Her facia sorunlarımıza ayna tutuyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Yeni yılın ilk çeyreğini yarıladığımız şu günlerde, yakın geleceğe ışık tutabilecek olumlu işaretler bulmakta zorluk çekiyoruz. Aksine geçen hafta ortaya çıkan Erzincan’daki maden faciasıyla bir kez daha yasa boğulduk. Oysa, tıpkı düzenli aralıklarla maruz kaldığımız ve ders alıp hazırlık yapmadığımız için büyük kayıplar verdiğimiz depremler gibi, yeterince saydam olmayan karar süreçleri, denetim noksanı ve finansman/teknoloji gibi açılardan yanlış tercihler nedeniyle her maden faciasında ortaya çıkan gerçekler fazlasıyla incitici oluyor. Üstelik depremde de, maden facialarında da mağdur olan, acı çeken halk gelir dağılımında da giderek artan bozulma ve yoksullaşma trendinin de mağduru olduğu için sistemin bir çözüm ve çıkış yolu göstereceğine dair umudunu ve duyarlılığını kaybetmiş görünüyor. Kaybetmese kök sebebin ekonomi politikasının açmazlarından, büyüme stratejisinin tıkanmasından ve çıkışın varlık satışı gibi bir defalık çözüm tercihlerinden kaynaklandığını sezebilirdi. Hatta çıkarılan madenlerin kendisine refah artışı olarak döneceği beklentisi içinde olması da muhtemel. Sorunun politika tercihinden kaynaklandığını doğrulayan çarpıcı bir istatistik de var: Cumhuriyet’in kuruluşundan 2002’ye kadar 1400 maden ruhsatı verilmişken, ekonomi politikasında ters dönüşün başladığı 2008 yılından 2023’e kadar 386 bin ruhsat verilmiş. Özellikle altın madeni gibi kazancı da, çevre tahribatı da büyük operasyonların çok düşük orandaki devlet hakkı dışında ülkeye ne kazandırdığı konusunda da ayrıntılı bilgi bulunmuyor. Aslında bu durum, başka birçok alanda örneklerine rastladığımız kaynak kullanımı ve faktör verimliliğindeki zaafların su yüzüne çıkan devasa bir işareti.

Enflasyon ve gelir dağılımında olumsuz tablo

Merkezinde enflasyon ve büyüme arasındaki kırılgan ilişkinin yönetilmesindeki güçlüğün bulunduğu, günlük hayata döviz kuru, faizler, hayat pahalılığı ve gelir yetersizliği olarak yansıyan rutin ekonomi gündemimizde bir değişiklik yok. Ayrıca yerel seçim sonrasında sıkıntıların daha fazla artacağı yolunda olumsuz bir beklenti de yaygınlaşıyor. Yılı TÜİK’e göre yaklaşık % 65, ENAG’a göre %127 gibi bir enflasyon ile kapattıktan sonra yeni yılın ilk ayında TÜFE %6.70 olarak gerçekleşti. Çekirdek enflasyon ise daha yüksek; aylık % 7.58, yıllık %70.48. TÜFE’nin Mayıs’ta %70’lere ulaştıktan sonra Haziran ve Temmuz aylarında baz etkisiyle bir miktar düşeceği, ancak temel dinamiklerde bir değişim olmadıkça daha sonra yönünü yeniden yukarı çevireceği öngörülüyor. Ocak ayında nakit bütçe açığı 220 milyar TL; yani artık yıllık bütçe açığı tutarlarını bir ayda bile görmeye başladık. 2023’te vergilerde yapılan yüksek artışlara rağmen 2024 için öngörülen bütçe açığı GSMH’nın %6,4’ü. Bunun finansmanı yeni vergi artışlarını ve zamları gerektirecek. Döviz kurlarında da örtülü kontrole rağmen istikrarlı ve tedrici bir artış var; bu da sadece faiz artışının TL’na güveni geri getirmeye yetmediğini teyit ediyor. Bu da seçim sonrası konjonktürü için iki yönlü enflasyonist gelişmenin söz konusu olabileceğini gösteriyor: Bir yandan sıcak para girişi için döviz üzerindeki baskının gevşetilmesi ile kurda bir düzeltme, diğer yandan bu beklenti dolayısıyla gelecekteki fiyat artışlarından kaçınmak isteyen hane halkının tüketim talebini öne çekmesi muhtemel. Bütçe açığının gerektireceği zamlar ve vergi artışları da göz önüne alınınca 2024 için %36 enflasyon hedefinin çok iyimser kaldığı, dolayısıyla bu yıl da pozitif mevduat faizi beklentisinin gerçekçi olmayacağı açık. Zaten Bakan Şimşek de son açıklamasında fiyat istikrarının ancak 2028’de sağlanabileceğini belirterek yani Erkan’ın daha önce hedef koyduğu 2026 yılını iki yılı öteleyerek bunu doğruluyor.

Öte yandan TÜİK’in açıkladığı 2023 gelir dağılımı istatistikleri, eşitsizliğin giderek arttığına ve 2018’den bu yana gelir payı artan tek kesimin üst %20 grubu olduğuna işaret ediyor. Kaldı ki bu grupta bile ortalama yıllık gelir 408 bin TL gibi mütevazi bir rakam, yani yoksulluk sınırında bir tutar. UBS’in 2022 itibariyle yaptığı araştırmaya göre servet dağılımında ise üst grubun payı %81 gibi çarpıcı bir düzeyde. Ortalama hane halkı geliri ise 168 bin lira gibi çok daha düşük bir tutarı, açlık sınırının biraz üstünde, asgari ücret dolayında bir geliri gösteriyor. İstatistiklerde dikkat çeken iki ayrı bulgu var: İlki, yıllardır iddialı teşvik rejimi değişiklikleriyle hedeflenen bölgesel gelir farklılıkları azalışı gerçekleşmediği, aksine bu farklılıkların daha da arttığı ortaya çıkıyor. İkincisi lise ve daha düşük eğitimlilerin gelirindeki artış % 89’u bulurken, yüksek eğitimlilerdeki gelir artışı %80,5’ta kalıyor. En zengin %1’e bakıldığında, 600 bin kişilik bu grubun servetteki payı %40’ı buluyor. Bu eşitsizlik düzeyi, Türkiye’yi Rusya ve Hindistan’dan sonra üçüncü sıraya yükseltiyor. Bu ve diğer pek çok veri, toplumun genel olarak bir yoksullaşma yörüngesine yerleştiğini gösteriyor.

Yoksullaşma ve illüzyon

Gerek ekonomi politikalarının konjonktürel dengelere sıkışmış olması, gerekse yüksek enflasyonun yapışkan ve kalıcı nitelik kazanmasıyla artan yoksullaşma, ülkenin kaynak tahsisinde düşük verimliliği olan alanları tercih etmesinden, başarılı ülkelerin aksine eğitim ve teknolojiye odaklanmamasından kaynaklanıyor. Son 15 yılın büyük bölümünde iş başında olan Şimşek’in de konjonktür dengeleri dışında, yani kaynak kullanımı, yatırımlar, reel kesim ve diğer yapısal sorunlar üzerinde tavır koyduğu pek akla gelmiyor. Artık demografik fırsat penceresi de kapanmaya başladı. Bu da rekabet yeteneğimizin iyice azalması demek.

Kavram kargaşamız da devam ediyor. Erzincan faciasından sonra muhalif kesimde yükselen “işte yabancı sermaye bu, demokrasi olmasa da geliyor ama feci sömürüyor” tespiti, riski yüksek ülkelere ancak böyle çok yüksek getiri araya sermayenin geleceği, oysa hukuk güvenliği ve ekonomik istikrar sağlanırsa makul getiriye razı sermayenin gelebileceğini, ayrıca yabancı sermayenin çalışma çerçevesini sonuçta bizim belirleyeceğimiz gerçeğini gözden kaçırıyor. Kısaca toplum olarak gerçeklerle değil, illüzyonlarla uğraşmaya devam ediyoruz.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar