Sürdürülebilir bir gelecek için fırsat: Paris İklim Anlaşması
Tekin URHAN - Türkiye Aile İşletmeleri Derneği Başkanı
Sürdürülebilirlik ve yeşil enerji dünya ekonomilerinin en hassas ve kritik gündemi olarak hayati önem taşıyor. İnsanlığa bağlı üretim süreçlerinde ortaya çıkan karbon miktarı artık hem gezegeni tehdit ediyor hem de uluslararası ticarette kilit rol oynuyor. Yeşil enerjiye şimdiden yatırım yapan devletler ve firmalar bunun avantajlarından yararlanacaklar. Süreç içerisinde buna uymayan devlet ve firmalar ise hem uluslararası ticarette yaptırımlara tabii olacaklar hem de yeşil enerji teknolojilerinin fırsatlarını kaçıracaklar. Paris İklim Anlaşması dünyamızın geleceğini korumayı hedeflediği ve geniş platforma sahip olduğu için bu anlamda çok kritik ve stratejik.
Tüm ülkelerin ortak hareket ederek iklim krizinin önüne geçmesini hedefleyen Paris Anlaşması, ortalama küresel yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmayı ve hatta mümkünse 1.5 derecenin altında tutmayı hedefliyor. Anlaşmaya şimdiye kadar 197 ülke imza attı, 191’i onayladı. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi üye devletleri arasında anlaşmayı onaylamayan Eritre, İran, Irak, Libya, Yemen ile beraber ne yazık ki Türkiye de yer alıyordu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” 7 Ekim 2021 tarihli ve 31621 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve sonunda anlaşmaya Türkiye de dahil olmuştur.
Türkiye, Paris Anlaşması’nı onaylamayan tek OECD ve G20 üyesiydi. Küresel emisyonların yüzde 50’sinden Çin, ABD, AB ve Hindistan sorumlu. Türkiye, en fazla sera gazı emisyonuna neden olan ülkeler arasında 16’ncı. Avrupa Birliği 2030’a kadar emisyonlarını yüzde 55 azaltacağını ilan etti. Çin ise 2060 'a kadar karbon nötr olmayı hedefliyor. Yeni ABD yönetimi resmi olarak Paris Anlaşması’na geri döndü ve 2050 yılında karbon nötr olma hedefini ilan etti.
Türkiye ise 2030’a kadar emisyonlarını iki katına çıkarmayı planlamakla birlikte 2050 için de herhangi bir karbonsuzlaşma hedefi ortaya koymadı. Karbonsuz ekonomiler, teknolojiler ve kurallarla yeni bir düzen kuruluyor ve Türkiye yine bunun dışında kalıyor. İklim değişikliğinin en fazla vuracağı coğrafyalardan biri olan Türkiye’nin hem bu riskleri bertaraf etmek hem de gelecek nesillere sürdürülebilir bir miras bırakmak için sözleşmenin içini doldurmak için adım atması gerekiyor.
Paris anlaşmasında, anlaşmaya taraf ülkeler, ne zaman ve ne kadar sera gazı azaltım taahhüdünde bulunacağına kendileri karar veriyor. AB ülkeleri 2030’a kadar %55 emisyon azaltmayı, 2050’de karbon sıfır ilk kıta olmayı hedeflediklerini açıklarken; ABD 2050’de, Çin, 2060’da karbon nötr olmayı taahhüt etti.
Diğer yandan Türkiye’nin BM Sekreteryası’na sunulan niyet edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda Türkiye emisyon azaltma taahhüdü yerine ne yazık ki iki kattan fazla artırabileceğini beyan etti. 2012 yılında 430 milyon ton olan sera gazı emisyonumuzu, 2030’da 929 milyon tona kadar çıkarabileceğimiz belirtildi. Eğer tüm ülkeler Türkiye gibi hedefler ortaya koyarsa ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 4 derece gibi korkunç bir hal alabilir.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) verileri, ortalama yüzey sıcaklığı artışı 1.5 dereceyi bulduğunda yüzde 100 artması beklenen sel riskinin 2 derecelik bir ısınmayla yüzde 170’e ulaşacağını ortaya koyuyor. Ayrıca şiddetli kuraklığa maruz kalan insan sayısı 1.5 derecelik bir artışta 350 milyonken, 2 derecelik bir artışta 410 milyona çıkabilir. Aşırı sıcak hava dalgaları ise dünya nüfusunun yüzde 9’u yerine yüzde 28’ini etkileyebilir. Bu durum, ciddi bir küresel felaket anlamına gelmektedir.
Türkiye hiçbir önlem almadan bile hesapladığı miktarın çok altında sera gazı emisyonu üretiyor. TÜİK verilerine göre, 2019 yılında toplam emisyonlar 506.1 milyon ton karbondioksit seviyesinde gerçekleşti ve azalma eğilimini sürdürdü.
Araştırmalar, Türkiye böylesi bir hedef yerine aktif bir iklim politikası yürütebilirse milli gelirinin yüzde 7 artacağını ortaya koyuyor. Türkiye petrol ve doğalgaz fakiri bir ülke ve yüzde 70 oranında enerjide dışa bağımlı. Rüzgâr, güneş, alternatif yakıtlar ve enerji tasarrufunu temel bir strateji olarak ortaya koymak hem tasarruf açısından hem de rekabetçi yeni teknolojiler açısından büyük bir fırsat olarak karşımızda.
Düşük karbonlu yatırımlar istihdam yaratma potansiyeli açısından fosilden avantajlı. Hesaplamalar, her 1 milyon dolarlık yatırımın, sürdürülebilir enerjide 15-30, enerji depolamada 4-12, enerji verimliliğinde 10-18 ve geri dönüşümde 15-40 kişiye istihdam yaratma potansiyeli olduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin anlaşmanın gerektirdiği karbon nötr hedeflerine uyumlanmaması ekonomik bir yük yaratacağı gibi dünyadaki yeşil ekonomi gelişmelerini yine kaçıracağı anlamına gelmektedir.
Kısacası dünya ve özellikle Avrupa, karbon nötr uygulamalar için her türlü eylemi başlatırken, karbon ayak izinin ölçülmesiyle ilgili düzenlemeler başta olmak üzere birbiri ardına kurallar koyarken, Türkiye’de maalesef bunların hiç birinde en ufak bir adımın olmaması büyük bir gelişim alanı.
Yeterince algılanıp önemsenmese de; Yeşil Mutabakat kapsamındaki karbon vergileri, yeni sertifikasyonlar, sürdürülebilirlik kriterlerinin üretime adaptasyonu vb. etkenler nedeniyle dünya ve özellikle Avrupa ile olan ekonomik ve dolayısıyla siyasi ilişkilerimiz büyük sıkıntıya girecektir.
Artık hem hükümet, hem devletin tüm kurumları hem de özel sektör olarak gerçek anlamda sürdürülebilirliği odağa alıp yeni stratejiler, eylem planları ve mevzuatı ortaya koymak ve uygulamak kendimize ve gelecek nesillere yapacağımız en büyük iyilik olacaktır.