Keskin bir yol ayrımı

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Pazar günü yapılacak olan ve neredeyse tüm dünyada yakından takip edilen seçimler sonrasında keskin bir yol ayrımı bizi bekliyor. Seçimin sadece siyaseten değil, iktisaden de çok farklı sonuçları olacak. Nitekim olası seçim neticelerine göre yabancı finans kuruluşları tarafından oldukça farklı ekonomik senaryolar ortaya konmakta. Mevcut iktidarın devam etmesi durumunda ekonomi politikalarında ilk başta fazla bir değişiklik beklenmiyor. Ancak bu politikalar sürdürülebilir olmadığı için er veya geç en azından daha makul politikalara dönüleceği yönünde beklentiler de var. Aksi takdirde Türkiye ekonomisinde liralaşma değil, kaçınılmaz olarak gümüşleşme gündeme gelecek. (Burada gümüşün Latincesine gönderme yapıyorum!)
Kısaca bulunduğumuz durumu özetlersek:

* Son 5 haftada 12 milyar dolar azalmış olan brüt döviz rezervleri 115 milyar doların altına gerilemiş vaziyette. Swaplar ve Hazine’nin MB’de tuttuğu dövizler düşülerek hesaplanan Net Döviz Pozisyonu ise -70 milyar doların altında. KKM hesapları TL olarak 2.1 trilyonu (döviz olarak hesaplanırsa 110 milyar doları) geçmiş durumda. (Kurlarda 5 TL’lik bir hareket bile olsa MB ve Hazine’nin ödemek zorunda olduğu kur farkı 550 milyar TL olacak.)

* MB’nin yayınladığı istatistiklere göre faiz piyasasında tam bir anomali söz konusu. Mevduat faizleri yüzde 30’lara yaklaşırken ticari kredi faizleri yüzde 14’lerde. Normal şartlarda böyle bir piyasada hiçbir finans kuruluşunun kredi vermemesi gerekir. (Nitekim son 4 ayda kamu bankaları TL ticari kredilerini yüzde 32 artırırken özel + yabancı bankalarda bu artış yüzde 15’in altında kalmış.) Tahvil piyasası ise başka bir alem. 10-yıllık faizler bile bankaların bilanço rasyolarını tutturma mecburiyeti nedeniyle yüzde 12’lerde. Tam da bu tarz piyasa- dışı müdahelelerden beklendiği gibi dövizde piyasa ve resmi kurlar arasındaki fark da açılıyor

* Düşen emtia fiyatlarına rağmen dış ticaret açığı yüksek seyrine devam ediyor. Altın ithalatının büyük bir kısmının tasarruf amacıyla olduğunu ve gerçekçi bir TL faiz politikası altında bu seviyelerde (ilk 4 ayda 13 milyar dolar ithalat!) devam etmeyeceğini varsaysak bile altın hariç dış açık gene de geçen senenin üzerinde seyretmekte. Bu şartlar altında, finans hesabından girişlerin de kısıtlı olması nedeniyle kurlar üzerindeki baskının devam ettiği görülüyor.

* Enflasyon artık kendi momentumunu kazanmış durumda. Nisan enflasyonu ile birlikte her ne kadar yıllık enfl asyon baz etkisiyle yüzde 43.7’e gerilemiş ise de aylık bazdaki yüzde 2.4’lük (ki yıllığı yüzde 33’e gelir) fiyat artışı hiç de az değil. (2005-2020 arasındaki 16 yılda ise Nisan enfl asyonu ortalaması yüzde 1.1 olmuş!) Ayrıca unutmayalım ki bu rakam yaklaşık 9 aydır döviz kurlarının baskılanması sayesinde bu seviyeye indi. Önümüzdeki dönemde kurlarda yukarı doğru bir “düzeltme” olması da kaçınılmaz.

* Olmaması gereken bir şekilde artık temel gıda ürünleri bile Batı ülkelerinden daha pahalı hale gelmiş durumda. (Geçenlerde meşhur Big Mac Endeksini güncellemek istedim. Şöyle söyleyeyim: Fiyatlar Batı’nın pahalı metropollerine çok yakın, Doğu Avrupa’daki fiyatların ise hayli üstünde. Mesela Romanya’da yarı fiyata hamburger yiyebiliyorsunuz.) “Bu duruma gelene kadar tarımda neden etkili politikalar yürütülmedi?” cevap bekleyen bir soru. Benim düşüncem yönetimde “biz gerektiğinde ithal gıda ürünleri ile iç piyasayı disipline ederiz” mantığının hakim olması. Halbuki tarımda problem büyük bir tekelleşme ve fiyatların manipüle edilmesi değil. Problem planlamaya, ölçek ekonomisine, kooperatifl eşmeye ve damla sulama gibi verim artırıcı yöntemlere yeterince geçilememiş olması. (Öte yandan 2013 yılında 14.8 milyar dolar olan toplam tarım ve gıda ürünleri ithalatımız geçen sene 25 milyar doları geçti.)

Muhalefetin kazanması durumunda ekonomide ortodoks politikalara geri dönüleceği görülüyor. Ortodoks politikadan kasıt TL’yi koruyacak (ancak mevcut borçluları da fazla zor duruma sokmayacak) bir politika faizine geri dönüş, bütçenin yeniden disiplin altına alınması, yabancı yatırım ortamının hızla iyileştirilmesi, finans sistemi üzerine getirilen ve serbest piyasa sistemini bozan (ve çoğu zaman da kendiyle çelişen) kural ve düzenlemelerin belirli bir takvim içerisinde kaldırılması olarak özetlenebilir. Tabii daha orta vadeli olarak da sanayi ve tarım politikalarının A’dan Z’ye revizyonu gerekiyor.

Bu vesileyle 2001 reformlarının mimarı Sn. Kemal Derviş’i de rahmetle anıyorum. Maalesef bugün geldiğimiz noktada o reformların önemli bir kısmı (MB bağımsızlığı ile birlikte TL’ye reel faiz veren bir para politikası izlenmesi, finans sektörünün yeniden yapılandırılması, ve faiz-dışı fazla gibi maliye politikasında net ve bağlayıcı hedefl er konması gibi) ortadan kalkmış durumda.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar