıkmazlarını yarattığını gözlemleyerek kaygılarını paylaşıyor.
İlkeler kalelerimizdir
İlkelerin uzun dönemli geleceğimizi güven altına alan kaleler olduğunu unutanlar, halkın akıl birikimini unutmamalı: “Keskin kılıç kullananlar, keskin hamleden sakınmalı. Kendilerini kesebilir!” Bu ilke, devlet yönetenler için geçerli olduğu gibi, yerelde kamu görevi yapanlar, özel kesim iş sahipleri ve diğer herkes için de geçerli.
Attığımız her adımda, ahlaki üstünlüğü yitirmeme özeni göstermeliyiz. Toplumun büyük çoğunluğunun, zihninde “meşrulaştıracağı” davranış özenini göstermeliyiz. Hepimiz, her adımımızda yaptıklarımıza inanmayan insanların vicdanında açtığımız yaraları düşünmeliyiz.
1Sheila Katz, “Yahudiler de korku içinde” The New York Times, aktaran Oksijen, S.230, 5-12 Haziran 2025
2Arabella Duffield, “Siyonist bir Yahudi olarak isyan ediyorum”, FT’den aktaran Oksijen, S.228, 23-29 Mayıs 2023
3Hicham Alaoui, “ Ortadoğu’da yeni düzene doğru”, Le Monde Diplmomatique/ Türkçe, S.:45, Haziran 2025