Krediyle büyüme faizi sıçrattı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Ekonomide temel sorunlar yerine semptomlarla uğraşma tercihimiz, yumurta kapıya dayanıncaya kadar bir inatlaşmaya dönüştüğü için başımız dertten kurtulmuyor. Dahası, bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, döviz ve faiz sarmalında finans mühendisliği yapmaya çalıştıkça dertlerin tekrarlanma sıklığı artıyor. İşte daha 2 yıl önce yaptığımız hatayı göz göre göre yeniden yapıp, normalde yapmak zorunda kalmayacağımız olağanüstü bir faiz artışı yapmaya mecbur kaldık. Üstelik daha Eylül ayında para politikasında normalleşme beklentisi yaratan Merkez Bankası bir ay sonraki toplantısında bu beklentiyi boşa çıkarınca kısa süre duraklayan döviz talebi canlandı ve zayıflayan güven nedeniyle göstergeler kontrol edilemez hale geldi. Ne var ki önlem almakta gecikmenin maliyeti büyük oldu; bir yandan döviz rezervleri, döviz fiyatını doğal olmayan yollardan kontrol çabasıyla eritilirken, diğer yandan COVID-19’un daraltıcı etkisini giderme telaşıyla aşırı zorlanan kredi büyümesi bir süredir yönünü zaten yukarı çevirmiş olan enflasyonu azdırdı ve uzun yıllardan beri değiştiremediğimiz üretim yapısı nedeniyle cari açık da tekrar milli gelire oranla tehlikeli düzeylere yükseldi. Öyle ki 19 Kasım toplantısında MB’nin 475 baz puan gibi yüksek bir artışla faizi %15’e çıkarmasına rağmen başlangıçta piyasaların verdiği olumlu tepki kalıcı olmadı, döviz fiyatı yeniden artmaya başladı. Belli ki piyasalar, sıkı para politikasında kararlılığa dair başka belirtiler, sözgelişi aktif rasyosu’nun daha da gevşetilmesi ya da swap kısıtlamalarının kaldırılması gibi adımlar da görmek istiyor. Hayat pahalılığının resmi enflasyon oranının çok üstünde algılanması da TL talebini ve mevduatta TL ağırlığının artmasını geciktiriyor. Enflasyon dizginlenemezse faizin yine arttırılmasına ihtiyaç duyulması da mümkün, ama daha kötüsü yangının şimdilik söndürüldüğü kanaatiyle kararlılık görüntüsü vermekten uzaklaşılması da. Açıklamada “..her türlü yeni haber ve verinin geleceğe yönelik politika duruşunu değiştirebileceğinin..” ifade edilmesi, şimdilik niyet o olmasa da, farklı ihtimallerin söz konusu olabileceğini düşündürüyor. 

Faiz kararı ve sonrası

Aslında “politika faizi”nde yapılan kağıt üstünde yüksek faizin istenilen sonucu vermemesi, son aylarda fiilen fonlama faizi haline gelmiş bulunan “geç likidite penceresi” faizi’nin zaten yaklaşık aynı düzeyde olması, yani reel bir faiz artışının söz konusu olmaması nedeniyle şaşırtıcı sayılmayabilir; hatta bazıları biraz daha yüksek bir artış yapılmasının daha doğru olacağını da söylüyor. Ancak bence orandan ziyade bundan böyle para politikasında kararlılık ve tutarlılık kritik olacak. Öte yandan faiz artışı, kredi hacminde büyümeyi durdurarak enflasyonun ve döviz kuru’nun dengelenmesine katkı yapsa da pandemi’deki ikinci dalga ile birlikte ekonomiyi daraltıcı etki yapacak. Bununla birlikte uluslararası gözlemcilerin zikretmeye başladığı bir ödemeler dengesi krizinin ve kur şokunun önlenmiş olması bu aşamada daha önemli. Eğer MB açıklamasında belirtildiği gibi enflasyon ile mücadeleye öncelik verilmesi, cari dengeyi bozarak ithalat artışına yol açan kredi büyümesinin ve rezerv erimesinin yol açtığı risklerin kontrolü, TL değerinin desteklenmesi ve dolarizasyonun durdurulması, finansal istikrarın sağlanması gibi politikalarda kararlı bir duruş sergilenebilirse güven algısının onarımı ve piyasalarda istikrar oluşması mümkün.

Gerçekten de güven yeniden inşa edilmezse dövizde kalıcı bir düzeltme güç görünüyor. Kaldı ki yıl başından beri portföy yatırımlarında oluşan 15 milyar dolarlık çıkışın, faiz artışından sonra kısa sürede 1.5 milyar dolarını geri almış olmamız, bu girişin devam edeceği anlamına gelmeyebilir. Faizde yeni bir yükseliş beklentisi sıcak para girişini duraklatabileceği gibi pandeminin ve yüksek faizin bileşik etkisiyle ekonomide oluşabilecek bir daralma, şirketlerimizin hisse senetlerine yabancı ilgisini azaltabilir. Anlaşılan finansal istikrarı sağlamadan fiyat istikrarını sağlamak yani enflasyonu indirmek mümkün olmayacak.

Rekor büyüme ve 'rodeo’dan vazgeçme gereği

Dün açıklanan ve beklentileri de aşarak %6.7 düzeyinde oluşan üçüncü çeyrek büyümesi, daha çok ikinci çeyrekteki daralmayı telafi kaygısıyla yaz aylarında ivmelendirilen düşük faizli kredilerin tüketimde yarattığı %9 artıştan kaynaklanmış görünüyor. Son sekiz çeyrekte azalan yatırımlar da ilk kez %22 artmış bulunuyor. Büyümede baz etkisinin olumlu etki yaptığı son dönem olmasının rolü olduğu da unutulmamalı. Dördüncü çeyreğin, hem baz etkisinin tersine dönecek olması, hem de pandemi ve yükselen faiz nedeniyle çok zorlu görünmesi ve yılı küçük de olsa büyüme ile kapatma umudu açısından üçüncü çeyrekte Çin’i de aşan bu rekor büyümenin yararlı olacağı açık.

Ancak bu yüksek büyümeye dış ticaret dengesinde, dolayısıyla cari açıkta daha fazla bozulmanın da eşlik ettiğini ifade etmeliyiz. Üçüncü çeyrekte ithalat %15.8 artarken ihracat %22.4 azalmış durumda. Yılın ilk on ayında dış ticaret açığı %76 artmış. Büyümenin maliyetini gösteren önemli bir veri de döviz cinsinden rakamlarda: Geçen yılın üçüncü çeyreğinde milli gelir 204 milyar dolar iken bu yıl aynı çeyrekte 197 milyar dolar olmuş, yani ekonomi dolar bazında % 3.4 daralmış. Yani büyüme TL değerinde ciddi bir kayıp pahasına sağlanmış. İşin özeti, genellikle yaptığımız gibi, rodeo temposunda düşe kalka bir büyüme modeli ile yola devam etmekteyiz. Daha sürdürülebilir bir ekonomik performans yörüngesi için artık parasal göstergelerde istikrarı amaçlayıp temel sorunlara odaklanmamız gerekiyor. Bunların en önemlisi de milli gelire oranı %167’ye ulaşan toplam 1.2 trilyon dolar borç stoğu. Son bir yılda %22 artan borcun yarısını biraz aşan bölümü döviz cinsinden. Üstelik bütün kesimlerin borcu artmış, çapa gibi görülen kamu borcu da milli gelire oranla %32’den %43’e yükselmiş durumda. Reel sektörün birikmiş borçlarıyla ilgili köklü çözüm ihtiyacı da uzun süredir askıda. Bu açıdan Covid nedeniyle küresel ölçekte tartışılmakta olan düşük gelirli ülkelerin borçlarının yeniden yapılandırılması planından bizim de yararlanmayı hedeflememiz ve bu amaçla makroekonomik ve kurumsal istikrarı kalıcı bir şekilde sağlayacak şeffaf ve kapsamlı bir program izlememiz gerekecek.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar