Krizlerin çekirdeği: Kibir ve üstünlük inancı

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Rüştü Bozkurt - BUZDAĞININ DİBİ

Çok yakında 60 yılını dolduracak olan “yazı insanı yaşamımızda” yüzleştiğimiz çok sayıda “krizleri” değerlendirirken, krizleri besleyen “niteliksel etkenleri” öne çıkarmaya özen gösterdik: Açgözlülük ve sorumsuzluk, aklı bir yerlere emanet etme, sloganları ciddi fikirlerin yerine koyma, kuramı küçümseme, model ve metodu önemsememe, analitik yetkinlik yerine güzel söz ezberciliğine takılma, farklı seçimleri olan ve gelecek inşa etme iddiası olan liderlik eksikliği, kibir ve üstünlük inancı konularında düşündüklerimizi paylaştık. Niteliksel etkenlerin dip dalgaları oluşturduğunu, ülke insanının eğitimi ve yönetiminin yönünü ve davranışlarını belirlediğini gündemde hep canlı ve diri tutmaya çalıştık.

Filistin-İsrail çatışmaları, krizleri yaratan etkenler arasında “kibir ve üstünlük inancının” ne denli önemli bir “zihinsel sapma” yarattığına bir kez daha tanıklık ediyoruz.

“Kibir ve üstünlük inancının” günlük yaşantımızın gereği olan sosyal ilişkilerimizde, yakın ve uzaktaki insanlarla iletişim ve etkileşimimizde, küresel ölçekteki oluşumlarda yarattığı sonuçlar üzerinde düşünmek gerekiyor.

Birincisi, kibir ve üstünlük inancını besleyen önemli etkenlerden biri “inanç sistemi kaynaklı” olmasıdır. OKSİJEN’deki yazısında Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Stephen M. Walt’ın “İsrail liderleri, Gazze şeridindeki Filistinlileri her zaman hor görmüştür; çünkü onların geçmişteki ve halen devam eden varlıkları İsrail kuruluş efsanesine doğrudan bir meydan okumadır,” diyor. Yıllar önce adını anımsayamadığım bir yazarın belirttiği gibi, “Filistin-İsrail çatışmasının arka planında Kur’an ile Telmut vardır” değerlendirmesini de unutmamak gerekiyor.
Kibir ve üstünlük inancının beslenme kaynağı “inanç sistemleri” olunca, aklın devreye girmesi zorlaşıyor; tabular yönlendirici oluyor. İnançtan düşünceye geçilebilse, davranışlarımızı yönlendiren etkenlerin kısa dönemde ve uzun gelecekte etkileri nesnel verilerle sorgulansa, çocukların, kadınların, günahsız sivillerin ölümüne yol açan ilkesiz hırslar bu denli ölçüsüz tırmanamazdı.

Düşman değil dost yaratılmalı

İkincisi, “kibir ve üstünlük inancını” besleyen “iç ve dış koşulların” değerlendirilmesindeki eksik ve yanlışlardır. Yahudi toplumu, uzun sürer dünyanın değişik yerlerinde azınlık olarak varlığını korumak için efsanelerini sürekli yeniden üretiyordu. Ayrıca, zanaat yetkinliği, hizmet alanı etkinliği, maddi güç olma zorunluluğu her şeyin önündeydi. Kendi inancını koruma, aralarındaki birlik ve dayanışmayı sürdürme konusunda daha yüksek amaçları oluğu için küçük onurlarından fedakârlık edebiliyorlardı.

Şimdi ise, proje-odaklı da olsa bir devlete sahipler. Projeyi oluşturan ve hayata taşıyanların destekleriyle İsrail savaşlar da kazandı. Yaşanmakta olan çatışmadan da büyük güçleri arkasına aldığı için başarı elde edebilir. Geçmişte ticaret, zanaat, bilim-teknik alanlarındaki başarılar iç ve dış bağlamlarından koparılarak bugün de geçerli olacak düşüncesi İsrailli yöneticilere hakim olabilir. İsrail yöneticileri geçmişi aşırı değerlendirerek kibir ve üstünlük inançlarını sürdürmek istemiyorlarsa, değişen iç ve dış koşulları yeniden değerlendirmelidir. İsrail devletinin kurulması, azınlık toplumlarda küçük onurlardan fedakârlık etme davranışını sürdürülebilir olmaktan çıkarır. Ayrıca, devlet içinde refahın paylaşılması toplumda değişik çıkar grupları oluşturacaktır. Daha da önemlisi, insan hakları çerçevesinde çocuk ve kadın haklarını özümsemiş yurttaşlarını dikkate alması gerekir. Toplumun geleceğini “düşman yaratarak” inşa etmenin sürdürülebilir olmadığının çok sayıda kanıtı vardır. Paul Kennedy’nin anlatımıyla büyük güçlerin yükselişi kadar düşüşleri de gerçekliktir. İsrail yöneticileri, arkalarına aldıkları büyük güçlerin düşüşlerinden sonra toplumlarını huzur içinde yaşatmak için çevrelerindeki toplumlarla uzlaşma ve anlaşma yolunun uzun soluklu gelecek açısından önemini kavramalıdır.

“Etkili fedakarlık” gerekli

Üçüncüsü, efsane-odaklı söylem, topluma vazgeçilmez bir ideal ve yaratmak istediği sonuçlara yönelmede itici güç olabilir. Eğer efsane-odaklı yaratılmak istenen sonuç aşırı değerlendirilirse, bir konuşmasında Bill Clington’un altını çizdiği “sopa-kalkan ilkesini” harekete geçirir. Elinde sopa olanlar, başkalarının kalkanlarını artırır; mutlak yenilmezlik kibrinin, başkalarının kaderini belirleme aşırılığına varınca karşılık bulacağını bilmek gerekir.

Bahçeşehir Üniversitesinde konferans veren Prof. Dr. Stefan Brunnhuber’in “etkili fedakarlık” yapmanın daha uzun soluklu ve sağlıklı bir toplum oluşturacağı şeklindeki saptaması değerlendirilmeli.

Brunnhuber, HBT dergisindeki söyleşisinde diyor ki, “ Etkili alturizm, başkalarına mümkün olduğunca nasıl fayda sağlanabileceğini bulmak için kanıt ve akıl kullanmayı ve bu temelde harekete geçmeyi ifade ediyor”.

Bireyler, topluluklar, toplumlar, kuruluşlar ve kurumları yönetenler, hepimiz kriz üretmenin çekirdeklerinden biri olan “kibir ve üstünlük inancını” sorgulamalıyız. O zaman, “Düşmanlarımızı öğretmen yaparak tarih bilincimizi geliştirebilir; düşmanımıza benzeyerek kin ve öfkelerimizin tutsağı olmaktan kurtulabiliriz.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar