Türkiye’nin ayakkabıyla sınavı

Dr. Hakan ÇINAR
Dr. Hakan ÇINAR SIRADIŞI

Bazen fırsatı dışarılarda ararken gözümüzün önündeki fırsatları kaçırabiliyoruz. İşte Türkiye’nin ayakkabı sektöründeki üretim potansiyeli de böyle bir şey. Geçtiğimiz hafta Aymod tarafından organize edilen fuara iştirak ettim, ardından da Türkiye Ayakkabı Sanayicileri Derneği’nin verdiği bir kahvaltıya iştirak ederek, ayakkabı sektörüne dair pek çok bilgi edinmiş oldum. Bu derneğin genç ve dinamik başkanı Berke İçten ile tanışma ve sohbet etme imkanı da buldum. Ancak bir dokundum, epey bir dert işittim. Zira üretim üretim diye böylesine yüksek şekilde sesimizi çıkarttığımız bir dönemde, zaten elimizin altında olan bir fırsatı çok daha iyi değerlendirmeli ve doğru yerlere mesajlarımızı vererek, önemli bir ayakkabı üretim merkezi haline gelebiliriz. Ben gerek konuşmalardan, gerekse fuardan bunu fazlasıyla hissettiğim için, sevgili başkan ile bir röportaj gerçekleştirdik ve akabinde de bunu bir makale haline dönüştürdük. Farkındalık açısından da, ülke yönetimini kumanda edenler için de yararlı olacağına inanıyorum:

“Ayakkabı üretimi Türklerin geleneksel bir zanaatı olarak tarihin hemen hemen tüm evrelerinde karşımıza çıkmaktadır. Orhun kitabelerinde de yer alan bu kadim meslek Cumhuriyet dönemine kadar geleneksel olarak usta çırak yöntemi ile şekillenmiş ve nesilden nesile el üretimi olarak aktarılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinde kurulan Beykoz Deri Tabakhanesi ve Kundura Fabrikası ile ordunun ihtiyacı olan Kundura üretimi başlamış, 1910’lu yıllarda günlük 1000 çift gibi bir üretim kapasitesine ulaşılmıştır. Cumhuriyet döneminde ise fabrika Sümerbank’a devredilmiş ve seri üretim konusunda yeni teknikler uygulanmaya başlanmıştır. Özellikle Çekoslovakya Tomas BATA enstitüsüne gönderilen Mühendislerle birlikte zaman içerisinde endüstriyel üretim altyapısı geliştirilmiş, modern bant sistemleri kurulmuş ve yıllık 2 Milyon çiftlik üretim kapasitelerine ulaşılmıştır. Sümerbank Beykoz Kundura fabrikası ayakkabı sektörünün kuruluşunda adeta bir okul gibi hizmet etmiş, bu fabrikadan ayrılan Mühendis ve Ustaların kurdukları işletmeler Ayakkabı Sektörünün endüstriyel üretim kısmının temelini oluşturmuşlardır.

1990’lı yıllara kadar bu şekilde yarı el üretimi, yarı makineleşmiş veya makineleşmeye çalışarak gelişen sektörümüz Sovyetler Birliğinin dağılması ve Doğu Bloğunun çökmesi ile birlikte bu ülkelerden gelen yoğun taleple karşılaşmıştır. Gelen talebin büyüklüğü üretim altyapısının güçlendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmış ve sektörün makineleşmesi bu yıllardan itibaren hızla gelişmiştir. Özellikle deri ayakkabı ve bot üretimi çevresinde güçlü bir şekilde şekillenen ayakkabı sektörü 1998 Rusya ekonomik krizine kadar çok büyük bir ivmeyle büyümüştür.

2000’li yıllar Ayakkabı sektörünün Uzakdoğu kaynaklı ucuz ve düşük kaliteli özellikle spor ayakkabı yoğunluklu ithalat ile tanışmasıyla başlamış, hızla gelişen ve büyüyen ayakkabı ithalatı ayakkabı fabrikalarını rekabette zorlanır hale getirmiştir. 1990’lı yıllarda cari fazla veren sektörümüz, maalesef 2000’li yıllarda cari açık veren bir konuma düşmüştür. Sektörümüzün girişimleri ve ekonomi bakanlığımızın 2006 yılında ek mali yükümlülük adı altında çıkarmış olduğu, ithal ürünlerde çift başına deri ayakkabılarda 3 ABD Doları, Suni Deri Ayakkabılarda 2 ABD Doları ithalatı önleme uygulamasına rağmen ithalat hızı kesilmemiş, sürekli bir artış yaşanmıştır.

Ayakkabı Fabrikalarımızın kapanmaya başladığı, fabrikaların ithal ürün lojistik depoları ve sevkiyat merkezlerine dönüştüğü, nitelikli çalışanlarımızın AVM’lerde güvenlik ve temizlik işlerinde çalışmayı tercih ettiği çok zorlu bir sürecin içinden sektörümüz geçmiştir.

Derneğimiz TASD – Türkiye Ayakkabı Sanayicileri Derneği’nin yoğun çalışmaları ve Cumhurbaşkanımızın direktifleriyle Ekonomi Bakanlığımızın uygulama ve koordinasyonlarıyla 2014 yılında İthal Ayakkabılara İlave Gümrük Vergisi (İGV) uygulanmaya başlanmış, menşei sapmalarına karşı Ticaret Ateşeleri kaynağında üretim yeri sorgulamaya başlamış, referans fiyat uygulaması ile düşük faturalı ithalatın önü kesilmiştir. Bitmiş ayakkabı ithalatının azalmasına paralel olarak Ayakkabıyı teşkil eden üst kısmı (saya) ve taban ithalatında ani yükseliş karşısında Saya ve Taban ithalatlarına da İGV ve gözetim uygulaması başlatılmıştır.

2014 Yılında uygulamaya alınan İlave Gümrük Vergisi uygulaması Devlet ve Reel sektörün birbirleriyle uyum içerisinde çalışmasının en güzel örneklerinden birini ortaya çıkarmıştır. Sivil Toplum Kuruluşlarının Devletin ilgili birimlerine doğru bilgi aktardığında ve Devletin bu bilgileri doğru bir şekilde kararlılıkla uygulamaya geçirdiğinde alınan sonucun en güzel örneği -320 Milyon Dolar dış ticaret açığından +550 Milyon Dolar dış ticaret fazlasına ulaşılan (2021 verisi) bir süreç yaşanmıştır.

2014 – 2021 yılları arasında Ayakkabı Sektörümüzün ticaret dengesini bu şekilde değiştirmesini incelerken özellikle en büyük pazarımız olan Rusya ile 2015 yılında yaşanan uçak krizini, İkinci en büyük pazarımız olan Irak’ın neredeyse tamamen alt üst olduğunu, üçüncü en büyük pazarımız olan Suudi Arabistan ile yaşanan sorunlar nedeniyle ticaretin durma noktasına geldiği gerçeklerini de göz ardı etmemek gerekmektedir. İlk üç en büyük pazarınızda yaşanan bu sorunlara karşın Ayakkabı Sektörümüz Pazar çeşitliliği elde edebilmek adına tüm dünya fuarlarını karış karış gezmiş ve ürününü pazarlamak, uluslararası güçlü rakipleri (İtalya, Portekiz, İspanya ve Hindistan gibi) karşısında kendisine Pazar açabilmek için büyük gayret göstermiştir.

2018 Yılında iç piyasada önemli Ayakkabı Zincirlerinden bazılarının Konkordato sürecine gitmesi sektör iç dinamiklerini ciddi şekilde etkilemiş, özellikle Ayakkabı İmalat Sektörünün birikmiş tüm sermayesini tüketmiştir. Konkordatonun etkisinden sıyrılabilmek, üretimi devam ettirebilmek için pek çok sanayicimizin evini, arabasını satarak, birikimlerini sermayeye aktardığı bir süreç yaşanmıştır.

Bu sürecin dış ticaretimiz açısından en önemli sonucu iç piyasa ağırlıklı çalışan üreticilerimizin daha çok dış pazara ve ihracata yönelmesi olmuştur. Konkordatoların yaralarını sarmak üreticilerimiz açısından ancak ihracatla mümkün gözükmüştür. İşte bu noktada sektörün dış açılımını sekteye uğratan Pandemi süreci boy göstermeye başlamıştır.

Pandemi Ayakkabı Sektörümüzü dışa açıldığı, ihracatını arttırarak Konkordatoların yaralarını sarmaya çalıştığı bir dönemde yakalamıştır. Bu dönemde kapanmaların başlamasıyla birlikte, dış siparişlerde iptallerin yaşandığı, lojistik problemlerin ortaya çıktığı ve üretimin tamamen durduğu bir dönem yaşanmıştır.

Pandeminin atlatılması durumunda Derneğimizin öngörüsü olan Uzakdoğu kaynaklı tedarik zincirinin kırılacağı gerçekleşmiş, kapanma sürecinde üyelerimizle yapmış olduğumuz pek çok zoom toplantılarında üreticilerimizin pandemi sonrasına hazırlanmaları konuları değerlendirilmiştir.

Ön görülerin doğru çıktığı bu süreçte özellikle Batı Avrupa kaynaklı çok yoğun bir talep dalgası Ayakkabı sektörümüze gelmeye başlamıştır. 2021 yılını tüm zamanların ihracat rekoru olan 1 Milyar Doları aşarak, 540 Milyon çift yıllık üretim gerçekleştirerek ve 335 Milyon çift ayakkabıyı ihraç ederek yılı kapatan sektörümüz bugüne kadar geleneksel pazarlarımızın dışında yepyeni ve farklı türden taleplerle karşılaşmaya başlamış ve bu yeni duruma adapte olmaya çalışmaktadır.

Avrupa kaynaklı taleplerin başında sosyal uygunluk belgesi olan üretici ihtiyacı gelmektedir. Özellikle belirli bir büyüklüğün üzerindeki perakende zincirleri ve markaları sosyal uygunluk denetimlerine ve belgelerine ihtiyaç duymaktadır. Ayakkabı sektörümüz yüksek katma değerli deri ayakkabı üretiminde İstanbul merkezli bir yapılanmaya sahiptir. İstanbul Merter ve Güngören ve İkitelli bölgesinde yüksek katma değerli deri ayakkabı üretimi 1970’li 80’lı yıllarda inşa edilmiş sanayi siteleri veya iş hanlarında yürütülmektedir. Bugünün gereksinimlerine maalesef fiziki olarak cevap verememektedir. Yüksek katma değerli ürün üretiminde nitelikli istihdam ihtiyacı nedeniyle Anadolu’da bir bölgeye taşınma durumunda tüm çalışanlarında birlikte taşınması gerekliliği, aksi halde nitelikli iş gücünün kaybedileceği gerçeğinden hareketle, İstanbul çeperlerinde, günümüz koşullarına uygun bir OSB planlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

İkinci önemli konumuz ise emek yoğun sektörlerin iş gücü maliyetlerinin diğer sektörlerden daha farklı değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Ayakkabı sektörü yaratılan katma değer anlamında otomobil sektörüne göre daha küçük bir sektör olmasına karşın yarattığı istihdam oranıyla (yaklaşık 320 bin çalışan) 300 otomobil fabrikası kadar çalışanı istihdam eden bir sektör. Ayakkabı sektörü gibi emek yoğun sektörlerin SGK maliyetlerinin bitmiş ürün üzerindeki oranıyla otomobil örneğinde olduğu gibi otomobil sektörünün SGK maliyetlerinin bitmiş ürün üzerindeki oranı aynı değil. Emek yoğun sektörlerdeki işgücü düzensizliğinin de temel sebeplerinden birisi üretilen ürüne göre vergisel yüklerin fazla olması ve piyasanın rekabetçi olabilmesi adına kendince bir düzen uygulama çabasıdır. Bu durumun ortadan kaldırılabilmesi adına hem devletin vergisel kayıplarını önlemek ve gelirini arttırmak, hem çalışanların daha düzenli ve sosyal güvenceli ortamlarda çalışmasını sağlamak, hem de işverenlerin üzerindeki SGK yükünü azaltmak adına emek yoğun sektörlere özel bir SGK teşvik paketi uygulanmasının gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuyu Çalışma ve Sosyal güvenlik bakanımıza arz ettik ve görüşmelerimiz sürüyor.

Bu iki konunun çözüme kavuşması ayakkabı sektörümüzün potansiyelini daha fazla ortaya çıkaracak ve uçakla yaklaşık 3,5-4 saatlik uçuş mesafemiz içinde yer alan yaklaşık 60 milyar dolarlık ayakkabı ticaretinden çok daha fazla pay almamızı sağlayacaktır. Rekor kırdığımız ihracat rakamımızın 1 Milyar dolar seviyesinde olduğunu göz önünde bulunduracak olursak kısa ve orta vadede 4-5 Milyar dolarlık ayakkabı ihracatının hiç de hayal olmadığı anlaşılacaktır.”

Yazı uzun, ama içerik dolu dolu. Mesaj ise gayet açık, maliyetleri aşağı çekmeyi başarır ve mavi yaka istihdamını özendirirsek, Türkiye ayakkabı üretiminde belki de dünyanın en önemli aktörlerinden bir tanesi olabilecek durumda. Tabi ben buna bir ekleme de yaparak, sektörün markalaşmaya da hız vermesi gerektiğini, Turquality’i yaşamlarına bir an önce sokmaları halinde bu konuda daha hızlı yol alınabileceğini belirtmeliyim. TASD’ın ve başkanın bu konuda da önemli işler yapacağına inancım tam. Öte taraftan eminim pek çok yazıyı okuyacak farklı sektör temsilcileri de, bizde de durum aynı diyecektir. Belki de devletin, üst aklın, her zaman söylediğim gibi her sektör için SGK, Kurumlar Vergisi gibi konuları tek tek ve ayrı ayrı değerlendirmesi gerekecek. Fırsatlar her zaman ele geçmiyor, gelince kaçırmamak lazım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim seçim üstüne 04 Kasım 2022
e-İhracat e-Fırsat 28 Ekim 2022
Ü.M.İ.T. var 14 Ekim 2022