İş Bankası’nın 100 yıl menzilli otonom aracı

Kerem ÖZDEMİR
Kerem ÖZDEMİR KEREM İLE İŞİN ASLI

1924’te kurulan Türkiye İş Bankası, 100’üncü yılında düzenlediği Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış Konferansı ile gözümde bir otonom araç olarak canlandı. Kendisini sürekli yeniden şarj eden bu araç, dikiz aynasına değil ön camdan ileriye bakarak yolculuk yapanları ve Türkiye’yi ileri taşıyor.

Bu aralar yaklaşan otomotiv fuarları nedeniyle otomotiv üreticileri yeni elektrikli modellerinin menzillerinin ve diğer özelliklerinin reklamını yapmaya başladılar. Özellikle Paris Otomobil Fuarı için hazırlıklar sürerken ben de İş Bankası’nı bu şekilde başlığa çekmek istedim. Bütün reklamlar gibi bu da yanıltıcı ama ilgi çekici oldu. Bankanın yöneticilerine saygısızlık etmek istemem ama otonom araç benzetmesini yüzüncü yaşındaki bankanın mekanizmasına işaret etmek için yapmak zorundaydım.

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, çocukları satranç ile tanıştırma konusundaki başarılarını anlatırken etkilenmemek elde değildi. Ancak benim için daha önemli olan, bu örnek üzerinden bankacılığın Türkiye’de tarımı ileriye götürme konusunda dile getirdiği iddiaydı. Bankanın Workup girişimcilik programındaki son mezuniyet töreninde tarım alanında üç girişimi mezun etmesi, bu alandaki ölçülü ve etkili çalışmasının bir göstergesi. Bunları övgü için söylemiyorum; Aran’ın kurduğu bir cümle dikkatimi çektiği için aktarıyorum. 

Aran, bankanın bilançosunu bozmadan şubelerinin ve 20 binin üzerindeki personelin yapısını nasıl değiştirdiklerini anlatırken tarım bankacılığında çalışan arkadaşlarının şalvar giydiğini söyledi. Bu, çok çarpıcı bir dönüşüm detayıdır. Yıllar önce Fortune Türkiye için düzenlediğim bir panelde Türk Telekom Kurumsal Pazarlama Genel Müdür Yardımcısı Mert Başar’ı konuk etmiştim. Türk Telekom sponsorumuzdu ancak ben de moderatördüm ve kendisinden panelin konusuna uygun hazırlık yapmasını istemiştim. Başar, beni utandırdı ve dijital dönüşümün şalvar boyutuna değindi. Başar’ın tarlada çalışanların rahat eğilip kalkmayı sağladığı için şalvar giyen insanların fabrikada işçi olduklarında bu giyimlerinin değiştiğini anlattığını hatırlıyorum. Tarlada rahatlık sağlayan şalvar fabrikada makinelerin hareketli aksamına sıkışarak işçilerin can güvenliğini tehdit eden bir unsura dönüşünce vücudu daha sıkı saran tulum benzeri giysiler kullanılıyor. Aran’ın bu cümlesi benim için değişimi en iyi anlatan gösterge oldu ve tarımla ilgili şubelerin yaşadığı dönüşümü de –görmeme rağmen- inandırıcı bulmamı sağladı. Türkiye İş Bankası genel müdürlerinin bankayı direksiyona yapışarak değil bu otonom yapının bir parçası olarak ve bankanın menzilinin sınırlarına değil, hedefe ulaşma sürecine hizmet ederek görevlerini yerine getirdiklerini düşünüyorum. Otonom aldatmacasını bu anlatacaklarıma zemin olması için yaptım.

Bir diğer aldatmaca, yüz yıllık şarj ile ilgiliydi. İş Bankası, bugünkü elektrikli araçlardan tanıdık olduğumuz şarj göstergesine göre değerlendirilebilecek bir mekanizmaya sahip değil. Kendisini şarj dinamosu ile sürekli şarj ediyor. Bizim çocukluğumuzda bisikletimizin arka tekerleğine dinamo takar ve bunu bağladığımız ön farı gece çalıştırarak karanlıkta bisiklet kullanırdık. O zaman bu sistemde enerji depolama diye bir şey olmadığından, gündüz vakti dinamoyu mandalına basıp tekerlekten ayırarak kullanırdık. Bugünün raylı taşıma sistemlerinde, her istasyonda dururken sürtünme noktalarında ortaya çıkan enerji bile depolanarak kullanılabiliyor. Türkiye İş Bankası, bu şekilde yaptığı her işten öğrenerek enerjisini sürekli artıran bir banka kimliğini taşıyor.

Omurgalı olmanın getirdiği uzun ömür

Bu iki aldatmacanın ardından biraz da gerçeklere dönelim. 1924’te Gazi Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye İş Bankası’nın ilk Genel Müdürü Celal Bayar. Bayar, Gazi Mustafa Kemal’in ölümünün 22 yıl sonrasında gerçekleşen 1960 askeri darbesinde Türkiye Cumhurbaşkanı iken Yassıada’da yargılananlar arasında yer alıyor. Bu ahval ve şerait içinde Türkiye İş Bankası bugünlere kadar geliyor.

Madalyonun bir diğer yüzü de var. Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Bali’nin dönemin İş Bankası Umum (Genel) Müdürü Üzeyir Avunduk ile ilgili anlattıklarına dikkat çekmek istiyorum. 17 Şubat 1954’te bu göreve gelen ve 1959’da görevdeyken vefat eden Avunduk’un dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in kendilerine yakın çevrelere kredi verilmemesi ile ilgili şikâyetine verdiği yanıt çok iyi bir İş Bankası göstergesi. Avunduk, Menderes’e orasının İş Bankası olduğunu hatırlatarak kendisinin ilçe teşkilatı başkanına bu şekilde soru sorabileceğini söylüyor.

Bali, bunun Türkiye İş Bankası’nın omurgalı bir yapı olması ile açıkladı. Omurga, bu tür yapıların uzun ömürlü olması için vazgeçilmez bir özellik. Bunu anlamak için vapurlara binerken üzerinden geçtiğiniz elektromekanik sistemlere bakmanız yeterli. Bugünkü bu karmaşık, denizin tuzlu suyu nedeniyle yıpranması yüksek olan ve daha önemlisi Marmara’nın alçalıp yükselen su seviyesinin özelliğine uygun olmayan bu mekanizma omurgasız ve katlanan bir yapı oluşturuyor. Eskinin “iskele vermek” terimine konu olan iskeleler, omurganın tam tanımını oluşturuyor. Deniz yükselip vapur iskeleden yukarıda kaldığında da, deniz alçalıp vapur aşağıda kaldığında da sürme iskele asla eğilip bükülmez ve yolcular için güvenli bir geçiş sağlar. Bu aynı zamanda son dönemin zekâ yoksunu tasarımı olan tekerlekli merdivenlere karşı da üstünlüğü olan bir mekanizmadır. Sürme merdivenlerin tekerlekleri üzerinde yanaştırıp çekebileceklerini sananlar, tekerlekleri sabitleyemedikleri için önce görevlilere merdivenleri tutturmaya çalıştılar; sonra bunları birer yükselti üzerine sabitleyerek başta düşündüklerinden (ya da düşünemediklerinden) farklı bir sistem kurmak zorunda kaldılar. Oysa sürme iskeleleri, bir yanındaki iki küçük tekerleği ve metal çerçevesi sayesinde tek bir kişi ile vapura yanaştırıp çekebilirsiniz. Bunu sağlayan sürme iskelelerin omurgalarının olmasıdır.

Türk siyasi hayatında suların alçalıp yükseldiği bu yıllarda Üzeyir Avunduk’un 1959’daki ölümü ve ardından göreve gelen Ahmet Dallı’nın 1960 darbesinde tutuklanmasına karşın İş Bankası’nın yolculuğu sürüyor. Rahmetli Osman Arolat, bu dönem hakkında “(Dallı) 27 Mayıs 1960 darbesinde tutuklandı. Gerekçesi, Menderes’in İş Bankası’ndaki kasası ve içinden çıkanlar olmuştu. İlginçtir, bu tutuklanma banka içinde tepkilere neden oldu, o da emekliliğini isteyerek görevinden ayrıldı” diye yazıyor. Arolat, Dallı’nın daha sonra meslek hayatına Akbank’ta devam ettiğini de ifade ediyor.

Bu tarihsel boyutu bir kenara bırakıp bugüne gelirsek, Genel Müdür Hakan Aran’ın ilgi alanları ve etki alanları ile ilgili anlattıkları ile bundan sonraki yüz yılın vizyonunu anlamak mümkün oluyor. İlgi alanında olan ancak etki alanında olmayan konulara odaklananların çöküp kaldığına işaret eden Aran, “Etki alanımızda olmayan ama ilgi alanımızda olan konulara odaklanır ve sadece onları düşünürsek etki alanımız gittikçe zayıflıyor ve biz etki alanımızdaki konularda da kendi alanımızda yapmamız gereken işleri yapamaz hale geliyoruz; ne olacak bu memleketin hali diye düşünmekten. Asıl yapmamız gereken, kendi kurumlarımızda, buradan çıkartılacak derslerle yapmamız gerekenleri yapmamız” şeklinde konuşuyor. Aran, bunun ülkeye azami faydayı sağlamaya yarayacağı düşüncesini de ifade ediyor. Omurgaların öneminin üzerlerinde taşıdıkları başla da ilişkili olması, Aran’ın bu bakışını o omurganın devamı olarak görmeme neden oluyor.

İçeridekiler ve dışarıdakiler

Bütün bunlar gerçekleşirken etkinlik kadar orada bulunanlarla ilgili bir yorum yapmanın da gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu yazıda aslında Malcolm Gladwell’den ve Brett King’den bahsedecektim. Gladwell, özellikle Türkiye’nin bugünkü durumunu futbol ve basketbol örnekleri ile anlamamızı sağlaması nedeniyle uzun uzun anlatılmayı hak ediyor. Türkiye’de takım oyunu oynayan milli takımlarımızın kaç tanesini Türk teknik direktörler yönetiyor ya da şöyle sorayım: Yarattığımız kurmay kapasitesi ne ölçekte?

Siyasi iktidarın temsilcileri, Bilişim 500 etkinliğinde ülkenin kalkınması için satışın önemli olduğunu ve insanların tek bir konuda uzmanlaştığı bir Türkiye planladıklarını ifade ettiğinden beri bu tür etkinliklerde garsonluk yapan gençlerle konuşuyor. Son olarak İş Bankası’nın etkinliğinde basın odasında çalışan arkadaş, Marmara Üniversitesi’nde yönetim bilgi sistemleri okuyordu. Kendi hayalleri olduğunu söyledi ve biraz daha sorunca ticarete atılmak dışında bir bakış açısı oluşmadığını gördüm. İnşaat mühendisliği, makine mühendisliği ve diş hekimliği gibi alanlardaki öğrenciler bu tür etkinliklerde ve yerlerde çalışarak gelir elde edip okul hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Yani ülkemizin gençleri, zorunlu olarak birden çok alanda gelişerek hayata hazırlanıyor. Bunlar içeride olmayanlar.

İçeride ise, bizim İTÜ’den işletme mühendisliği öğrencisi bir arkadaşla tanıştım. Bilet alıp gelmiş. “Öğrenci bileti o kadar pahalı değildi; 150 liraydı” dedi. Ben de konferansa katılan bu arkadaşa saygı olarak toplantılarda dinlediklerimi hemen yazmıyorum. Bedelini ödeyenler bir sindirsin; arkasından ben yine parça parça aktaracağımı aktarırım. Çaba harcayanlara bu kadarını yapalım. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar