İnatlaşmanın bedelini ağır ödeyeceğiz

Osman ULAGAY
Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Merak ediyorum memurlar ve emekliler sokağa dökülüp bayram edecek ve halay çekecek mi Sayın Cumhurbaşkanı’nın önceki gün verdiği müjdeli haberler nedeniyle?           

Dün sabah Türkiye’de yayınlanan gazetelerin manşetlerine bakarken bu soru geldi aklıma. Yazılı medyamızın medarı iftiharı olan gazetelerden Hürriyet’in manşeti şöyleydi: “Tüm memurlara artış müjdesi”. Sabah gazetesi kapsamı genişleterek “Memur ve emeklinin yüzünü güldüren artış” manşetini kullanmıştı. Yeni Şafak görevini daha iyi yapmış ve benim merakımı peşinen gideren bir manşet atarak, ”Memurlar bayram etti” demiş. Milliyet ise “memura 600 puan geldi” manşetini kullanırken biraz çekingen davranmış bence. Halkımızdaki memnuniyeti ve coşkuyu(!) görmezden gelen gazetelerden Cumhuriyet “Yoksulluk kavgası” manşetini atarken Karar da “Çarklar yoksulu öğütüyor” başlığını kullanmış.

Enflasyon yokmuş, hayat pahalılığı varmış

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018’den beri inatla savunduğu düşük faiz – yüksek büyüme saplantısının ekonomimizi tehlikeli bir çıkmaz sokağa sürüklediğini gerçeklerden kopmamış olan herkes görüyor ama Sayın Erdoğan da inadını sürdürmeye kararlı görünüyor. Bu inadın Türkiye’yi çok tehlikeli bir enflasyon sarmalına doğru sürüklemesi kaygıları daha da artırıyor çünkü ülkemizin ve insanımızın çok kötü bir enflasyon karnesi var. Üç haneli enflasyonla ve bol sıfırlı TL. ile yaşarken kendimizi milyoner sandığımız dönemlerden geçtik. ilk iktidara geldiği dönemde enflasyonu tek haneli rakamlara indirmeyi başarmış olan Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP) iktidarının, 2018’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sonrasında kimliğini ve iktidarını kaybederek Cumhurbaşkanı’nın iradesine teslim olması enflasyon cephesindeki tehlikeyi büyütüyor.                    

Tek Adam’ların çıkmazı

Türkiye ekonomisini çıkmaza sürükleyen süreç aslında 2017’de başladı. Öncelikli hedef ekonomiyi hızlı büyütmekti, bunun için gereken her şey yapılacaktı. Sayın Erdoğan’ın 15 Mayıs 2018’de Londra’da finans kurumlarının temsilcileri ve yatırımcılarla yaptığı toplantıda, katılanların en insaflı olanlarının “eksantrik” diye nitelediği faiz teorisini anlatarak herkesi şaşırtması piyasalarla inatlaşma sürecini başlattı. Finans dünyası bu toplantıdan sonra bu anlayışla yönetilen bir Türkilye’den umut kesme noktasına geldi. Erdoğan bu maceraya girişirken Türkiye’nin ekonomisinin hızlı büyümek için finans piyasalarına muhtaç olduğunu unuttu ve kendi bildiğini okumaya devam etti. Erdoğan’ın bu inatlaşmayı halen de sürdürmesinin bedelini ödüyoruz şimdi.                

Tek Adam rejimleri kurarak ülkelerini yönetmeye başlayan liderlerin her konuda son sözü söyleme yetkisini ele geçirmiş olmaları hata yapmalarını kolaylaştırıyor, çünkü ancak her sözlerine itaaat edecek emir kulları kalıyor yanlarında. Trump bu nedenle Biden’a yenildi, Putin bu nedenle yanlış hesap yaparak Ukrayna’ya saldırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son açıklamalarında ekonomiyi çıkmaza sürükleyen politikalarda ısrar edileceğini vurgulaması ve kendisi gibi düşünmeyenler için aşağılayıcı bir dil kullanması onun da yanlıştan dönme şansının iyice azaldığını düşündürüyor.              

Kritik döneme girdik

Türkiye ekonomisini yönetme iddiasında olanların işini zorlaştıran diğer faktör ise dünya ekonomisinin ve siyaset sahnesinin Rusya - Ukrayna savaşı nedeniyle çözülmesi zor sorunlarla karşı karşıya bulunması.               

Dünyanın en büyük iki ekonomisinde, ABD ve Çin’de ekonomideki yavaşlamanın geleceği tartışılırken ABD ve Avrupa’da enflasyonu düşürmek için zorunlu hale gelen faiz artışlarının bir resesyona yol açmasından korkuluyor. Rusya-Ukrayna savaşının enerji ve önemli tarım ürünleri fiyatlarında hatırı sayılır sıçramalara yol açmış olduğunu da unutmamak gerekiyor.           

Rusya’ya karşı uygulanmakta olan kapsamlı yaptırımların dünya ekonomisini ve finans sistemini zorladığı da bir gerçek. Jeopolitik dengelere baktığımızda da Rusya – Ukrayna savaşı öncesindeki tablodan çok daha karmaşık bir tablo çıkıyor karşımıza.            

Türkiye’nin bu kritik döneme, ekonomide çözümsüzlük yarattığı belli olan bir inatlaşmayla girmesi ve dış politikadaki yaklaşımının da güven vermekten uzak olması yakın gelecek için iyimser olmayı zorlaştırıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar