Yerli görünümlü ama IMF ilkelerine benzeyen önlemler çözüm olabilir mi?

Faruk TÜRKOĞLU
Faruk TÜRKOĞLU Dün, Bugün, Yarın

Türkiye, IMF ile yapılan son anlaşmanın süresi 2008 Mayıs ayında dolduktan sonra bir daha bu kuruluşun kapısını çalmadı. Ne var ki 2008 sonrasında yerli ve milli bir büyüme stratejisi hazırlanamadığı için son 15 yılda uygulanan ekonomik politikalar, IMF ve Dünya Bankası’nın standart reçetesine benzemeye başladı. İlk uygulanan IMF önlemi özelleştirme oldu. Bunun ardından kalkınmacı devlet anlayışından vazgeçilmesi geldi. Devlet, IMF ilkelerine uygun olarak büyük sanayi yatırımlarından uzak durdu, yalnız altyapı, eğitim ve sağlık yatırımlarına odaklandı. Dış ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi politikaları sürdürülürken 2018’den sonra IMF’nin rekabetçi kur ilkesi hayata geçirildi. 2018 Temmuz ayı sonunda 4 lira 82 kuruş olan doların değeri beş yıl içinde yüzde 460.0 oranında artış ile 27 lira sınırına dayandı.           

IMF istikrar paketlerinin diğer bir unsuru olan pozitif reel faiz hedefi ise 2023 Haziran ayında Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilmesi ile gündeme geldi. İçinde bulunduğumuz temmuz ayında vergi artışları ve bazı mal ve hizmetlere yapılan zamlarla IMF paketlerinin amaçladığı tablo tamamlandı. IMF’siz dönemde uygulanan ekonomik politikalar eninde sonunda IMF’nin standart reçetesine iyice yaklaştı ve “yerli” görünümlü ama IMF’nin istikrar paketlerine çok benzeyen bir ekonomik politikalar demeti ortaya çıktı.            

“Yapısal uyum” masalı

Birleşmiş Milletler’e bağlı IMF ve Dünya Bankası, 2010’a kadar, sıkıntılı bir dönem yaşayan gelişmekte olan ülkelere destek ve krediyi ancak yapısal uyum programını (structural adjustment program: SAP) uygulamayı kabul ettikleri takdirde veriyordu. Programı hazırlayan neoliberal ekonomistlerin düşüncesine göre vergi oranları ve fiyat artışları sonrasında halk kitlelerinin tüketimi azalıp iç talep kısılınca şirketler ister istemez ihracata yönelecekti. İstikrar paketinin baş köşesindeki devalüasyon ise ihracatı daha da kazançlı hale getirecekti. İhracat artınca kapasiteler büyütülecek ve dünya ülkelerine mal satmak için ileri teknoloji kullanılacaktı. Kapasite artışı ve ileri teknoloji kullanımı ise verimliliği ve milli gelir büyüme oranını yükseltecekti. Böylece ülke bir süre sonra gelişmiş ülkeler ligine terfi edecekti. Programın zayıf tarafı teknoloji konusundaydı. Gelişmiş ülkelerin aksine, gelişen ülkelerde teknolojik yoğunluk kendiliğinden yükselmiyor, devletin yoğun desteğine, cömert teşvikler sağlamasına, çok sayıda yeni nesil araştırma enstitülerini faaliyete geçirmesine ve özel sektörün girmediği yüksek teknoloji alanlarında yeni fabrikalar kurmasına ihtiyaç duyuluyordu. Oysa IMF ilkeleri devletin ekonomiye asgari ölçüde müdahale etmesini ve pasif bir tutum izlemesini zorunlu kılıyordu. Bu temel çelişki çözüme kavuşturulamayınca IMF politikalarını uygulayan ve yalnız altyapı yatırımlarını artıran ülkelerde büyüme hızları düşük kaldı. Çin, Güney Kore ve bazı Doğu Asya ülkeleri ise proaktif “kalkınmacı devlet” anlayışı sayesinde ekonomilerini yüksek hızla büyüttü. Yapısal uyum masalı, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkelerin kalkınma yarışında zaman kaybetmelerine yol açtı.

Özelleştirmenin verdiği hasar

2003’te başbakan olan Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan yapısal uyum programlarına uygun ekonomik politikalar izleyerek özelleştirme süreciniz hızlandırmıştı. Unakıtan, 2003 Nisan ayında Özelleştirme İdaresi kendisine bağlandığında “KİT’leri duman edeceğim” ve “Tekel’i babalar gibi satarım” demişti. Maliye Bakanı sözünü gerçekten tuttu ve KİT’leri haraç mezat sattı.             

Ne var ki, KİTlerin özelleştirilmesi ekonominin teknolojik yoğunluğunu yükseltemedi ve istikrarlı büyümenin yolunu açamadı. Çin şirketi Huawei ile aynı dönemde üretime başlayan Teletaş, özelleştirme sonrasında gelişme ivmesini kaybedip küçülürken, Huawei on binlerce işçi çalıştıran dev bir şirket haline geldi 2000’li yılların başında çok tartışılan Türk Telekom özelleştirmesi fiyasko ile sonuçlandı. Niteliği gereği özelleştirmenin yapılamadığı savunma sanayisi şirketleri ile duman etme operasyonundan her nasılsa kurtulan THY ve bor üreticisi Eti Maden gibi kuruluşlar ise küresel çapta başarılara imza attı.           

2003-2021 döneminde özelleştirmedeki fiili gelirin ABD’deki enflasyona göre düzeltilmiş değeri 75 milyar dolara yaklaşmıştı. Bu kaynağın bir bölümü ile devlet yarıiletken çip, batarya, kaliteli ve paslanmaz çelik, ilaç, ileri kimya ürünleri ve benzeri katma değeri yüksek ürünleri üretecek büyük fabrikalar kurabilseydi hem cari işlemler açığı hem de işsizlik azaltılabilecekti.         

Yapısal uyumun gerçekçi bir hedef olmadığı 30 yıl boyunca çekilen sıkıntıların bir işe yaramadığı 2010 sonrasında ortaya çıkmıştı. Nisan 2014’te IMF’nin o dönemdeki başkanı Christine Lagarde geçmiş uygulamalar hakkındaki bir soruya şu cevabı vermişti: “Yapısal uyum mu? O benim dönemimden önceydi. Bunun ne olduğu konusunda bir fikrim yok. Biz artık böyle şeylerle ilgilenmiyoruz.”         

Ekonomileri çıkmaz yıllara sürükleyen ve kitleleri kemer sıkma paketleri ile yoksulluğa mahkûm eden IMF patentli istikrar paketleri veya onların yerli görünümlü benzerleri, sorunları ancak geçici bir süre için çözebilir. Kalıcı bir çözüm için şu adımların atılması gerekir:             

■ 12. Beş Yıllık Plan çalışmaları hızlandırılmalı ve planın ana ekseninde Türkiye’nin koşullarına uygun yerli ve milli bir “büyüme stratejisi” bulunmalıdır.

■ Plan bünyesinde Türkiye’yi 2038 yılına kadar bir ileri teknoloji ülkesi yapacak bir perspektif plan ve 10 yıllık bir “yeniden sanayileşme programı” da yer almalıdır.

■ Temel bilimler seferberliği başlatılmalı ve bir bilim ve teknoloji şehrinin temelleri atılmalıdır.

■ ABD’de 2014’te kurulmasına başlanan ve Alman enstitülerini örnek alan yeni nesil araştırma enstitüleri kurulmalı ve bu enstitüler yalnız belirli ürünlere ve konulara odaklanmalıdır.

■ Tüm hedefler gerçekçi ama iddialı olmalıdır, örneğin bir çip fabrikası kurulacaksa 60-70 milyon dolarlık tesisler yerine en az 4-5 milyar dolarlık dev tesisler kurulması için tüm imkânlar zorlanmalıdır. Modern altyapı tesisleri için gerekli kaynağı önceki yıllarda bulan Türkiye yeniden sanayileşme ve yüksek teknoloji yatırımları için de gerekli kaynaklara da ulaşabilir.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Geleceğe bakış 29 Ekim 2023