COP28 tarihi bir ilerlemeye sahne oldu

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

COP28’in performansı konusunda rivayet muhtelif. Hadiseyi uzaktan izleyenler açısından COP28 felaketti, hiçbir ilerleme sağlanamadı. Neredeyse otuz yıllık COP tarihinin en kötü toplantısıydı. Yanlış. COP28 aslında sürpriz bir ilerlemeye sahne oldu ve doğrusu ya Dubai, iklim değişikliği sürecinde tarihe geçti. COP28 Başkanı Sultan El Jaber (Cabir) görevini hakkıyla yerine getirdi. Not edelim, atlanmasın. Gelin size anlatayım.

Fosil yakıtlar ifadesi ilk kez COP28 Sonuç Bildirgesinde suçlu olarak anıldı

İklim değişikliği Taraflar Konferansı (Conference of the Parties-COP) süreci ilk Berlin’de, 1995 yılında başladı. Neredeyse otuz yıldan beri, COP Sonuç Bildirgelerinde ilk kez fosil yakıtlara, kömür, petrol ve doğal gaza, atıf yapıldı. 
Bugüne kadar iklim değişikliği üzerine olan vurgu, şimdi iklim değişikliğini önlemek için fosil yakıtlardan uzaklaşmaya döndü. Böyle bakıldığında iklim değişikliği gündemi ile ilgili olarak enerji dönüşümünde fosil yakıtlardan uzaklaşma gereği üzerinde yaklaşık 200 ülke fikir birliğine vardı. Bu kadarcık mı demeyin, dikkatinizi çekerim, 200 ülke hidrokarbon üreticisi Birleşik Arap Emirlikleri başkanlığında yapılan COP28’de ilk kez konuya, işin esasına gelebildi. 

Ne yok? Ortada bir tarih yok. İklim hedeflerinin ihtiyaç duyduğu doğruluda fosil yakıtlardan çıkışın nasıl olacağı henüz belli değil. Ama neredeyse otuz yıldır olamayan oldu, hidrokarbon lobisi bu kez fosil yakıtların iklim değişikliğinin nedeni ve çözümü olarak anılmasını engelleyemedi. Neden otuz yıldır, fosil yakıtlardan çıkış ile ilgili bir cümle COP sonuç bildirgelerinde yoktu. Hidrokarbon lobisinin gücünden elbette. 

Ama bu kez oldu. COP28 tarihe geçti. COP28 “enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan adil, düzenli ve eşitlikçi bir biçimde uzaklaşılması” (transitioning away from fossil fuels in energy systems, in a just, orderly and equitable manner.) çağrısı ile tarihe geçti.

COP28, en çok sayıda Türk katılımcının olduğu, maksimum sayıda hidrokarbon şirketi CEO’sunun katıldığı ve bir hidrokarbon üreticisi ülkede düzenlenen toplantı olmakla kalmadı, aynı zamanda “fosil yakıt” kelimelerinin, evet bu iki kelimenin Sonuç Bildirgesi’nde yer aldığı ilk Taraflar Konferansı oldu. İyi oldu.

Türkiye’ye geleceğim. Türkiye, COP28’te pusulasız ve yelkensizdi. Ortada sürüklendi. Hidrokarbon üreticisi olmadığı halde hidrokarbon üreticisi gibi konuşuyordu. Dünyada değişenin farkında değildi. Kötüydü. 

G20 Antalya’da “internet” kelimesi ilk kez bildirgeye girince ne sevinmiştik
Şimdi içinizden “hadi canım, bu da ilerleme mi şimdi” diye geçiriyorsanız durun bir lafın devamını dinleyin. COP ya da G20 gibi çok taraflı, birbirine benzemeyen, çıkarları birbirinden farklı katılımcıların olduğu bu tür zirvelerde iki tür katılımcı oluyor: Bir tarafta zirvenin resmi programı ve resmi heyetlerden oluşan, görüşmeleri gerçekleştiren, işte bu sonuç bildirgesini kelime kelime, ilmek ilmek dokuyan katılımcılar, bir de sivil toplum kuruluşlarından, düşünce kuruluşlarından, lobi şirketlerinden hükümet dışı katılımcılar. Hükümet dışı katılımcılar, resmi heyetleri etkileyerek daha önce anılmamış bazı konuların tartışma gündemine eklenmesini sağlıyor. 

COP28 sözlüğe bir değil, iki hatta üç yeni kelime soktu

İşte bu tür eklemelerde böyle kelime kelime oluyor. Kelime bir kez üzerinde uzlaşılarak gündeme girerse bir dahaki toplantıda o kelimenin yanına benzer başka kelimeleri ekleyerek anlamı bütünlemek mümkün oluyor. Aynı İstanbul surlarında ilk deliğin açılması gibi bir şey, yeni bir hususun bir kelime ile çetin bir mücadeleden sonra sonuç bildirgesine girmesi. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Tecrübe konuşuyor bakın; hep öyle oldu.

Doğrusu ya, biz 2015’te Antalya’da G20 Sonuç Bildirgesine ilk kez “internet” kelimesinin girmesine çok sevinmiştik, hala hatırlarım. Şimdi bakıldığında taş devriymiş gibi geliyor ama internet kelimesi ilk kez 2015 yılında gündeme girmişti. Sonraki yıl, Çin yılında, G20 bu sayede yeni sanayi devrimi ile buluşmuştu. (https://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/5689)  

COP28’de tek bir kelime değil, iki kelime birden COP sözlüğüne eklendi. Hatta üç kelime, “fosil yakıtlardan çıkış” (transitioning from fossil fuels) ifadesi diye bakarsanız. Şimdiden Bakü’de önümüzdeki yıl toplanacak COP29 için hazırlanmaya başlayabiliriz. Nasıl? Mesela kömürden 2035 gibi çıkmanın 1,5 derece küresel hedefi için manasını gündeme yerleştirmeye başlayarak. 

Fosil yakıtlardan çıkış bir kez sözlüğe yerleşince mesele hemen, önce nereden, nasıl, ne zaman konularına gelebilir. Nasıl olacak? “Adil, eşitlikçi ve düzenli bir biçimde”yi manalandıracağız artık. Yerkürenin üzerinde tek başımıza yaşamadığımız için ortaklaşacağız işte.  Mesele iletişim politikasının, mesajın doğru tasarımında esas olarak. Darısı COP29’a.

Türkiye neden böyle pusulasız ve yelkensiz iş iklim değişikliğine gelince?

Türkiye, COP28’de renksiz ve kokusuzdu, bir nevi etkisiz eleman gibiydi bu en büyük küresel gündem maddesi tartışılırken. İnsan üzülüyor tabii, ülkesinin bu kadar hafif sıklet olmasına. Nereden hatırlıyoruz Türkiye’yi? Kayıp ve zararlar için oluşturulacak fondan pay kapma yarışında, mesela. Biz de desteğe çok muhtacız derken. Ama COP gündemi üzerinde bir ağırlığımız yoktu. Neden? Memleketin bir iklim değişikliği politikası olmadığı için, COP gündemi de yoktu. Ya da var da ben bir türlü duyamadım daha. Hayırlısı artık.

Şekil 1 - Dünya'da karbon fiyatlandırma girişimleri, 2010 – Mart 2023

Kaynak: carbonpricingdashboard.worldbank.org

COP28’de sonuç bildirgesine giren bu üç kelimelik ifadeden öte üç konuda da aslında mesafe kat edildi. Birincisi, hidrokarbon üreticileri, petrol şirketleri yani, petrol çıkartırken yol açtıkları salımları azaltma konusunda söz verdiler. Üretimi azaltmaya değil ama o faaliyet esnasında dünyaya verdikleri hasarı hissedilir biçimde azaltma kararlılıklarını açıkladılar.

İkinci olarak 130 ülke 2030 kadar küresel yenilenebilir enerji yatırımlarını üç katına çıkarmaya söz veren bir deklarasyon imzaladılar. Bu 130 ülke içinde Türkiye yoktu. Malum bizimkiler nedense petrol üreticisi olmadan petrol üreticisi gibi davranıyorlar. Çıkarlarımız onlarla aynı değil ama aynı gibi davranmayı seçmiş durumdayız işte. Herhalde “son derece duygusal” bir nedeni vardır. Pusulasız ve yelkensiz olunca hadise kişilere kalır malum.

Üçüncü olarak ise yenilenebilir enerji ile ilgili metni imzalayan 130 ülke, 2030’a kadar küresel enerji verimliliği tedbirlerini iki katına çıkarma konusunda da söz verdiler ileriye yönelik olarak. Türkiye tabii renksiz ve kokusuz olduğu için bu heyecanlı gündemin içinde ülke olarak yoktu ama aslında önemli bir fırsatı da kaçırdı. Neden? Küresel yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği hedefleri COP28 sonuç bildirgesinde de yer aldığı için Türkiye bu deklarasyona imza atmadığıyla kaldı. 

Hidrokarbon üreticilerinin düşünce kuruluşu olan Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency-IEA) COP28 sırasında ülkeler hangi konuda hangi ülkeyi örnek alırsa enerji verimliliği iki katına çıkarılabilir 2030’a kadar diye bir liste yayımlamıştı. Buna göre ülkeler, 

- Türkiye’nin yapı kodlarını,
- AB’nin elektrik motoru düzenlemelerini,
- Çin’in klima kodlarını,
- Hindistan’ın ağır sanayi kodlarını,
- Güney Afrika’nın ışıklandırma standartlarını,
- ABD’nin benzin ekonomisi standartlarını,
örnek alsalar iş kolaydı, hedefe ulaşmak mümkündü. Doğrusu IEA raporu konuşabileceğimiz bir konuda konuşmaktan imtina ettiğimizi düşündürdü bana. Globalde satacak pamuğu olanın sessiz, renksiz, kokusuz olmasını doğrusu ben anlamakta zorlanıyorum.

Buraya İngilizcesini de koyayım bakmak isteyen baksın.
(The agency reckons global efficiency rates would be doubled if every government adopted policies that matched: Lighting standards in South Africa, Building codes in Turkey, Car fuel economy standards in the US, Electric motor regulations in the EU, Policies for heavy industry in India, Air conditioner regulations in China.

Şimdi bize ne lazım?

Bir daha hatırlatayım müsaadenizle. Ben Merkez Bankası’nın çabuk rezerv biriktirmesi ve iş dünyasının yatırımlar konusundaki ikircikliğini birlikte aşmak için güçlü bir yapısal reform gündemine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Nedir bu acele? Bankanın bir günde rezerv biriktirmesi ile üç yılda aynı rezervi biriktirmesinin iktisadi sonuçları farklı. Çabuk olmak önemli. Dinamik bir süreçteyiz. Dünya bizi beklemiyor. Siyasetin sabrı bu dinamik süreçte istikrar arayışının gerektirdiği zamana yetmeyebilir. Birinci yılın sonunda hala faiz artırmayı gerektiren bir para politikası uygulamasının işi siyaseten kolaylaşmaz zorlaşır. Acelemiz var yani. 

Bu çerçevede, güçlü bir yapısal reform gündemi olmadan bu garip halden makule dönebilmek kolay görünmüyor. Aslında çerçeve üç aşağı beş yukarı ortada. Öncelikle İklim Kanunu’na 2053 net sıfır yılı hedefini somut bir biçimde ekleyerek işe başlayabiliriz. Hedefi kanunlaştıran ve açıklayan ülkeler artık dünyayı sardı. Ticaret bloklarına ayrılma eğiliminde olan bu yeni dünyada, kanuna yazan ülkelerden biri olmak bana sorarsanız son derece önemli.

İkincisi, 2053 net sıfır hedefine bizi götürecek ara durakları kısa-orta vadeli hedefleri ortaya koymamız lazım. COP29’dan itibaren zaten belirecek bu hedefler hem COP’a hazırlık olur. 

Öyle, geçen sene açıkladığımız Ulusal Katkı Beyanında olduğu gibi “gelecek 15 yıl ne yaparsan yap, sonrasına sonra bakarız” diyen hedeflerden bahsetmiyorum. En az maliyetli, en etkin, 2053 hedefine de ciddiyet kazandıracak ara hedefler.

Üçüncüsü, 2053 net sıfır yılı hedefinin gerektirdiği idari reform sürecini tasarlamamız lazım. Avrupa Birliği ülkeleri genellikle Çevre Bakanlığı ile Enerji Bakanlığını ve hatta Ekonomi Bakanlığını Adil Geçiş Bakanlığı adı altında bir araya getirerek işe başlamışlar. Tekerleği yeniden keşfetmemek lazım.

Dördüncüsü, istikrar arayışı için önemli olan özellikle Merkez Bankası atamalarının yasal güvencesi, hakim güvencesi, TÜİK’in bağımsızlığı ve Cumhurbaşkanlığı politika kurullarının yeniden yapılandırılmasını da atlamayalım elbette.

Beşincisi, iklim değişikliği gündemi ile yerel kalkınma projelerini bir araya getirecek bir adil geçiş stratejisi ekibi/enstitüsü/mekanizması tasarlamakta fayda var. Bize bir mekânsal planlama stratejisi lazım. Yeni dönemin DPT’sinin adı Adil Geçiş Enstitüsü olabilir mesela.

Altıncısı, yeni mekân planına uygun olarak uluslararası kaynakları hemen kullanabilmek için kalkınma ve yatırım bankacılığı reformu yapmamız lazım. 

Yedincisi, sektörel geçiş planlarını da içeren yurt sathını kapsayan, her yerin kendi özelliklerini dikkate alan yerel adil geçiş stratejileri tasarlamamız lazım. Malum Konya’nın ihracat hedefi olmadan Türkiye’nin ihracat hedefi olmaz. 

Sekizincisi, lojistikten eğitime, sağlıktan kıyı korumaya ve kırsal kalkınmaya tüm kurumsal altyapımızı yeşil dönüşümle uyumlu bir biçimde nasıl dönüştüreceğimize odaklanmamız lazım.

Dokuzuncusu, Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği sürecinin modernizasyonun aslında Türkiye’nin dekarbonizasyon gündemi olduğunu da unutmamamız lazım. 

Liste ortada. Hadi artık işe odaklanalım. Nisan 2024’e kadar az vakit kaldı. İstikrar arayışı bir tek para politikası ile maliye politikasına kalırsa yandı gülüm keten helva. 

İklim değişikliği gündemi, dekarbonizasyon süreci aslında Türkiye’nin yeni büyüme stratejisidir. Türkiye’de son yirmi yıldır yaptıklarımızı yaparak zenginleşebilmek artık mümkün değil. Fark edelim. Farkına varalım ki COP29’da küresel gündeme artık intibak edelim. 
Hadi artık sallanmayı bırakın. Çok işimiz var.

(*)

(https://www.ft.com/content/af71fc48-b89f-4920-a35b-2867b7adcc0c)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Nisan geliverdi işte 01 Nisan 2024
DPT bize yeter mi? 11 Mart 2024