Tekstili sevelim mi, dövelim mi?

Dr. Hakan ÇINAR
Dr. Hakan ÇINAR SIRADIŞI

Biz genel ismi ile tekstil sektörü desek de, aslında altında birkaç başlığın olduğunu ve her birinin farklı dinamikleri bulunduğunu atlamamak gerekiyor. Hazır giyim ve konfeksiyon, tekstil hammaddeleri, deri ve deri mamulleri ve halı ürünleri ayrı ayrı tekstilin kollarını oluşturuyor. İhracat açısından bakıldığında, hazır giyim ve konfeksiyon açık ara önde geliyor. Ancak katma değer açısından bu sıra değişebiliyor, teknolojinin ön plana çıktığı üretimlerde tekstil hammaddeleri öne çıkabiliyor. Öte yandan ülkemiz ihracat rakamlarına fasıl bazında baktığımızda ise, tüm sektörler arasında hazır giyim ve konfeksiyon altıncı sırada yer alıyor. Çok olmasa da bir parça düşüş yaşadığını da eklemem lazım.

Sıkça duyarım da, söylerim de; biz ülke olarak bu sektörü seviyor muyuz, yoksa yaka mı silkiyoruz, çok anlamış değilim. Özal’lı yıllarda ülkemizin en gözde sektörü olmasına ve ihracatın, elbette aynı zamanda istihdamın dinamosu olmasına rağmen, sonraki yıllarda değerini de önemini de bir parça yitirmeye başladı. Aslında bir genelleme yaptığımda bu sektör ülkemiz için her zaman önemli olmuş, ihracat ve istihdama katkısı önemli boyutlara ulaşmıştır.

Zaman zaman tekstil sektöründen soğumamıza neden olan önemli hususlardan bir tanesi, yeterli düzeyde katma değeri ülkemize kazandırmadığı yönünde kamuoyunda oluşan görüş. Ama emin olun ki tek sebebi bu değil. Çok fazla oyuncunun olduğu bu sektörde, çok yüksek teknolojiler ile üretim yapanlar olduğu gibi, merdiven altı diye tabir ettiğimiz ve kayıt dışı hizmet veren, çalışanlarını da kayıt dışında tutan pek çok şirketin de var olması sektörü nereye koymak gerektiğini zor hale getirebiliyor. Örneğin, ihracatı teşvik sistemi olarak adlandırdığımız, doğru ismiyle Dahilde İşleme Rejimi’ni (DİR) bilenler bu belirteceğim sektörel zaafı eminim daha iyi anlayacaklardır. Basit anlamda ihracat kaydı ile vergilerden muaf ithal hammadde ve kumaş getirmeye olanak sağlayan bu sistem, ne yazık ki suistimale de son derece açık. Art niyetli bir azınlık pahalı hammaddeyi iç piyasaya satıp, ihracatı daha ucuz hammadde ile yapma eğilimi, ne yazık ki sektörü zan altında bırakıyor. İyilerin yanında kötü niyetlilerin, kuruların yanında yaşların da yanması elbette sektör için hazmedilir bir durum olmamalı. Devlet yönetimi, ülke ihracatımızın büyüme modelinde ve rolünde, genelleme yaparak tabir edeceğim tekstil sektörünü destekleyip büyütelim mi, yoksa bu kadar yeterli, daha katma değerli sektörlere mi destekler ve teşvikler verelim sorgulamasının altında, sektörün bir parça bahsetmiş olduğum bu sistemin delinmesi endişelerinin de yattığını, en azından ben kendi gözlemim ve fikrim olarak ortaya koyabilirim.

Bugünlerde yine sektörü zor duruma sokan bir uygulama ile baş edilmeye çalışılıyor. Pirincin içerisindeki az sayıda bulunan siyah taşları ayıklayabilme uğruna, tüm üreticiler zor duruma girmiş oldular. Uygulamaya göre Avrupa’dan gelen tüm kumaşlar, gerçekten AB menşeli mi değil mi, anlaşılabilmesi için menşe sorgusuna tabi tutuluyor. Yani gönderilen ülkeden bu konuda teyidin gelmesi bekleniyor veya ithalatçıdan vergilerin tamamı kadar teminat talep ediliyor. İki istisnası var, YYS sahibi firmalar kapsam dışında, bir de ithalat değerinin 1.000 doların altında olması halinde istisna uygulanıyor ki bu rakam son derece düşük. Bunlar dışında kalan her durumda eşya belirttiğim süreçten geçiyor ve istisnasız olarak da kimyahaneye sevk ediliyor. Her iki proses de hem ciddi bir vakit kaybına, hem de maliyete yol açıyor. Konuyu Gümrükler Genel Müdürümüze bizzat ilettim ve ihracatçılarımızın da bu işten zarar gördüklerini ve terminlere zarar verdiğini anlattım. İnanıyorum ki yakın zamanda konuya dair bir gelişme sağlanacaktır. Ancak anlamadığım nokta, tekstil sektöründe yer alan firmaların neden yeterince sesleri çıkmadığı. Ve yine anlamadığım bir nokta devletin tekstil sektörüne bu güvensiz yaklaşımı, acaba süreklilik arz eden bir durum mu?

İktidarlar değişebilir, bakış açıları kısmen farklılaşabilir, ama devletlerin uzun dönem politikalarının belirgin olması şart. 1 milyonu aşkın insanın çalıştığı ve ihracatımızda çok önemli bir yere sahip sektörde bu konudaki belirsizlik ortadan kalkar ve güven tekrar kazanılır ise, hele ki markalaşmaya ve Turquality’e de firmalar daha fazla yönlendirilirse çok önemli yolların kat edilebileceğine inancım tam. Tüm bunları söylerken sektöre de bir görev düştüğünün atlamamak lazım. Pirincin içerisindeki siyah ve beyaz taşların tümünü ayıklamak ve yok etmek. Yani azınlıkta olan yanıltıcı işlemler yapma eğilimindeki sektör temsilcilerine bu imkânı vermemek ve paydaşların tamamını koruyabilmek.

Un var, şeker var, irmik var; aslında helva da var. Keşke gereksiz yere su katmasak da, işini doğru yapan firmaların da ağzının tadı kaçmasa.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim seçim üstüne 04 Kasım 2022
e-İhracat e-Fırsat 28 Ekim 2022
Ü.M.İ.T. var 14 Ekim 2022