Ridley Scott’un Napolyon’u

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Ridley Scott’un Napolyon filmini sonunda izledim. Kanımca kötü bir film ama dahası var. Tuhaf bir film: Şöyle ki Talleyrand bile 30 saniye görünüyor filmde. Filmi 10 saatlik dizi olarak da çekse düzelmez çünkü Scott’un Alien (1979) sonrası yolculuğu giderek açık gericiliğe evriliyor. Konu Napolyon olunca bu kadar rahatlık biraz fazla olmalı. Sonuçta film kurgusal bir karakteri anlatmıyor. Waterloo sahnelerini elbette Sergei Bondarchuk’un epik filmiyle (Waterloo, 1970) karşılaştıracak değilim ama Austerlitz sahneleri de çok kötü ve üstelik adeta kötü niyetli. Scott Napolyon’u sıradan bir diktatör olarak görüyor; bunu anlamış olduk. Ancak bunun için neden film çekilir, orasını pek anlayamadım.  

 Napolyon ne ideolojisi ne stratejisi olan, iktidar hırsıyla ve Joséphine’e olan takıntısıyla meşgul, askeri yeteneği bile şüpheli bir tip olarak gösterilince söylenecek laf kalmıyor. Bu “insan olarak Napolyon” falan değil; bu resmen saçmalık. Filmin sonundaki şu savaşta bu kadar asker öldü altyazısı –Napolyon yüzünden demek istiyor- Fransız devrimini de Avrupa’nın bu devrime nasıl çullandığını da önemsemeyen bir adamın geç kalmış gericiliğidir – ki Alien’ın devamı sayılabilecek bir-iki filminde mistisizmle flört etmişti. O kadar ki Fransız devrimi hakkında söyleyecek tek olumlu lafı yok. 

Neyse, Fransız devrimi hakkında çok daha suçlayıcı şeyler yazıldı zaten. ‘Süre azdı ne Austerlitz’i ne Waterloo’yu adam gibi gösterebildim’ diyebilir ama gösterdiği kadarı yeterli. Mesela Waterloo: Sanki Blücher’i takip etmek için ordusunun üçte birini ayırıp yollamamış gibi –ki muhtemelen hatalı karardı- ve Grouchy ve Gérard geç kalmamışlar gibi –ki bu konuda rivayet muhtelif, sanki Blücher’i gördüğü halde merkezini yenildiğini bile bile Wellington’un üzerine sürdüğü gibi… Ergo, Fransız askerini Napolyon öldürtmüş oluyor. Altı saattir savaşan yayılmış ordunun nasıl geri çekilebileceği, yürüyüş halinde yakalanacağı kesin olduğu için asla acımayacak olan von Blücher’in süvarilerinden nasıl kaçabileceği konusunda hiçbir detay yok. Ama daha önemlisi var. Bu adam ne yaptı da Napolyon oldu sorusu bile sorulmuyor. Oysa Fransız devrimi asıl etkisini onun sayesinde gösterdi. Bakalım. 

“Büyük patlama” şeklindeki Napolyon reformlarının ekonomik olarak başarısız olduğuna dair pek çok saygı değer görüş var. Örneğin, David Landes meşhur kitabında “devrimin teknolojik gelişmenin önünde politik bir engel” olduğunu ve devrimin sonucu olarak İngiltere ve Kıta Avrupası arasındaki teknolojik mesafenin daha da açıldığını, Avrupa’nın İngiltere’yi taklit ederek teknolojik ilerleme sağlamasının önündeki engellerin ise aynen kaldığını yazıyor Yine de Landes loncaların kaldırılmasının yararlı olduğunu kabul ediyor. Buyst ve Mokyr Hollanda gibi küçük bir açık ekonominin dünya çapındaki olaylar yüzünden zarar gördüğünü bildiriyor. François Crouzet devrim yüzünden teknoloji transferinin durduğunu belirtiyor. 1833 Zollverein gümrük birliğinin Almanya’nın ekonomik ilerlemesindeki önemi hep öne çıkarılırken, Jena yenilgisi üzerine 1807’de Prusya’da girişilen Stein-Hardenberg Reformlarının tarımda verimliliği artırarak sanayiye işgücü aktarmayı amaçladığı ve etkili olduğu vurgulanmıyor. Bu reformlar askeri yenilginin doğrudan sonucuydu. 

Fransız Devrimci Orduları İsviçre, İtalya, Belçika, Hollanda, Almanya’nın Rhein bölgesinde tüm feodalite kalıntısı kurum ve yasaları lağvetmekle kalmadı, Aachen’de kurulan modern ticari mahkeme gibi yeni kurumları da eskilerinin yerine geçirdi. Napolyon kendisi de devrimci olduğu için, ayrıca Fransa etrafında tampon devletler istediği için ve var olan eliti yok etmek bu amaca ulaşmanın en kolay yolu olduğu ortadayken, reformları şahsen hızlandırmış da olabilir. Napolyon yasalarının İspanya ve Portekiz’deki etkisi tartışmalıdır. 1815 sonrası yeni kurumların ne kadar dayanıklı çıktığı da tartışmalıdır ve bölgeden bölgeye değişir. Örneğin, Rhine’da Code Napoléon o kadar yerleşmişti ki 1815 sonrası Prusya’nın çabalarına rağmen eskiye dönüş olmadı.  

Acemoglu, Daron, Davide Cantoni, Simon Johnson and James A. Robinson (2011), “The Consequences of Radical Reform: The French Revolution”, American Economic Review 101 (7): 3286–3307 devrimci orduların ve sonrasında Napolyon savaşlarının değiştirdiği kurumsal çerçevenin uzun dönemde etkin sonuçlara yol açtığını bildiriyor. 1850 civarında Napolyon yönetiminden etkilenen bölgelerin şehirleşme hızlarının diğer bölgeleri aştığını ülkelerarası verilere ve Almanya verilerine dayanarak öne sürüyor. Hem büyüme hızları, hem ticarileşme ve girişimcilik piyasalar girişe konan engellerin kaldırılmasıyla canlanmıştı. Kısa dönemde savaşların yarattığı yıkıntı bir duraklamaya yol açsa da yaklaşık 50 yıllık vadede yeni kurumların olumlu etkisi görüldü. Sadece bu makale bile Acemoğlu konusundaki pek çok saçmalığı sonlandırmaya yetmeli aslında. Bütün radikal, dışsal ve sözüm ona “tepeden inmeci” reformların ve kurumsal yenilenmenin başarısız olmaya mahkûm olmadığı tezinin modern akademik dilde ifade edilmesi önemsiz midir?

Peki, neden bazı “tepeden inme” reformlar başarılı olmaz ve kök salmazken Napolyon (kısmen de olsa) başarılı oldu? Cevap Fransız Devrimi reformlarının (a) aynen Fransa’daki gibi ve inanarak uygulanmasında (b) reformların piyasanın yolunu açarak kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmasında (c) reformların büyük bir radikallik ve tamlık içinde, ödün vermeden uygulanmasında yatıyor olabilir. Fransız Devrimi toprak istiyordu; ama sömürge istemiyordu. İdeoloji de reformların başarısında rol oynamış olabilir. Toussaint L’Ouverture 1796 Haiti isyanında zencilerin Marseillaise söylediğini yazıyor. 

Birisi Napolyon’u kanımca çok daha önemli olan bu tip noktalara dayanarak çekmeli. O zaman savaşları hiç göstermese de olur. Yoksa kimse Bondarchuk’un filmini egale edemez. Gerek yok. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Türkleşme ve laiklik 03 Aralık 2024
Nazizm ve Katoliklik 26 Kasım 2024
Cumhuriyet ve özgürlük 19 Kasım 2024
Trump 12 Kasım 2024
Geçmişe bir yolculuk 29 Ekim 2024
Laiklik ve sekülarizm 15 Ekim 2024
Devrimlerin devrimi 01 Ekim 2024
Bir kez daha sekülarizm 24 Eylül 2024