İş dünyasının sıkıntıları talepleri daha ne kadar göz ardı edilebilir?

Sadi ÖZDEMİR
Sadi ÖZDEMİR EKONOMİDE SAĞDUYU

Meclis tamam, vekillerin seçim yarışında Cumhur İttifakı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) çoğunluğu sağladı ve bu seçimi kazandı. Cumhurbaşkanı seçimi ise ikinci tur oylamada sonuçlanacak. Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de yarışanların tamamına yakını ‘çok başarılı bir sonuç elde ettiğine’ karşı tarafın ise kesinlikle kaybettiğine inanarak konuşmaya devam edecek. Biz seçim sürecine ekonomiyi çok yakından ilgilendiren ‘talepler ve vaatler’ açısından bakalım. İktidar bu seçime, olağan dışı ekonomik şartlar ve asrın felaketi olarak nitelenen 6 Şubat depremlerinin gölgesi altında girdi. Muhalefetin ‘çoğu ölçüsüz vaatleriyle’ rekabet etmek adına asgari ücretten, emekli maaşlarına, EYT’den memur ve kamu işçilerinin aylıklarına kadar birçok konuda halkın beklentilerini karşıladı. Yılın ikinci yarısı için de yeni büyük sözler verdi. Depremlerle yıkılmış illerimiz için son derece güçlü bir ‘yeniden imar eylem planı’ uygulamaya aldı. Öyle ki bu kadar can kaybına ve hasara rağmen depremzede illerimizin seçmeninden yüksek oranlarda oy almayı da başardı. Aslında seçimin şu ana kadarki kısmından ‘oy verenlerin kahir ekseriyetini temsil eden’ halkımız kazançlı çıktı. Peki, seçmen olarak pek kıymetsiz Türk iş dünyasının beklentileri ne olacak?

İş dünyası konuşmak bile istemiyor

Türk iş dünyasını temsil eden örgütlerin başkanlarının tamamına yakınının bir ‘resmi’ bir de ‘gerçek’ söylemi oluşmuş durumda. Resmi söylemlerinde, aşırıya kaçmadan, kırıp dökmeden sıkıntıları dile getiriyorlar. Doğru olan da budur. Ancak, kayıt dışı konuşmalarda ‘yatırım, üretim ve ihracatın’ ciddi sıkıntıları olduğunu dile getiriyorlar. Sektörler bazında da tamamına yakını ‘finansmana ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğunu’ söylüyor. İhracatçılar enflasyon ile kur arasındaki açılmanın ‘dış pazarlarda rekabet gücünü ciddi ölçüde zayıflattığını’ belirtiyor ve bu yıl hedefin tutmayacağını dile getiriyor. Piyasa ekonomisini bloke etmiş durumdaki ‘makro ihtiyati önlemlerin’ artık normalleştirilmesini istiyorlar. Bürokrasi ile ilişkilerde ise öyle kötü anekdotlar anlatıyorlar ki en sağduyulu insanın bile morali bozulur. Özetle iş insanlarımızın çoğu işiyle ticaretiyle ilgili ciddi kaygılı.

Biz bu duruma nasıl geldik? Önce buna bir bakalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20 Mart 2021’de Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ı görevden almasından itibaren netleşen ‘piyasaya rağmen faiz düşürme’ politikası aynı yılın son aylarındaki sert faiz indirme kararlarının etkisiyle kurların ciddi atak yapmasına yol açmıştı. Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulaması ile kurlar orta vadede istikrara kavuşturulmuş olsa da ‘o ilk kur atağının etkisiyle’ bizim enflasyon sert şekilde yükseldi. Biz bu ataklara meydan okuyup faiz düşürme politikasına devam edilirken ‘pandeminin bozduğu küresel maliyet fiyat ilişkileri sebebiyle’ enflasyonda yeni bir atak yaşadık. Şubat 2022’de de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla enerji, gıda ve emtiada yine küresel boyutta bir enflasyon atağı ve bunun bizim enflasyona sert etkisini gördük.

Teşebbüs hürriyeti kutsal değil mi?

Türkiye Ekonomi Modeli ile yatırım, üretim, istihdam, ihracat ve büyümede büyük ölçüde başarılı olduk ama bu modelin getirdiği ‘makro ihtiyati tedbirler ve piyasa ekonomisine aykırı uygulamalar’ yaklaşık 6 aydır ciddi sorunlara yol açıyor. Enflasyonla mücadele için kurun baskılanması ihracatı ciddi şekilde frenliyor. Liralaşmayı zorla sağlama adına alınan önlemler ‘dolarizasyonu kayıt dışına’ çıkarıyor ki bu kayıt altındaki dolarizasyondan çok daha tehlikelidir. Yine enflasyonla mücadele adına sürekli olarak ‘özel sektörün üretim ve ticaret koşulları kısıtlanıyor’ ki bu da yeni yatırımları, yeni girişimleri büyük ölçüde caydırmaya başladı. Bu tablonun en tuhaf yönü ise inanç ve fikir özgürlüğü kadar ‘teşebbüs hürriyeti’ ilkesine de bağlı bir siyasi kökten gelen Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan ‘devletçi ekonomiye’ yönelirken, piyasa ekonomisini savunmak, devletçi ekonomi geleneğinin asıl sahibi sosyal demokrat CHP’ye kalmış gibi görünüyor. Bu piyasaya o kadar yansımış durumda ki Ak Parti ve Erdoğan’ın seçimi kazanması Türkiye’nin risk primini yükseltiyor, Borsa İstanbul’u sert şekilde düşürüyor.

Sonuç olarak; iş insanları ekonomide bir an önce ‘normalleşme’ istiyor. Normalleşme için de “piyasa ekonomisine süratle dönülmesini, bunun için aykırı uygulamaların kaldırılmasına yönelik takvim ilan edilmesini, reel kur (enflasyon kadar) olmasını, bürokrasi ve siyasetteki ‘rüşvet ve yolsuzluk’ meselesinin ciddi şekilde mercek altına alınmasını” öneriyorlar. Çünkü bazı siyasilerle çeteleşen bürokrasideki bir haramzade güruhu birçok iş insanımızın ‘şirketine çökme’ cesaretini de aşmış durumda.

Evet, seçmen sayısı olarak iş insanlarının yaptırım gücü çok az. Ancak, Türkiye özel sektörün yatırımları, üretimi ve istihdamı ile büyümeye devam edecek. Bu nedenle de özel sektörün yatırım ve ticaret iştahını kesmekten bir an önce vaz geçmeli. Aslında siyasetçiler, vaatlerinin önemli kısmının sürdürülebilir olmasının ‘iş insanlarının ayakta kalmasına ve işlerini büyütmesine’ bağlı olduğunu hiç unutmamalı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar