Güngör Bey, İsmet Bey, Haldun Bey
Güngör Uras’ı 19 Ağustos’ta İstanbul Sanayi Odası’nda (İSO) vefatının dördüncü yıldönümünde andık. Çok değerli görüşler dile getirildi ama benim alanıma giren, “Bugün olsa Güngör Hoca ne yazardı?” sorusu. Dijitalleşmenin sunduğu araçları kullanarak, bunu yapmak mümkün. Daha önceki yazılarını yapay zeka ile tarayıp temalar ve üslubu belirledikten sonra ilgi alanlarına yönelik bir algoritma ile Uras’ın hayattaymış gibi yazı yazması sağlanabilir. 10 binin üzerinde makale yazmış ve bu kadar veri üzerinden makine öğrenmesi kullanılarak yapılabileceklerin neredeyse sınırı yok. Makine öğrenmesi, anlaşılabilir olsun diye yapay zeka dediğimiz olgunun gerçek adı oluyor. Bu kadar yazıdan makine bile öğrenebiliyorsa, insanın bu birikimi nasıl değerlendirmesi gerekiyor? Benim aklıma takılan soru bu.
Bu sorunun yanıtını araştırırken, Netflix’te Haldun Dormen ile ilgili “Yaparsın Şekerim” belgeseli karşıma çıktı. 300 tiyatrocu geçmiş o sahneden ve Haldun Dormen Atatürk Kültür Merkezi’nde 40. yıl kutlaması yaparken bu 300 kişiyi sahne üzerinde birlikte hareket ettiren bir kareografinin başını çekiyor. Seyirciyi selamlarken yaratılan etki müthiş bir liderlik örneği.
Güngör Bey ile birkaç kez karşılaşmışızdır ama nazik biri olduğunu ve selamlamayı bildiğini çok dinledim. Bunun saygı/ sevgi zemini kadar liderlik dersi olduğunu düşünüyorum.
Dünya’da yazmaya başlamadan önce Hakan Güldağ, Güngör Uras’a Saygı Kitabı olarak basılan “Ayşe Teyzenin İzinde...” çalışmasını hediye etti; değerli bir çalışma. Ama Güngör Uras’a saygı duymanın asıl aklınıza geldiği yer sokak oluyor. Kadıköy’de Bahariye’deki Saray Muhallebicisi’nde ve Postane’nin yanındaki İskender’de, Ali Rıza Kardüz olarak yazısı var. Başka bir çok yerde de karşıma çıkıyor ama bu çerçeveli yazılar, kağıdın yavaş yavaş yaşlandığı eserler olarak aklımda.
Olmayana ergi yöntemi ile sonuç çıkarma
Güngör Bey ile fazla tanışıklığım olmamasının açığını babam İsmet Özdemir ile kıyaslama yaparak kapatmak istiyorum. Doğum tarihleri arasında bir yıl var: Uras 1933 ve babam 1934 doğumlu. Babamın sözlerinden ilk hatırladığım “kötü söz sahibine aittir” idi. Küfretmekten o kadar uzaktı ki hayatının son dönemlerinde bile “aile terbiyesi almamış”, “içten pazarlıklı” (ben bunu hep işten pazarlıklı sanıyor ve anlamıyordum) ve “yönü belli olmayan” gibi bizim ettiğimiz küfürlerden çok farklı ifadeler kullandı. “Yaşlıların gevezeliği çekilmez” derdi, yaşlanınca hiç gevezelik etmedi ve içine kapandı.
Babam, en son hatırladığım kadarıyla Merkez Bankası’nda birinci imza idi ama ben bunun ne olduğunu hâlâ bilmiyorum. Orada birçok anısı ve arkadaşı vardı ama Almanya’ya amcam gibi bir yıl önce işçi olarak gidebilseydi, hayatının bu bölümü hiç olmayacaktı. 1970’li yıllarda sahibi olduğumuz Özdemir Dershanesi’nin yeni dönem pankartını asarlarken polis yazının mavi rengini son anda fark etmese, bu hikayenin daha fazlası olmayacaktı. O dönem bombalı pankartlarda kırmızı hakimmiş.
Çok ileri yaşında, aslında çiftlik sahibi olmak istediğini ama fırsatı olmadığını söyledi. Bir de bir sohbette karşılıklı olarak birbirimize “sen haklıydın” dedik; neden dediğimiz ikimizde de net değildi diye düşünüyorum ama söylemek istemiştik. Böylece kapattık defteri.
Güngör Uras’ın da içinde yer aldığı, babamların kuşağının yazdıklarına değil yaşamlarına bakmak, bizden sonraki kuşağın liderlik becerilerini geliştirmek için daha faydalı olacaktır.
İşin başında ve içinde olmak önem taşıyor
Liderlik konusunda çok da afra tafra yapmaya gerek yok. Benim babamdan bildiğim, sorumlu olunan konuda gereğinin yapılması gerektiğidir. Babam Merkez Bankası’nda yöneticilik yaparken herkesten erken gider herkesten geç çıkardı. Berfu Güven, Güngör Uras’ın Ortaköy’deki bir çekimi yağmur altında ıslanarak tamamladığı videonun hikayesini anlattığında aynı kumaş olduğuna kanaat getirdim.
O kuşağın çalışmaktan yaşamaya fırsatı olmadığını mı söylesem ya da asıl onların yaşadığını mı söylesem bilemiyorum. Ama şunu biliyorum, bize göre çok daha gerçekçiymişler. Babam, “Muhakkak okumalısın yavrum” derdi ve sonuna “eğer vaktin varsa” diye eklerdi. O kuşak kaynakları doğru kullanmaya ve azami faydayı sağlamayı biliyordu. Uras’ı İSO’da anmaya anlamını veren ortak zemin bu.
PÜF NOKTASI
Mesele Güngör Hoca’nın bugün yaşasa ne yazacağı değil; onun yazdıklarını okuyanların ya da kendisi ile teşrik-i mesai edenlerin ne yaptığıdır. Biz iş yönetiminde bu konuyu sürekli unutuyoruz. Zamanında SAP’nin geniş katılımlı bir etkinliğinde yeni gelişen mobil teknoloji kullanılarak bir anket yapılmıştı. Yarım saat önce VIP salonda çeyreği nasıl kapatacaklarını tartışan C-Level yöneticiler en önemli önceliklerinin kendilerinden sonra gelecek liderleri bulmak olduğu (succession management) yanıtını vermişlerdi. O zamanki yönetici eğitimlerinin temel Güngör Hoca’nın yazma ve anlatma tarafındaki en önemli becerisi, bu tür yalanları “ben anlatayım” deyip kimseyi kırmadan açığa çıkarmasıydı. Ayşe Teyze de bu işe yaradı. Sevgi ve saygıyı yaratan da bu samimiyet ve açıklık oldu. Dormen belgeseli, bu konunun insani değer ve saygı boyutu konusunda bu yazının kapsamının ve uzunluğunun sağlayamayacağı bir anlayışı sağlıyor. Yardımcı kaynak olarak önereyim.