Teknolojide dünya nereye gidiyor, Türkiye ne yapmalı? Politika önerileri

Ussal ŞAHBAZ
Ussal ŞAHBAZ Global İşler

Sene sonu yaklaşırken, yıl içinde gelişen bazı trendlere yukarıdan bakıp değerlendirme yapmakta fayda var. 2023’ün son iki yazısını bu trendlere ve 2024 yılına dair tahminlerime ayıracağım. Böylelikle de yıl boyunca yazdığım yazılara dağılmış olan fikirleri, bu trendler çerçevesinde bir araya getirmeye çalışacağım.

Bunun için bu yazıda ilk olarak küresel ölçekte hız kazanan teknoloji alanındaki düzenlemeler ve bu süreçte dünyanın alt kümelere ayrılması üzerinde durmak istiyorum. Son 20 yılda devlet kurumu, teknoloji alanındaki gelişmeleri kendi akışına bırakmış, “sonra gerekli düzenlemeleri yaparız” demişti. 2023 yılındaki gelişmeler bize gösterdi ki, devletlerin tavrı hızla dönüşürken izlenen politikalar da ülkelerin birbirinden ayrışmaya başladığı bir sürece işaret ediyor.

Mesela,

  • Yapay zekâ alanında 1-2 Kasım’da Londra’daki Bletchley Zirvesi’nde 28 devlet genel esaslar üzerine anlaştı. 8 önemli yapay zekâ şirketi de modellerini ön denetime açma taahhüdünde bulundu.

  • Çip alanındaki küresel yarış, yapay zekâ teknolojisinin trendlerine paralel olarak giderek hızlanıyor. Batılı ülkeler bu alandaki teknolojik üstünlüklerini Çin’e kaptırmamak için önemli adımlar atmaya başladı. Yapay zekânın alt yapısını oluşturan çip teknolojileri konusunda ABD, 2022’de Çin’e ambargo koymuştu. Şimdilerde ise ABD ve AB, çip yatırımlarına sağladıkları büyük teşvik programlarıyla bu alanda mümkün olduğunca daha konsolide ve bağımsız stratejiler geliştirmeye çalışıyor. Aynı zamanda AB, dünyadaki kurallara yön vermeyi umduğu Yapay Zekâ Kanunu’na Aralık ayında son halini verdi. Ancak, Avrupalılar önümüzdeki dönemde bu kanuna uyum sağlamak istemeyen şirketleri kaybetmekten korkuyor.

  • 9 Eylül’de Delhi’de düzenlenen G20 Zirvesi’ne katılan ülkeler, fintek/kripto varlıklar alanında küresel düzenleme esaslarının belirlenmesi konusunda mutabık kaldı. FSB ve IMF, bu alandaki çalışmalarını 2024’te tamamlayacak. Bu arada Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler ise getirdikleri inovatif regülasyonlarla dünyanın yatırım merkezi olma yolunda ilerliyor.

  • İklim teknolojileri alanında Batılı ülkelerin en önemli amacı tedarik zincirinin, üretim ölçeği ile öne çıkan Çin’e bağımlı hale gelmesini önlemek. Örneğin, güneş panellerinde ölçek her ikiye katlandığında maliyet %30 oranında düşüyor. Bu da bu alanda inanılmaz yatırımlar yapan Çin’e ciddi bir maliyet ve rekabet avantajı sağlıyor. Buna karşılık ABD, yerli üretime cömert teşvikler vererek, Avrupa ise uygulamaya soktuğu yeni gümrük vergileriyle, pazara yeniden denge getirmeye çalışıyor. Ayrıca Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ile AB, ticaret yaptığı ülkelerin (özellikle de Türkiye’nin) yeşil dönüşüm alanında daha hızlı ve kararlı adımlar atmasını gerekli kılacak bir çerçeve ortaya koyuyor.

Peki, bu trendlere karşı Türkiye ne durumda? Bu soruya cevap verirken, öncelikle ne olmadığımızı bilmeliyiz: Birincisi, dünyada kural koyabilecek ölçekte bir ekonomi değiliz. İkincisi, üniversitelerimiz ve araştırma altyapımız küresel ölçekte teknoloji geliştirecek kadar kuvvetli değil. Ama unutmayalım ki, dünyada da bu teknolojilerin çoğu üniversiteler yerine şirketler tarafından geliştiriliyor. Buna mukabil avantajlarımız da var: Girişimcilik becerimiz ve istikrarsız ortamda iş yapabilme kapasitemiz Batı’ya kıyasla oldukça yüksek. İkincisi, Batı bloğunun içerisinde yer aldığımız için siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda oldukça geniş bir ilişki yelpazesine sahibiz. Bu sayede de bağımsız davranabilecek, çoklu diplomatik ve teknolojik ilişkiler kurabilecek kapasitedeyiz. Öyleyse önümüzdeki dönemde, sahip olduğumuz donanımları da göz önünde bulundurarak, ortaya çıkan yeni tekno-politik trendlere karşı tavır almalıyız.

Bu yazıyı birkaç öneri ile bitirelim:

  • Napolyon’dan gelen devletçi gelenek yerine yeni döneme uygun dinamik bir kamu yönetimi anlayışı benimsemeliyiz. Her teknolojiyi hemen düzenlemek zorunda değiliz. Bazı teknolojiler için dünyanın birçok yerine uygulanan “düzenleyici oyun alanı” (regulatory sandbox) yaklaşımını benimseyebiliriz. Bu yaklaşımla, küçük ölçekli işlerin serbestçe test edilmesini sağlayarak ülkemize inovasyon ve yatırım çekebiliriz. Bunun için otonom taksiler, kripto varlıklar, sağlıkta yapay zekâ uygulamaları gibi belli teknolojilere dönük oyun havuzları oluşturabiliriz.

  • Teknoloji işlerimizin büyümesi için yabancı yatırıma ihtiyacımız var. Bu kadar kaynağı sadece kendi başımıza sağlamamız mümkün değil. Kaldı ki, teknoloji yatırımcıları, beraberlerinde yeni ilişki ağlarını da getirerek şirketlerin küreselleşmesini kolaylaştırıyorlar. Şu anda teknoloji yatırımlarında %10’a düşen yabancı payını sürdürülebilir bir şekilde artırmamız gerekli. Bunun için de Türkiye ile ilgili algıyı yeniden şekillendirmeliyiz. Siyasi mülahazalardan bağımsız olarak, ülkemizde teknoloji işlerinin Avrupa’daki birçok ülkeden başarılı olduğunu anlatmalı, bu hikâyeyi de yukarıda anlattığım şekilde test edip bir öğrenen regülatif çerçeve ile desteklemeliyiz.

  • Sınırlı olan kamu kaynaklarımızı, teknoloji işlerinde ortak kullanılacak altyapılara ayırabiliriz. Mesela GPT gibi Türkçe büyük dil modelleri geliştirebilir ve dijital kimlik altyapısının üzerinde durabiliriz. Bu iki alanda da yapılacak yatırımların daha geniş bir yelpazede yansımaları olacaktır. Bu açıdan kendisiyle birlikte bir ekosistem oluşturan TOGG, başarılı bir proje olarak not edilebilir. Öyleyse önümüzdeki dönemde buna benzer örnekleri çoğaltmamız lâzım.

 Haftaya 2024 tahminlerimi açıklayacağım.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar