Evren Kırıkoğlu: Kurda 25-26’lar adil seviye

Orca Macro Finansal Danışmanlık Kurucusu ve Stratejist Evren Kırıkoğlu, piyasanın coşkuyla fiyatladığı Mehmet Şimşek’in geri dönmesi ihtimalini “Genel politika yaklaşımında ve para politikalarında herhangi bir geri adım atılmayacaksa, liralaşma stratejisinde olsun, makroihtiyati önlemler olsun, faiz yaklaşımı olsun, bunlar değişmeyecek önemi bir miktar azalıyor” diye yorumladı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

BURCU GÖKSÜZOĞLU / FİNANS SOHBETLERİ

Piyasa ekonomi yönetimde bir değişiklik bekliyor mu? Mehmet Şimşek’in kabineye dönmesi konusunda nasıl bir beklenti var?

Piyasada seçimlerden önce iktidarın devam edeceği şekilde ortaya çıkacak senaryoda bambaşka bir makroekonomik tablo, muhalefetin kazanacağı senaryoda ise bambaşka ekonomik bir tablo bekleniyordu. Bunun sebebi muhalefetin kampanya sürecinde para politikası tarafında ve genel ekonomi yaklaşımlarında biraz daha ortodoks diye tabir edilen genel kabul görmüş uygulamalarla ve prensiplerle uyumlu bir şekilde ilerleyeceğini vaat etmeleriydi. Dolayısıyla seçim sonuçlarının iktidar lehine sonlandığının anlaşılmasının ardından bir kere en büyük soru işareti, bu aynı yani olağandışı dediğimiz, 'unorthodox' dediğimiz para politikası ve ekonomi politikası yaklaşımlarının devam edip etmeyeceğini kestirmek oldu. Burada da piyasa rezerv yeterlilik gibi uzun süredir maruz kaldığımız süre gelen yüksek enflasyon ve kredi sıkıntıları gibi konuların devam edip etmeyeceğini merak ediyordu. Devam edecekse de bunların olumsuz fiyatlanması gerektiği bekleniyordu.

Şimdi geldiğimiz noktada iktidarın kazanmasına rağmen piyasa izlediğimiz bu olumlu havada Mehmet Şimşek ile Cumhurbaşkanı'nın görüştüğü ve politika yaklaşımının seçim öncesine kıyasla bir dönüş sinyallendiği haberlerinin önemi büyük. Bu tepkiyi anlamakla beraber kalıcı olup olmayacağı konusunda biraz temkinliyim. Bir iki günlük harekete bakarak olumlu fiyat gelişmelerinin ne kadar sürdürülebilir olduğunun isimlerden ziyade politikalarla alakalı olduğunu düşünüyorum. Mehmet Şimşek gerçekten hem geçmişte bakanlık yaptığı dönemde hem uluslararası piyasada, yurt içi ekonomik katılımcılarla çok olumlu iletişim kurabilmiş, güven aşılamış bir isim. Bu anlamda kredibilitesi çok yüksek ama tabii o kredibilitenin kaynağı aslında orada uygulanan politikalar. Yani dünyanın geri kalanıyla ve uluslararası piyasalarla uyumlu, paralel uygulamaların gündemde olması.

Şimdi genel politika yaklaşımında ve para politikalarında herhangi bir geri adım atılmayacaksa, liralaşma stratejisinde olsun, makroihtiyati önlemler olsun, faiz yaklaşımı olsun, bunlar değişmeyecek ise ismin önemi bir miktar azalıyor. Londra ve New York gibi batı kaynakları, günün sonunda politikalara, politikalarla ilgili mesajları dinleme isteyeceklerdir. İkinci olarak eğer Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu döviz finansman kaynağı ve dış kaynak eğer Batı piyasalarından değil de Körfez ülkelerinden, Asya'dan veya komşumuz Rusya'dan gelecekse,  bu da bir tercih olabilir, iyi veya kötü anlamında demiyorum, buralardaki ekonomi yaklaşımında da zaten ismin kim olduğu çok önemli değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile yakın ilişkisi eğer kaynağa sebep teşkil edecekse o zaman Ekonomi Bakanı'nın kim olduğunu gibi detayların çok önemi kalmıyor görüşündeyim.  Burada ben isimlerden ziyade politikalara odaklanma taraftarıyım. O yüzden sadece Mehmet Şimşek'in ismine bakarak bugün oluşan piyasa tepkisini de biraz temkinli yaklaşıyorum. Elbet şunun da altını çizeyim. Seçim belirsizliği ve bu soru işaretleri sebebiyle zaten piyasa çok ucuzdu. Dolayısıyla sadece bu seçimlerin geride kalması sebebiyle bile mutlaka borsada bir değerlenme bekleniyordu. İzlediğimiz hareketi ona yoruyorum ama dediğim gibi sürdürülebilirlik bence politikalarla alakalı olacak.

Özellikle faiz politikasında bir değişim olup olmayacağı merak konusu. AK Parti’nin seçim beyannamesine göre faizde bir değişim düşünülmüyor. Ama Merkez Bankası’nın döviz rezervi ekside. O nedenle faizde U dönüşü bekliyor musunuz? Yoksa para politikasında küçük rötuşlar mı yapılır?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faizle ilgili görüşleri çok ortada. Kendi de zaten balkon konuşmasında özel olarak değindi. Dolayısıyla siyasi erkteki bu görüş bu kadar ortadayken faizlerde bir dönüş, faiz artırımı beklememek lazım diye düşünüyorum, ama başka değişiklikler olabilir. Neticede uygulanan para politikasının sadece bir kısmı faiz. Şu an faizin dışında makroihtiyati önlemlerden bankaların Merkez Bankası'ndaki teminat yapısına kadar, fonlama kanallarından swap mekanizmalarına kadar pek çok farklı adım gündemde. Rezerv yönetimiyle ve teminat yönetimiyle ilgili, kredi büyümesi ve mevduat yapısına dair keza yine aynı uygulamalar var. Bunlar sadece bankada değil artık şirketlere de sirayet etti. Özel bir şirketin ne kadar kredi kullanabileceği, bilançosundaki döviz bakiyeyle alakalı. Dolayısıyla bugün ben Türkiye'deki reel sektörün sanayici şirketlerin dertlerinin çok ufak bir kısmının faiz oranı olduğunu düşünüyorum.

Baktığımız zaman tabela faiz şu an yüzde 8,5 seviyesinde, politika faizi, ama oradan zaten kredi bulunmuyor. Yüzde 50 kredi faizi ödemeye razı olsa bile şirket, bu dediğim döviz kaynaklı kısıtlardan dolayı TL krediye erişimi kalmıyor. Yani daha yüksek faizi ödemeye razı olsa bile kredi bulamayan şirketler var. Dolayısıyla politika faizinin kaç olduğu tek başına o kadar önemli değil. Bütün bu diğer toplu yaklaşımın değişmesini gerekir diye düşünüyorum. Faizler düşük kalsa bile likidite koşullarının nasıl ilerleyeceği, şirketlere kredi kanallarının açılıp açılmayacağı veya döviz mevduat tarafında hedeflerin gevşetilip gevşetilmeyeceği.. Buna odaklanmak lazım. Merkez Bankası'nın rezervlerdeki sıkışmış görünüm aslında maalesef şirketlere kredilerin serbest bırakılmasının da önünde bir engel. Çünkü o krediler günün sonunda dolarizasyonu ve cari açığı besliyor ve rezervler eğer buna izin vermeyecekse o zaman kredilerde de maalesef genişleme olmayacak gibi duruyor. Yani şirketlerin derdi faizin kaç olduğu değil, kredinin olup olmaması. Bu böyle devam edecek gibi duruyor

KURDA ADİL SEVİYE 25-26’LAR OLACAKTIR

Kurda baskı hafifler mi peki? Seçim öncesi ihracatçılar şikayet ediyor, 24-25 TL’nin ideal seviye olduğunu söylüyorlardı. Dolar/TL’de hangi seviyeleri görebiliriz?

Döviz kurları uzun süredir maruz kaldığımız yüksek enflasyona rağmen çok fazla yatay seyretti. Burada elbette tartışmalar var. Son 1 yılı değil de son 5 yılı baz alırsak kurlar aşırı yükseldi. İçeride ciddi katlandı ve bu enflasyon tetikleyip vatandaşların alım gücünü çok olumsuz etkiledi. Bu işin doğru kısmı ancak tüketicilerin alım gücü gerilerken ihracatçılar bundan istifade etti de diyemiyoruz. Çünkü yaratılan enflasyon ÜFE kanalıyla maliyetleri besledi ve ihracatçı üretici kesim için karlılığı eritici nitelikte oldu. Daha da önemlisi Türkiye'deki ihracat firmalarının yabancı müşterileri de bu kur hareketini gördükten sonra ihracatçılardan dolar bazında indirim talep ettiler. Dolayısıyla biz kurlardaki yükselişin ihracattaki faydasından istifade edemedik.

Son 1 yıllık bazda baktığımızda da ÜFE'de yüzde 100’lerin çok üzerinde seviyeler görülmesine rağmen döviz kurları 2022'nin ikinci yarısında 18,5 civarında yatay kaldı. O arada hangi maliyetler arttı üretici kesim için? İşçilik maliyetleri yüzde 100 arttı. Asgari ücret 4 bin 350 liradan 8 bin 500 liraya çıktı. Önümüzdeki Temmuz’da bir zam daha gelmesi gündemde. Kurlara ortalama değil de yılsonundan yılsonuna baktığımızda ciddi yükselişler izlendi. KKM açıklamasından sonra 12’lerden bugün 20’lere kadar yükselmiş durumda. Emtia fiyatlarında ortalama o kadar büyük gerileme olmadı. Dolayısıyla döviz cinsinden, emtia fiyatlarını TL'ye çevirdiğimizde orada bir maliyet artışı var. Basit bir hesap yapsak, sanayi şirketlerinin maliyetinin yüzde 35’lik kısmı işçilik maliyeti desek, kalanı da ham madde ve ithalat maliyetleri desek burada kabaca bizi yüzde 30 gibi bir yere getiriyor. O da zaten ihracatçıların talebi, bundan iki ay önce ihracatçıların Ankara'ya Cumhurbaşkanı ziyarete gittiklerinde dile getirdikleri seviye. Talep edilen denge kur seviyesi 25-26’dıydı. Ben de kurda adil seviyenin en azından bu rezerv yetersizlik görünümünde ihracat tarafını desteklemek için 25-26’lar olacağını düşünüyorum.  Bunun üzerine bir de yurt dışından yabancı sermaye akımı girmesini bekleyeceksek o zaman kurun biraz daha overshoot etmesi, bu adil seviyenin de biraz üstüne çıkıp daha da ucuzlayıp yabancıları içeri cezbetmesi gerekli olabilir. Çünkü bu dediğim hesabı, yabancı yatırımcılar da yapıyor. Onlar da bakıyorlar.

‘Bu işin adil değeri eğer 25-26 ise ben niye adil değerden gireyim? Ucuz olduğu zaman girerim’ diyorlar.  O da 28-29’u bekleyecek belki. Dövizde konuşulan seviyeler bunlar özetle. Maalesef tüketiciler açısından çok yüksek ve tabii ki yüksek enflasyon ve alım gücü erimesine işaret ediyor ama işte son bir yıllık maruz kaldığımız bu yüksek enflasyon ve maliyetlerdeki artış ve rezerv gelişmeleri neticesinde ulaştığımız noktada görülen denge seviyeler maalesef bu. 25-26 TL önümüzdeki altı ay içerisinde hiç şaşırtıcı olmaz.

Seçim öncesi piyasada vatandaşların dile getirdiği bazı anomaliler vardı. Bankalardan dolar ve TL çekmede veya yurtdışına döviz gönderirken yaşanan sıkıntılar gibi. Kur ve faiz makasları da gördük. Bunlar ne kadar normalleşir?

Bu bütünüyle baştan sona rezerv yeterlilikle ilgili bir konu. Rezerv yeterliliğinin olmadığı yerde dövize erişim de ithalat sürdürülebilirliği de riske girer. Merkez Bankası'nın net rezervlerinin ekside olması şu anlama geliyor: ülkenin içinde bir döviz var ama dövizin nihai sahipliği Merkez Bankası'nda değil, vatandaşların şirketlerin sahip olduğu dövizi borç almış bir Merkez Bankası var. Bakmamız gereken asıl konu ise bu ülkedeki döviz rezervleri gerçekten tükenir mi? Bir ödemeler dengesi krizi ve ithalatın sürdürülebilirliği krizi tetiklenir mi? Bunun için bakmamız gereken yer de kullanılabilir brüt döviz rezervleri. Eskide altın hariç kullanılabilir kısma bakıyorduk. Bu hesaba göre 8,5 milyar dolar seviyesine kadar gerilemiş durumda. Bu oldukça sınırlı kullanılabilir bir alan ama şimdi artık altın rezervleri de dahil edildi. Biz son 8 haftada 9 milyar dolar civarında külçe altının artık satılmaya başlandığını gördük.

Altın, likit, döviz, diğer kamu mevduatları gibi diğer kalemleri de hesaba kattığımızda kabaca bir yıl kadar Türkiye'nin bu ithalat ihtiyaçlarını sürdürmesine yetecek brüt rezerv olduğunu görüyoruz ama bu tablo tabii ki çok olumsuz. Neticede Merkez Bankası'nın kendi sahipliğindeki değil piyasadan borç aldığı rezerv gibi onu görmek lazım. Dolayısıyla bankadan dövizimizi çekebiliyor muyuz veya şirketler kendi sahip olduğu bakiyelere ulaşabiliyor mu? gibi kaygılar geçerli kalmaya devam edecektir. Bunu nihai olarak çözümü çok belli.  Türkiye'ye dışarıdan döviz kaynak girişi olması lazım. Eğer olmayacaksa o zaman yapacağımız hesap bu 1 yıllık rezervler, bizim 1 yılda vereceğimiz cari açığı ne boyutta karşılar? O zaman ya cari açığı keseceğiz. Daha az ithal edeceğiz. Daha fazla ihraç etmeye çalışacağız ve döviz birikimleri sisteme sokup bozdurtmaya çalışacağız. Ya da Akkuyu santrali ve Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi dışarıdan diplomatik ilişkilerle buraya para çağıracağız.

Neticede Rusya'dan, Suudi Arabistan'dan gelebilecek paranın da sınırı var. O ülkeler de sonsuz döviz kaynakları üzerinde oturan ülkeler değil. Biri savaşta, diğerinin de petrol fiyatlarıyla ilgili kamu maliyeti sıkıntıda. Benim burada gördüğüm içerde krediler sıkılaştırılarak, TL likidite sıkılaştırılarak aslında şirketler kesimine özellikle şu mesaj veriliyor; sizin döviz bakiyeleriniz var, TL ihtiyacınız varsa ben size kredi vermiyorum. Siz dövizinizi bozun oradan TL ihtiyacınızı karşılamaya başlayın. Bu da Merkez Bankası rezervleri üzerinde ve kur yönetimi üzerinde daha fazla riskler oluşmasını engelleyecek tablo olur. KKM o yüzden burada devreye girebilir. KKM'den geri dönen dövizi eğer döviz olarak tutulmayıp TL ihtiyacı karşılamak için satışı gündeme gelecekse o bile dolarizasyonu hafifletir. Özetle krediyle bu işi çözmeye çalışabilirler özetle

Cari açığa ek olarak bütçe açığıyla birlikte ikiz açık yaşanırsa dengeler ne olur?

Bütçe üzerindeki en büyük risk, KKM'in yaratacağı kur farkı. Orada 1 seneye özel şöyle bir taviz verilebilir. Türkiye'nin kamu borcu zaten düşük, bütçe açığı bir sene çok yüksek olsa bile toplam yaşayan kamu borcunu çok fazla yükseltmez. Biz her yıl %2-3 arası bütçe açığı verip %40- 45 civarında kamu borcu yüzdürüyoruz. O %2 olan bütçe açığı bir sene %4-5 olsa kamu borcuna kalıcı olarak yaratacağı etki çok sınırlı olur. Yüzde değişim olarak KKM' den çıkış döneminde tek seferlik bir taviz olarak görülebilir. Bunun kalıcılık arz etmesi durumunda, hem cari açık verirken diğer yandan kamunun içeride sürekli açık vermesi elbette dengeleri daha da olumsuz yöne doğru ilerletebilir. 90’lı yılların sonunda zaten örneklerini yaşamıştık ama ben o yoldan gidilmeyeceğini düşünüyorum. Önümüzdeki 5 yıl iktidarın devam edeceği bir senaryo var ve iktidarın felsefi olarak da ve gelenek olarak da kamu maliyesinde kontrolcü olduğunu biliyoruz.

BORSANIN YÖNÜ İKİ SENARYOYA BAĞLI

Bu makro beklentileriniz doğrultusundan borsada bundan sonra nasıl bir seyir olur?

Kredi konusu sıkı kalacaksa eğer enflasyon 60’larda değil de 40’larda korunsun denecekse o zaman borsada iyi bir seyir beklemem. Çünkü kredinin ve likiditenin sıkışık olduğu yerde varlık satmaya yöneltir bu ekonomi katılımcılarını. Önce döviz bakiyeleri satılır. Sonra KKM'den gelen dönüşler TL'ye dönülür. Yeterli olmazsa borsadaki hisseler satış yoluna gidebilir. Altın satılabilir. Bu böyle silsilen de devam eder. Bu senaryoda enflasyon eğer önceliklendirilirse borsanın olumsuz performans göstermesini beklerim. Borsada o zaman eğer bu senaryo gerçekleşecek olursa kurlar da yükselmiş olacağı için sadece ihracatı kuvvetli ve döviz pozisyonu açık olmayan şirketlerde selektif seçimler yaparım. Bu bir senaryo. Eğer kredilerde sıkılaşma olmazsa varlık satışının tetiklenmesine gerek kalmaz. O senaryoda hangi sektör olursa olsun endeksin enflasyon farkını daha da fazla yansıtacak biçimde, çünkü o zaman yüzde 60’lara yakın bir enflasyona bakıyoruz büyük ihtimalle, tıpkı geçen sene olduğu gibi yeni rekorları ralli etmesini beklerim. Ama orada da şöyle bir temkinli olmam gerekir. Bu sefer rezervler tarafından risk daha fazla birikeceği için likidite sıkılaşamayıp da dolarizasyon ve döviz talebi devam edeceği için o zaman rezerv risklerinin de yaklaşacağı belediye seçimleri dönemine kadar da borsada o pozisyonlarımdan da erken vakitlice çıkacağım bir senaryo hayal ederim. Borsada nasıl ilerleyeceğinin kararını önümüzdeki hafta ekonomi yönetiminin açıklanmasıyla beraber kredi gelişmelerini takip ederek karar verme taraftarıyım.

Her iki senaryoda endekste hangi seviyeleri görürüz?

Likiditenin kısılıp enflasyonla mücadelenin önceliklendirileceği ve kamu maliyesinin çok açılmayacağı senaryoda borsada yeni rekor beklemem. 5 bin 500 seviyelerin üzerine 6 binlere doğru yeni bir hareket beklemem. Buralarda range trade etmesini beklerim. Hisse seçiminin önemli olmasını beklerim. Bir bant aralığında oynak belki enflasyon farkı kadar altı ay sonrasında hareket edecek şekilde bir seviye beklerim. İkinci senaryoda yani likiditenin serbest bırakılıp enflasyonun yükselmesine göz yumulduğu ve rezervlerin birikmeye devam ettiği senaryoda ilk etapta en azından bu yılbaşına kadar olan süreçte taze rekorlar beklerim. 6 bin, 6 bin 500 seviyeleri hiç şaşırtıcı olmaz. Çünkü zaten geriden gelerek TL bazında düşündüğümüzde hisseler çok ucuz kalmış oluyor, bu seviyeler enflasyonun cirolar üzerindeki olumlu etkilerini yansıtacak seviyeler değil. Dolayısıyla taze rekorlar söz konusu olur.

ABD’de borç tavanı anlaşması, Fed ve AMB gibi dış gelişmelere endeksi altın ve Euro/ dolar paritesinde ne olur?

Hem ons altının, hem euro/dolar paritesinin faktörleri aslında ortak. Piyasa FED'le ilgili çok fazla naif bir görüş içerisindeydi. Sanki Amerika'da sıkılaşma tamamen bitmiş de Temmuz ayı itibariyle faiz indirmeye başlayacakmış gibi iyimser bir fiyatlama içerisindeydi. Bankacılık krizi endişeleri ve borçlanma tabanı krizinin derinleşeceği beklentisiyle bu fiyatlama yapıldı. Ben bu görüşlere başından beri katılmıyordum. Bankacılık krizi münferit yönetim zafiyeti içeren bir iki bankayı bağlayan bir krizdi. Sistemik bir risk orada teşkil etmiyor. Bunun kalıcı olmasını beklemem. ikincisi, Amerikan ekonomisi alt detaylarında hala çok kuvvetli. İstihdam, maaş artışları, tüketim verileri hala güçlü, mal ve ürünlerin satışlarında zayıflama var ama hizmet sektörlerindeki tüketim harcamaları hala çok güçlü ve enflasyon çekirdekte ve hizmetler sektörü üzerinden yükseliyor.

Bu tablo FED'in faiz indirmeye başlamasına izin verecek kadar gevşek bir tablo değil. FED'in o kadar kolay faiz indiremeyeceğini ve eğer bu faiz fiyatlaması böyle düşük kalacaksa da o zaman enflasyon engellemeyeceği için reel faizlerin eksik kalmaya devam edeceğini görüşündeydim. Enflasyon yüksekken FED faiz fiyatlamasının düşük kalması aslında altının yükselmesi gerektiğini ima eden bir bir tablo olur. Altın fiyatlarında ben yukarı yönlü görüşümü korumaya devam ediyorum. Küresel enflasyonun kolay kolay bir yere gideceğini düşünmüyorum. Faiz fiyatlaması düşük kaldığı için altında yukarı yönlü değerlenme beklerim. Euro/dolar paritesi ise tam dengede. Orada çünkü aynı fiyatlama ECB için de geçerli. ECB için de çok naif bir fiyatlama var. Her iki para biriminin de arkasında benzer destek geleceğini düşündüğümüzde pariteyi tam dengede buluyorum.

 

KKM’den kademeli çıkış tasarlanmalı

Kur KKM üzerinden tutuluyordu. KKM 121,5 milyar dolar oldu. Brüt rezervlerden fazla. Muhalefet KKM’den kademeli çıkış düşünüyordu. Şimdi KKM’nin akıbeti ne olur sizce?

KKM konusundan çıkış bence siyasi görüşle veya partiler arasında farklılık göstermemeli diye düşünüyorum. Çünkü bunun sebebi neticede KKM'de biriken para aslında potansiyel olarak dolarize olmaya meyilli. Dolar/TL'den dönüşmüş veya dövizden dönüşüp de Merkez Bankası'nın rezervinde bekliyor olsa bile aslında vatandaşların dolar cinsi varlık olarak gördükleri dolarizasyonu simgeleyen bir  birikim ve oradaki kur farkı da doğrudan kamu maliyesi üzerinde risk unsuru. Hem dolarizasyonla mücadele adına hem de kamu maliyesindeki riskleri yönetebilme adına KKM’den kademeli çıkışın artık tasarlanmaya başlaması sağlıklı olur diye düşünüyorum. Yoksa bu 120 milyar dolarlık bakiye sürekli artmaya ve kur farkı üzerinden kamu maliyeti üzerinde giderek artan bir potansiyel risk yaratmaya devam edecektir. Burada tabii şu gündemde olabilir. Reel sektörde yaşanan kredi sıkıntılarının bireysel kesime de yani tüketici kredilerine de yansıyabileceğini düşünüyorum.

Hatırlarsanız iki seçim arasında kredi kartına nakit avans ve bunlarla ilgili yapılacak harcamalara kısıtlamalar gelmişti. Sonra aynı hafta içerisinde kaldırılmıştı. Bence oradaki seçim belirsizliği yüzünden bir koordinasyonsuzluk gibi oldu ama bu önümüzdeki dönemde aynı karar yine açıklanabilir diye düşünüyorum. Sadece sanayici kesimler değil, tüketici kesimlerinde TL krediye erişimi kısıtlanabilir önümüzdeki dönemde. O zaman bu kaynak nereden gelecek? İşte orada KKM devreye girebilir. TL'den KKM'ye geçişlerde vatandaşlara geri TL ödenecek olması, eğer kademeli bir şekilde KKM'den çıkarsak kredi bulunamayan dönemde insanların TL ihtiyaçlarını karşılar. TL likiditesi kısıtlı olduğu için ve ihtiyaç duyulduğu için KKM'den gelen TL'yle yeniden dolar almak imkansız hale gelebilir. Aynı şekilde döviz dönüşümlü KKM'de de geri iade edilecek döviz bakiyeler de satışa uğrayabilir. Şirketlerin TL krediye ulaşamıyorlarsa TL yaratabilmek için döviz satmaları gerekecek. Düz döviz mevduatları miktarı da belli. TL kredileri kısarak KKM'nin kamu maliyesi ve dolarizasyon üzerindeki bu birikimli etkileri bertaraf edilebilir. En azından hafifletilebilir. KKM'den çıkış siyasi bir konu değil, ekonomi yönetiminin biraz daha istikrar sağlamak, dolarizasyonla mücadele etmek ve kamu maliyesi üzerindeki riskleri sınırlamak, oraya bir tavan çekmek için bence düşünmesi gereken konuların başında geliyor. Ben de kademeli çıkış beklerim o yüzden.

Enflasyonda yüzde 50-60 senaryosuna daha yakınız

Peki enflasyon tarafında ne öngörüyorsunuz?

Enflasyondan endişe ediyorum. Kurlarda ihracatçının denge seviyesi olan 25-26’lar enflasyona kur geçişkenliği olarak geri dönecektir. Bu birinci risk. İkinci risk, döviz kurlarının yükselmesiyle beraber kur geçişkenliğin ötesinde bir de beklenti kanalından enflasyona etki yaratıyor. Çünkü özellikle hizmet sektöründeki fiyatlama davranışlarının yukarı gelmesine sebep oluyor. Üçüncü risk ise emtia fiyatları dünyada çok düşük. Amerika bankacılık krizi yüzünden resesyona girecek, Çin yeteri kadar büyüyemeyecek, AB Rusya-Ukrayna savaşı yüzünden yeni bir enerji krizi yaşayacak gibi bir fiyatlamayla emtia fiyatları ciddi belirgin şekilde geri geldi. Petrol, bakır o kadar düşük ki bu tarihi düşük seviyelerinden yeniden yukarı gelmesi söz konusu olabilir. Yukarı yönlü hareket potansiyeli daha fazla. Bunları bir araya koyduğumuzda enflasyonda yukarı yönlü riskler belirgin. Seçim öncesinde çıkacak sonuca göre enflasyonda yüzde 35 ya da yüzde 60’a doğru ikiye ayrılan bir çatal izlenebilir diye düşünüyordum. Şimdi yüzde 50-60 senaryosuna daha yakınız. Ama eğer rezervleri korumak için atılan, kredi sıkılaşma adımları kalıcı olacaksa ve TL likidite gerçekten kısıtlanacaksa büyümeden ve işsizlikten taviz verme pahasına enflasyonda belki bir miktar daha gevşek olabilir. 40-45’in altını beklemiyorum ama büyümeye bağlı olarak 60’lara kadar da çıkmasını olası buluyorum.