Tarkan ve işyeri yönetme iddiasında olanlar

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Hiçbir insanın kimliği, kişiliği, görgüsü ve bilgisi konusunda önyargı oluşturmamaya özen göstermeliyiz. Bir ses sanatçısının da “kitap okumayan birisi” olabileceğini düşünmek zihnimizin çemberlerinden teğet bile geçmemeli. Tarkan gibi işiyle ilgili iyi eğitim almış, doğal yeteneğinde güzel bir sese sahip insanı önemsememek kendi egomuzu aşırı şişirmek olur ki, bana göre bizleri insani değerlerden uzaklaştıran zaafların en büyüğü egomuzu şişirmek, kendimizle çok fazla meşgul olmaktır.

Tarkan’la ilgili satırları neden yazma ihtiyacı duydum?

Yıllar önce bir gazeteci Tarkan’a sormuştu:

- Kitap okuyor musunuz?

Ünlü ses sanatçısının yanıtı zihnimin derinliklerine kök saldı:

- Ben topluma açık bir iş yapıyorum. Kitap okumazsam kendimi nasıl geliştiririm?

Tarkan’ın yanıtı, iş yeri sahibi olanların, işyerlerinde profesyonel görev yapanların, özellikle de karar verme noktasında bulunanların, topluma dönük bir sorumlulukları olduğunu asla unutmaması gereken hatırlatmadır.

Hatırlatılan gerçeklik, işyeri sorumlularının değişen koşullara uyum göstermek için okuma zorunda olduklarının net bir anlatımıdır.

İş insanları kısa mesaja dayalı iletişimle yetiniyor; birkaç dakika sonra unutulan tv yorumlarını aşamıyor; gazetelerin başlıklar ve alt başlıklarını okumakla yetiniyorsa, vasatlık aşılabilir mi? Düşünce geliştirmek için yatırım yapılmıyorsa, yaratmak istediğimiz sonuca ulaşılabilir mi? Toplumsal yarar üreten anlamlı bir izlendiği iddia edilebilir mi?

İş insanın okuma sorumluluğu ne denli önemli ise, iş insanına dönük yazı yazanların, görsel medya yorumu yapanların, toplantılarda durum değerlendiren herkesin sorumluluğu daha da büyüktür. İş insanlarıyla olan iletişimlerimizde megafonluk yapar, kendimizden hiçbir değer katmadan günü kurtarmanın peşinde savrulmaya kendimizi kaptırırsak, bireysel ve kamusal ahlâk açısından da olmaması gereken yerle savruluruz.

Bakış açımızı özetle anlattıktan sonra, bu sütunda yazacağımız birkaç yazının merkez düşüncesini özetleyelim: Yaklaşık yarım yüzyıldır sahada iş insanlarının sorunlarıyla ilgileniyoruz. Hiçbir dönemde, “Belirsizlik, hızla çaresizliğe dönüşüyor” genellemesinin bugünkü kadar yaygınlık, yoğunluk ve derinlik kazandığına tanıklık etmedik. Belirsizlikle ilgili bu olumsuz algının “çaresizliğe” dönüşmemesi için neler yapılması gerektiği üzerinde düşündüklerimizi, bildiklerimizi, deneylerimizi ve deneyimlerimizi paylaşmanın bir kamu sorumluluğu olduğunu döşündük.

Bilim insanlarına güvenelim

Matematikçi Mario Livio, evrenin nasıl oluştuğunun izini süren bilim insanlarının iki ayrı yaklaşımından söz eder. Bir grup, evrenin ilk oluşumundaki kozmik yapıya odaklanır; bu yapıdaki en ufak düzensizliklerin izini sürerek ilerler. Diğerleri, evrenin şimdiki durumunun izini sürerek ayrıntılarını inceler. İlk gruptaki bilim insanları teknolojinin geliştirdiği çok yüksek hesaplama gücü olan bilgisayarlarla benzetimler yaparak evrenin oluşumunu ipinin ucundan tutarak sarmaya başlarlar. İkinci gruptakiler ise yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçeklerden yola çıkarak evrenin geçmişi hakkında çıkarımlarda bulunurlar.

Olasılık kuramı ile istatistik bilimi benzer bir yolda ilerler. Olasılık kuramının amacı, bir başlangıçtan ve değişkenlerden yola çıkarak olası sonucu tahmin etmektir. İstatistik ise, bilinen sonucu yaratan geçmişteki nedenleri kestirmenin peşindedir.

İstatistik çalışmalarının bize gösterdikleri gerçeklerden biri, her türlü fiziksel nitelik ve niceliğin, hatta insanı özelliklerin bile sayısal dağılımının “normal” eğrisini izlediğini söyler. Normal eğrisi dediğimiz şey tek bir eğriden çok, hepsi aynı fonksiyona sahip, her biri sadece iki matematiksel parametreyle tanımlanan bir eğriler kümesidir. Parametrelerden ilki “ortalamadır”; aritmetik ortalama olarak da bilinen bu değer, bir veri dizisindeki merkezi değeri ifade eder.

Ortalamanın gerçek değeri, ölçülen değerin türüne bağlıdır: Ağırlık, boy, IQ gibi. Değişkenler aynı olsa bile farklı popülasyonlar farklı ortalamalara sahip olabilir.

Normal eğrisini belirleyen ikinci parametre “standart sapma” olarak bilinir: Toplanan verilerin, ortalamaya ne kadar yakın ya da uzak olduğunu gösteren ölçüdür. Standart sapmanın değeri ne olursa olsun verilerin yüzde 68’i ortalamanın her iki yanındaki birer standart sapmalık dilim içinde kalır.
Olasılık ve istatistik az sayıdaki veriyle değil, çok sayıda veriyle anlam kazanır. Büyük sayılar yasası olarak bilinen bu kuram, Jakob Bernoulli tarafından formüle edilmiştir. Büyük sayılar yasası, bir değişkenin uzun dönemde kararlılık göstereceğini anlatır. Gözlem sayısı ne kadar artarsa, olasılık o kadar güvenilir hale gelir; bir tahmine dönüşür; gözlemler ortalama değere yaklaşır.

Bernoulli’nin yirmi yıl emek verdiği formülün yanlışlığını kanıtlayamazsak, veriye ulaşılabilirliğinin arttığı bugünün koşullarında belirsizlikleri çaresizliğe dönüştürmemiz gerekir. Ünlü matematikçinin saptamasını geçerli kabul ederek çözümler üretmek, aklın ve bilimin gereğidir:

“Şu andan itibaren sonsuza dek her şeyi gözlemleyip kaydedebilseydik; olasılık dediğimiz şey sonunda kesinliğe dönüşürdü ve biz dünyada olup biten her şeyin belli bir sebep ve yasa dahilinde gerçekleştiğini, dolayısıyla, aslında tesadüf ya da kader gibi görünen şeylerin bile olması gerektiği için olduğunu fark ederdik. Zaten Platon’un evrensel denge doktriniyle bahsettiği şey de buydu; sayısız yüzyıllar geçtikten sonra, her şeyin başlangıçtaki durumuna dönmesi gerektiğini söylüyordu.”

Büyük veri fırsatını değerlendirmeliyiz

Teknoloji, iş süreçlerini uçtan uca gözleme, izleme, sayısallaştırma, görselleştirme ve kavramlaştırma fırsatı yaratıyor. Karşılaştığımız sonuçları ölçebiliyor; kaydediyor ve görselleştirebiliyoruz. Üstelik sınırlı veri yerine, büyük veri adını verdiğimiz çok sayıda veriye erişilebilirliğimiz her geçen gün artıyor. Aklın ve bilimin araçları gelişiyor; o halde belirsizliklerden, belirsizlik koşullarının uzamasından korkmalı mıyız, yoksa bilimin araçlarını kullanarak belirsizlik süresinin kısalmasına, yeni normal koşullarına bir an önce geçilmesine mi odaklanmalıyız?

Bir ekonomide işleyiş normalse işi kuran aile bireyleri, ortaklar, işgören ve işveren, tedarikçi müşteri, ürün müşterisi, finansman yönetimi, maliyet-fiyat kararlılığı, yatırım iklimi, büyüme ve gelişme daha uyumlu, daha az sorunludur. Tersi durumda kriz koşullarında bütün ilişkilerde bozulmalar yaşanır; uyuşmazlıklar artar. İşyeri yönetimlerinin enerjilerini doğru alanlara odaklayabilmeleri, kriz koşullarından yeni normale geçiş sürecini iyi yönetmeleri hayati önemde gündem olmuştur.

Zamanı uzamış olsa da belirsizliği aşarak yeni normale geçişi hızlandırmanın mümkün olduğunu düşünüyoruz. O nedenle birkaç yazıyla, normal koşulları kriz koşullarına dönüştüren etkenleri, kriz koşullarından yeni normale geçiş sürecinde oluşacak olan tasfiyeleri, uyum göstererek varlığı korumanı ve yeni fırsatları değerlendirmenin olanak ve kısıtlarını tartışacağız.

Bir sonraki yazı, “normal koşulları hangi etkenler krize dönüştürür?” sorusunu irdeleyecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar