“Yapay zeka insanın yerini almayacak. Yapay zekayı kullananlar kullanmayanların yerini alacak”

AK Parti Ankara Milletvekili Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Ömer İleri, dijital dönüşümün dünya ve Türkiye’deki gelişimi, yapay zekanın avantaj ve dezavantajlarını anlattı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
“Yapay zeka insanın yerini almayacak. Yapay zekayı kullananlar kullanmayanların yerini alacak”

Besti KARALAR

Canan SAKARYA

ANKARA - EKONOMİ’ye açıklamalarda bunulan Dr. Ömer İleri, Türkiye’nin son 20 yılda savunma sanayinde gösterdiği gelişmeye dikkat çekerek, “20 yıl gibi kısa bir sürede her açıdan bağımlı olan bir ekosistemi biz aldık Cumhurbaşkanımızın vizyonuyla, yüzde 80 oranında yerlileştirdik” dedi. AK Parti’nin dijital ve yapay zeka vizyonuna ilişkin de İleri, “Yapay zeka çalışıyoruz. Dijitalin siyaseti üzerine odaklandık. Yapay zekayı bizim siyasetimizde bir  kuvvetlendirici unsur, destekleyici unsur, verimliliğimizi, hızımızı arttırıcı unsur olarak mutlaka konumlandıracağız” diye konuştu.

-Dünyada çok hızlı bir dijital dönüşüm yaşanıyor, nasıl bir tablo ile karşı  karşıyayız, Türkiye’nin geldiği noktayı değerlendirir misiniz?  Türkiye’nin avantajları ve dezavantajları nelerdir, bundan sonraki yol haritası nasıl olmalı?

Teknolojide çok önemli bir dönüşüm sürecindeyiz.  Bu dönüşüm sürecinin  blok zincir olsun, yapay zeka olsun mutlaka ve mutlaka küresel düzene önemli etkileri olacağını da biliyoruz. Bence en önemli iki kırılma noktası yapay zeka ve blok zincir teknolojileri. Blok zincir aslında merkeziyetsiz dediğimiz bir yapı. Yani kişiler arasındaki, kurumlar arasındaki ticari süreçlerin takibi noktasında merkezi yapılara, ihtiyaç kalmadan birebir iletişimle süreçlerin gidebileceğine dair bir vizyon ortaya koyabilecek platformlar kümesi. Yeni bir güven modeli. Bugün , dünyanın başka bir tarafındaki tanımadığınız biriyle ticaret yaparken  aracı kurumlar veya kuruluşlar yoluyla teminatlar alıyorsunuz, risk yönetimi yapıyorsunuz...  Ama blok zincir tabanlı bir ekonomi inşa edilecek olursa hiç tanımadığınız bir insanla sadece o dağıtık veri bankasını kullanarak yani herhangi bir kuruma, kuruluşa değil toplumun tümünün ortaya koyduğu kolektif zekaya güvenerek ticaret yapabileceksiniz belki. Bu ne demek oluyor? Bu pazarların çok büyümesi, aracıların zayıflaması, bireysel üretkenliğin artması demek oluyor. Bu açıdan blok zinciri çok çok önemli.

“Çok önemli bir dönüşümün arifesindeyiz”

Bir diğer önemli konu yapay zeka konusu. Yapay zeka dönüşümünü elektriğin icadına benzeten akademisyenler dahi var. O kadar önemli bir dönüşüm. İnsanlık tarihinde ilk defa bir teknoloji insanın karar süreçlerini, düşünme süreçlerini destekler bir mahiyete kavuşmuş oluyor. Yapay zeka zihnimizle ilgili bir dönüşüm olduğu için çok önemli.  Teknolojide bu dönüşüm içerisinde hakikaten bireyi de dönüştürecek, toplumu da dönüştürecek, devlet yapısını da etkileyecek ve uluslararası düzeni, uluslararası ekonomiyi, uluslararası ticareti, uluslararası rekabeti de mutlaka ve mutlaka etkileyecek.  Dolayısıyla hakikaten çok önemli bir dönüşüm arifesindeyiz. Gerek blok zincir olsun, gerek yapay zeka olsun bir taraftan yeni bir düzen inşa edilmesindeki temel dinamikleri belirleyecekler. Diğer taraftan özellikle yapay zeka noktasında ülkeler arasında bir rekabet ortamı oluşturacaklar ki bunun emarelerini yoğun bir şekilde şu an Amerika ve Çin arasında görüyoruz.  Çin Devlet Başkanı geçtiğimiz haftalarda yapay zeka konusunda seferberlik ilan etti. Amerika'da Trump yönetiminin zaten yine yapay zekayla ilgili açıklamaları, yatırım planları ortada. Yapay zeka çipleri üzerinde biliyorsunuz Amerika'nın kurmaya çalıştığı bir kontrol var. Özellikle ihraç noktasında bazı ülkeleri sakıncalı ilan ettiler.  Veri yönetimi noktasında, regülasyonlar noktasında,  Avrupa'nın ortaya koyduğu yapay zeka kanunu, Amerikalılar ve Avrupalılar arasında bu noktadaki yaklaşım farklılıkların baktığımızda  hakikaten bir rekabet ortamı olduğunu görüyoruz ama bunun yanında bir yandan da bir işbirliği ortamı oluyor. Bunu Antalya Diplomasi Forumunda çok konuştuk gerçekten. Ülkeler bir yandan rekabet ediyorlar ama bir yandan da yapay zekanın doğru gelişmesi açısından bir işbirliği yapmaya çalışıyorlar. İsrail'in Gazze'de yapay zeka destekli silah sistemlerini kullandığını biliyoruz, okuyoruz. Yine biliyorsunuz Ukrayna- Rusya  sürecinde geçtiğimiz haftalarda yapılan drone saldırısında o droneların aslında yapay zeka destekli olarak hedeflerine ulaştığına dair bazı iddialar var. Hakikaten yapay zekanın regüle edilmesi, insanlık açısından doğru kullanılır şekilde geliştirilmesi önem arz ediyor. Bu anlamda da bir işbirliği ortamı olmak durumunda. Dolayısıyla ülkelerin bir yandan işbirliği yaptığı, bir yandan rekabet yaptığı bir ortama doğru giriyoruz. Yeni rekabet alanlarının oluştuğunu görüyoruz. Dünyanın bu anlamda değiştiğini görüyoruz.

-Türkiye’nin durumu nedir?

Türkiye'de aslında epeyce uzun bir süredir Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu Milli Teknoloji hamlesi kapsamında bir vizyon var.  Aslında geçtiğimiz bir iki yılda bu vizyonun ne kadar değerli olduğunu daha da net gördük. Nasıl gördük?  Bir kere her şeyden önce Ukrayna- Rusya Savaşı esnasında bu teknoloji dünyasının gerektiğinde taraf olabildiğini gördük. Yine geçtiğimiz aylarda yaşadığımız dünya çapında bir mavi ekran krizi oldu. İşte havalimanlarından tutun hastanelere kadar dünya çapında önemli etkilenmeler yaşandı.  Yani burada aslında üç temel tespit yaptı bence dünya. Bir kere bu teknoloji noktasında milliliğin ve yerliliğin önemli olduğu bir kez daha tescil edilmiş oldu. İkincisi, kullanılan teknolojik ürünler noktasında herhangi bir spesifik firmaya bağımlılık olmamalı. Dünya çapında bunun böyle olduğu anlaşıldı. Üçüncüsü siber güvenlik noktasında olayın çok daha ciddi bir aşamaya geldiği bir milli güvenlik meselesi olduğu tekrar dünyada görülmüş oldu. Biz de Milli Teknoloji vizyonu aslında bu üç tespiti zaten epeyce uzun bir zamandır yapmış olan bir vizyondu.

Son derece sistematik bir şekilde yeri geldi yeni kurumlar hayata geçirildi, yeri geldi Ar-Ge merkezleri kuruldu. Teknopark sayısı  AK Parti hükümeti devraldığında iki civarındaydı, şimdi 100'ün üstünde, yeri geldi teşvik mekanizmaları  oluşturuldu. Yeri geldi kültürel dönüşüm seferberliği ilan edildi. Teknofest dediğimiz süreç aslında tam olarak da odur. Yani zihin dünyamız bu anlamda dönüştü. bu süreçte geldiğimiz nokta itibariyle şunu artık çok rahatlıkla ve özgüvenle söyleyebiliriz. Türkiye yüksek teknoloji alanında gerçek anlamda dünya çapında iddia sahibi bir ülke oldu.

“Her açıdan bağımlı bir ekosistemi yüzde 80 yerlileştirdik”

Ben bunu mühendis kökenli bir siyasetçi,  kariyerimde bir dönem savunma sanayinde de çalışmış biri olarak söylüyorum. O günlerden bugünlere gelinmesini  inanılmaz büyük bir başarı olarak görüyorum. Gerçekten dünyada eşi benzeri de yoktur diye düşünüyorum. Ben böyle bir şey duymadım, okumadım, görmedim. Yani 20 yıl gibi kısa bir sürede her açıdan bağımlı olan bir ekosistemi biz aldık Cumhurbaşkanımızın vizyonuyla, yüzde 80 oranında yerlileştirdik. Bununla da yetinmedik, daha önemli bir şey yaptık aslında. O biraz gözden kaçıyor. Biz sadece yurt dışında olan muadillerin yerlilerini yapmakla kalmadık, yeni kavramlar ortaya attık, bu çok değerli. Anadolu amfibi çıkarma gemisi kendi içinde dünyada bir ilk. İHA'ların ve SİHA'ların iniş yaptığı bir platform olması. Her şeyiyle tasarım, çok önemli bir aşamadır. Yine KAAN uçağımızın ihracatı başladı. 5. nesil savaş uçağı.  Uzaya gönderdiğimiz uydularımız, İMECE, Türksat iletişim uydularımız, gözlem uydularımız. Bunların hepsi gerçekten çok önemli atılımlar olarak kayda geçti. Tabii bu sadece detaylı bir planlama, iyi bir proje yönetimiyle de olmuyor. Yetmiyor bunlar. Ne gerekiyor? Asıl önemli olan siyasi irade. Bunun da altını çizmek istiyorum. Yani teknolojiyle siyasetin ilişkisi nedir, diye sorsanız bir ilişkisi budur derim. Siyaset inovasyonun önünü açar. izim siyasetimiz yani Cumhurbaşkanımız bu noktada özellikle çok önemli bir irade ortaya koydu. Türkiye'de zaten olan mühendislik gücünü, zaten olan teknik yetkinlikleri doğru bir şekilde kanalize etme, pazarı doğru bir şekilde yapılandırma ve risk yönetimiyle Türkiye'deki siyasi irade, Cumhurbaşkanımız bu alanın önünü açtı. Geldiğimiz noktada çok önemli bir başarı hikayesi var. Şimdi bu blok zincir ve yapay zeka yani bunlara kısaca yenilikçi alanlar diyelim, bu noktada  Türkiye nasıl  yolculuğuna devam ediyor? Şimdi burada da teknoloji, siyaset, coğrafya hep ilişkili birbiriyle.  Nasıl dünyada eş zamanlı olarak çeşitli kırılmalar yaşanıyorsa Türkiye'de de eş zamanlı olarak koordineli bir vizyon ortaya konuyor farklı alanlarda. Tabii bunun çatı vizyonu 'Türkiye Yüzyılı' dediğimiz vizyon. Bu bizim siyasi  vizyonumuz.  ‘Türkiye her alanda en güçlü 10 devletten biri olacaktır’ diyoruz.

"Yeni bir teknoloji kültüründen, insana saygılı teknolojiden bahsediyoruz"

Türkiye olarak daha  adil bir dünyadan bahsediyorsak, bu anlamda bir kere teknolojileri geliştiren kuvvetli bir konuma sahip olmamız lazım ama bunun da ötesinde adil teknolojileri geliştirmede ön ayak olmamız yani yeni bir teknoloji kültürü oluşturmamız gerekiyor diyoruz. Yani bizim vizyonumuz Türkiye için aslında budur. Yani sadece teknoloji geliştirmekten bahsetmiyoruz. Yeni bir teknoloji kültüründen, yeni bir kullanıcı kültüründen, insana saygılı teknolojiden bahsediyoruz.

Bu anlamda Türkiye tabii çok iddialı bir vizyon ortaya koyuyor, koydu. Bunu  Parti olarak beyannamelerimizde de görebilirsiniz, Orta Vadeli Planda da görebilirsiniz. Bu dokümanlarda işte blok zincirden yapay zekaya kadar geniş bir yelpazede hem uzun vadeli  hem kısa vadelim hedefler konuyor. Yani hakikaten orada tabiri caizse bir orkestrasyon var. Bir yapay zeka yol haritamız var. Sanayi Teknoloji Bakanlığı  zamanında kaleme almış. O dönem Dijital Dönüşüm ofisiyle beraber, bir taraftan o takip ediliyor. O eylem planında da geçtiğimiz Temmuz ayında bu yıla spesifik eylemler de açıklanmıştı. Yani geniş bir yelpazede üniversitelerde okutulan derslerden tutun Milli Eğitim Bakanlığının müfredatına kadar. Girişimcilere uygun teşvik sistemlerinin ortaya konmasına kadar kamusal veri alanı projesine kadar yani hem verimizi yönetmek hem altyapımızı yönetmek hem insan kaynağımızı yetiştirmek hem ekosistemimizi geliştirmek hem kültürel dönüşüm sağlamak noktasında geniş bir yelpazede ciddi bir yol haritasında Türkiye şu an ilerliyor. Bir taraftan icraatlar sürüyor diğer taraftan da yasamamız çalışıyor.

-Türkiye'nin  dijital dünyadaki değişime ayak uydurmak için hangi düzenlemeleri yapması , hangi yasaları  çıkarması, mevzuatında ne gibi düzenlemelere gitmesi gerekiyor?

 Bu dijital alanlarda dünyanın neresine giderseniz gidin durum aynıdır, yasama süreci biraz zorlanır.  Çünkü dijital alanlar,  çok kompleks, çok hızlı değişen alanlar oluyor, aşırı dinamik oluyor ve yepyeni kavramlar ortaya çıkartıyorlar. Bakın mesela e-ticaret diyoruz, platform ekonomilerinden bahsediyoruz. Şimdi platform ekonomisi kavramı nispeten yeni bir kavram. Yani eskiden bir alıcı ve satıcı vardı. Şimdi platformlar var, bu yeni bir dinamik. Dolayısıyla yasama süreçleri bir yandan bu yeni gelişmeleri kavramlaştırmak zorunda kalıyor. Bir yandan da bu yeni kavramlarla uygun olan çerçeveler oluşturmaya çalışıyor. Gerçekten kolay bir şey değil bu. . Dolayısıyla Amerika'sından tutun Avrupa'sına, İngiltere'sinden Japonya'sına kadar gerçekten bu zorlayıcı bir alandır. Ama Türkiye bu anlamda bence hızlı hareket eden adaptasyon kabiliyeti yüksek ülkelerden biri. Bunu neden söylüyorum? 5651 Sayılı Kanun, şu an kamuoyunda daha çok sosyal medya kanunu olarak bilinen kanun çıktığı zaman, Türkiye, dünyada öncülerden biriydi.   SPK kanununda yapılan bir değişiklik kripto varlıklarla ilgili düzenleme aslında son derece cesaretli bir adımdı ve yine öncü adımlardan biriydi. Şimdi Siber Güvenlik Başkanlığının kurulması süreci, tabii o biraz yapısal bir dönüşüm ama bir yasama bacağı da var biliyorsunuz. O da iddialı bir adımdı.

Yani bizim parti grubu olarak aslında bu noktadaki adaptasyonumuz ve esnekliğimiz, dinamikliğimiz son derece yüksek. Yasama süreçlerindeki temel problem dünyanın her yerinde üç boyutlu. Bir kere kapsayıcılığı nasıl ayarlayacaksınız? Yani kimi yerde kod kanun yapılır. Mesela Avrupa Birliği bunu çok sever biliyorsunuz. Kimi yerde mevcut kanunlar üzerine yenilenme yoluyla biz Türkiye olarak daha çok ikinci kulvarı kullanıyoruz. Çünkü daha hızlı ve esnekliği daha yüksek. Tercih meselesidir aslında. Her ülke kendi yapısına uygun, kendi siyaset kültürüne uygun yol tercih edebilir. Diğer bir konu zamanlama.  Yani bir alana regülasyonu çok erken getirirseniz inovasyonun önünü kapatırsınız. Yani Avrupa bu konuda biliyorsunuz epeyce eleştirilir.  Çünkü o yasak, bu yasak, o çerçeve, bu çerçeve. Amerikalılar bu konuda bir kural setinden ziyade yargı yoluyla  dolaylı regülasyon yolunu tercih ederler.  Yani zamanlamada önemlidir ve kısıtlayıcılıkta ne kadar kısıtlayacaksınız. İnovasyonu öldürmeyeceksiniz ama vatandaşı korumanız lazım. Hassas bir denge. Ne zaman kısıtlayacaksınız? Erken yaparsanız alanın önünü kapatıyorsunuz. Geç kalırsanız atı alan Üsküdar'ı geçmiş oluyor tabiri caizse. Ve nasıl bir yapıda yapacaksınız? Bunları düşündüğünüzde dijital alanda yasama zor bir şey ama dediğim gibi bizim partimiz bu konuda epeyce dinamik, etkin, örneklerini de az önce verdim. Yani şöyle, tabii dijitalin dokunmadığı alan yok. Mesela Rekabet Kanunu üzerine biliyorsunuz bir çalışmamız zaten var yani orada tabii dijital alandaki rekabetin dinamikleriyle konvansiyonel alandaki rekabetin dinamikleri çok farklı. Yani birinde, konvansiyonel alanda rekabet ihlali olduktan sonra müdahale etmek anlamlı olabiliyorken, dijitalde önleyici tedbir almak daha anlamlı olabiliyor.  Zaman içerisinde gerektikçe ve bazı durumlarda ön alarak da yani siber güvenlik başkanlığının kurulması bir ön almadır aynı zamanda aslında. Yani bazı yerde reaktif olarak, bazı yerlerde proaktif olarak bu süreci yönetiyor olacağız.

"Dijitalin siyaseti üzerine odaklandık"

-AK Parti ne yapıyor bu dijital dünyada? Nasıl çalışmaları var?

Özellikle gençlerimizi Türkiye'nin teknolojik vizyonu hakkında bilgilendirdik. Bir diğer taraftan partimizin dijital altyapısının çıtasını epeyce yükselttik. Dijitalin siyaseti üzerine odaklandık. Bakın dijital siyaset demiyorum. Dijitalin siyaseti diyorum. Dijital siyaset daha çok işte sosyal medyayı etkin kullanmayı çağrıştırıyor. Dijitalin siyaseti ise teknolojiyi konuşmayı, siyasetçilerin teknolojiyi konuşması, siyasetçilerin teknolojik alanında pozisyon belirlemesini çağrıştırıyor. Özellikle yapay zeka alanında  dünyada çok ciddi tartışmalar var farkındaysanız. Özellikle uluslararası örgütlerin, kuruluşların bu konuda bazı endişelerini beyan ettiğini gördük.  Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nden tutun önemli firmaların tepe yöneticilerinin bu konuda endişe beyan ettiğini gördük.  Bizim siyasetçinin yapay zekayla olan ilişkisi nasıl olmalı konusu var.

Dijitalin siyaseti kapsamında biz diyoruz ki siyasetçi bir taraftan kullanmalı, etkin kullanmalı ama bir taraftan da doğru konumlanması noktasında bir mücadele vermeli. Doğru konumlamaktan kastım da sadece halihazırda olan bir teknolojiyi uygun yerde kullanmaktan bahsetmiyorum. Daha birinci günden doğru geliştirilmesinden bahsediyorum. Yani bu işi geliştiren mühendisleri de içine alacak daha kapsamlı bir toplumsal  konsensüs oluşturmaktan bahsediyorum. Yani geliştiren de birinci günden doğru geliştirmeli. Suistimale açık olmayacak bir şekilde geliştirmeli. Bunu uygulayan firma da doğru uygulamalı. Son kullanıcı da hayatında doğru yere konumlamalı. Yani böyle bir zincirden bahsediyorum. İşte dijitalin siyaseti dediğimiz bu konuları tartışmak, akademisyenlerle, sektör temsilcileriyle ve bu konularla ilgili olarak kamuoyunda farkındalık oluşturmak.

 "Yapay zekayı çalışıyoruz"

Biz  yapay zeka sürecinin toplumu nasıl etkileyeceğini, devleti nasıl etkileyeceğini, uluslararası sistemi nasıl etkileyeceğini çalışıyoruz.

Özellikle son süreçlerde biz bütün sistemlerimizi yani siyasi teşkilat  faaliyetlerimizi dijitalde yönetilebilecek hale getirdik. Bir siyasi süreç yönetim platformu adını verdiğimiz çok önemli bir platformu ‘AK PartiM'  diyoruz biz kendi içimizde, devreye aldık. Yani dolayısıyla artık kendi verisini oluşturan, kendi verisini üreten, işte hangi sokakta vatandaşın hangi konuyu gündeme getirmiş, en son nereye ne ziyareti yapılmış vesaire gibi geniş bir yelpazede bütün verilerimizi konsolide edebildiğimiz, değerlendirebildiğimiz, analiz edebildiğimiz karar destek mekanizmalarını hayata geçirdik. Bu anlamda da iddialı bir şekilde  yolumuza  devam ediyoruz.

-Türkiye’nin avantajları ve dezavantajları neler?’

Dünyadaki bu değişim yani dijitalleşme, sektörlerin dinamikliğinin artması, değişkenliğin artması, öngörülebilirliğin azalması, külliyen konuşacak olursam bu dinamikler tamamen Türkiye'nin lehine olan dinamikler. Bunu şundan söylüyorum. Bizim iş kültürümüz, bizim iş yapma tarzımız hakikaten hani ‘kervan yolda düzülür’ derler ya bizde biraz bunu eleştirel olarak gündeme getirirler ama aslında bunun bir coğrafi realitesi var. Bu coğrafya tarih boyunca belirsizliklerin olduğu bir coğrafya olmuş. Dolayısıyla bizim medeniyetimiz, bizim kültürümüz de tabii ki mutlaka bir öngörü üzerine hareket etme kabiliyeti geliştirmiş ama öngörülemeyenin olması durumunda da hızlı organize olabilme, hızlı karar alabilme ve hızlı aksiyona geçebilme reflekslerini geliştirmiş. Bunu çok değerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bunun ben açıkçası  bu gezdiğim coğrafyalarda sadece Türkiye'de olduğunu gördüm.

-Bu dönemde neden önemli?

Şundan önemli. Süreçler çok hızlı değişiyor gerçekten. Bakın ben bir Amerikalı firma için çalışırken hiç unutmam. Yani çok planlı programlı çalışan bir firmaydı çip sanayinde. Yani önümüzdeki bir yılın gün bazında hatta saat bazında planını yapma kültürü vardı orada. Otururduk aylarca plan yapardık. Şimdi tabii sanayi döneminde bu çok anlamlı bir yaklaşım. Planlıyorsunuz, planı tıkır tıkır işletiyorsunuz. Ama şu dönemde müşteri ihtiyaçlarının bu kadar hızlı değiştiği bir dönemde son derece kısıtlayıcı bir yaklaşım da olabiliyor. Ne oluyor mesela? Müşteri son anda diyor ki ‘ya ben senden şöyle bir çip istemiştim ama market değişti. Ben artık böyle bir şeye ihtiyacım var. Artık buna ihtiyacım yok’  diyor. Şimdi bütün  çalışma kültürünü plan ve program üzerine kuran organizasyonlar bu gibi durumları yönetemiyorlar.

"Avrupa adapte olamıyor, Amerika mücadele ediyor"

Ben bunu kendi gözümle gördüm. Yani mesela Amerika'da böyle durumlarda ‘ eyvah ne yapacağız? İşte bu iş ne olacak?’ Avrupa'yı zaten saymıyorum bile. Avrupalılar zaten hiçbir şekilde adapte olamıyorlar. Onlar donup kalıyorlar. Amerikalılar biraz daha mücadeleci bir ruh. Ama onlar da tabii o kurallarının ve planlarının çok da dışına çıkamıyorlar. Genelde böyle işleri Türk ekiplerine verirler böyle firmalarda global firmalarda. Türk ekipleri çünkü son derece dinamik bir şekilde çözer bu işleri.

Şimdi böyle bir atmosferde Türkiye’nin  iş kültürünün ki Amerikalılar buna artık güzel bir isim de bulmuşlar. ‘Çevik yönetim’ diyorlar. Çevik yönetim denen şey biz bu coğrafyada yüzyıllardır  en güzel haliyle yapıyoruz aslında.  Şimdi bu anlamda Türkiye iş kültürünün önünün açıldığını ben düşünüyorum. Bunun yanında tabii coğrafi lokasyonumuz.  Yani bir taraftan Uzakdoğu'yla bir taraftan Kuzey Amerika'yla aynı iş günü içerisinde görüşebiliyor olmak telefon yoluyla. Bu çok önemli bir avantaj Türkiye için. Bir taraftan kültürel pozisyonumuz, Çinlilerle de konuşabilen, Hintlilerle de konuşabilen, Amerikalılarla da konuşabilen bir yapımız var. Bakın bu da bir avantajdır. Yani sanılanın aksine Çinlilerle Amerikalılar iş ortamında çok iletişim kuramazlar. Yani o dil bariyeri çok yıldırıcı olur.

"Türkiye teknolojiyi çok ciddi sahipleniyor, daha özel bir dönem yaşıyoruz"

Türkiye'nin bu anlamda çok ciddi avantajları var. Yetişmiş iş gücü var ve  bunların da ötesinde çok ciddi bir sahiplenmesi var teknolojiye. Amerikalılar o konuyu çok tartışıyorlar. Özellikle yapay zekada liderliği almak için diyorlar ki ‘bir taraftan yapay zekayı geliştirmemiz lazım ama bir taraftan da yaygınlaştırmamız lazım’ diyorlar. Bakın bu çok önemli. Yaygınlaştırma. Yani bütün Amerika'ya hatta diğer ülkelere kendi teknolojimizi yaygınlaştıralım ki bizim hegomonyamız bir anlamda kurulsun istiyorlar.  Şimdi Türkiye'nin burada da bir avantajı var. Türk toplumu zaten teknolojiye çok yatkın olduğu için her şey hızla yaygınlaşıyor. Bunun da bir ben bir pozitif olduğunu düşünüyorum. Hani diyoruz ya ‘birçok açıdan özel bir dönem yaşıyoruz’ diye, Türkiye açısından belki daha da özel bir dönem yaşıyoruz. Çünkü hakikaten dünyadaki konjonktür ve dinamikler gerek siyasi olarak, politik olarak, gerek coğrafi olarak, ekonomik olarak, gerekse de teknolojik olarak tam olarak Türkiye'nin  perspektifine uygun şekilde gelişiyor.

"Türkiye’nin bir diğer avantajı Recep Tayyip Erdoğan"

Türkiye'nin bir diğer avantajı da şu an Cumhurbaşkanımız gibi kuvvetli bir liderliğe sahip olması. Yani bu fırsat penceresini kullanma iradesinin ortaya konduğu bir siyasi ortamda olması,  küresel anlamda saygı gören  bir  lideri, Recep Tayyip Erdoğan'a sahip olması, bunlar da işte Türkiye'nin bu fırsat penceresini kullanmasının teminatları diye düşünüyorum. 10 yıl sonra çok daha farklı bir Türkiye'den ben bahsedeceğimizi düşünüyorum. Türkiye şu an dünyaya savaş uçağı satan bir ülke. Bu az buz bir şey değil. Bu çok çok büyük bir şey gerçekten. Savaş gemilerimiz de satıyoruz. Bunları tabii ki sivile de taşımak yönünde çalışmalarımız var. İşte bilişim vadisi vadilerinden tutun benzer çalışmalarla. Yani Türkiye'nin çok ciddi avantajlı olduğu bir dönemdeyiz. Riskler tabii ki var ama avantajlar Türkiye açısından daha fazla diye düşünüyorum ve bunları kullanma iradesi de var.

"Yapay zekanın pozitif etkileri olabileceği gibi negatif etkileri de mutlaka olacaktır"

Yapay zekanın nasıl geliştirildiği çok önemli. Pozitif etkileri olabileceği gibi negatif etkileri de mutlaka olabilir. Biz şunu şöyle bir kategorize ettik. Yani zaman içerisinde ‘yapay zekanın kapsamı genişledikçe iyi senaryolar ne olabilir, kötü senaryolar ne olabilir? noktasında. İlk aşamada biliyorsunuz operasyonel süreçler işte otomasyon, işi hızlandırma, verimlilik artışı odaklanıyoruz. Ama ilerleyen süreçte topluma yapısal etkilerde bulunmaya başlayabilir. İyi senaryo yeni meslek alanlarını oluşturabilir, insanların katma değerli işlere daha çok vakit ayırmalarını sağlayabilir. Kötü senaryo ise teknolojik iş işsizlik oluşmasına neden olabilir. Bu tamamen bizim nasıl yönettiğimizle ilgili.

"Bizim adalet anlayışımızı kuvvetlendirebilir, toplumsal zihin kodlarımızı da etkileyebilir"

Daha da ilerleyen aşamalarda artık topluma yapısal etkilerin de ötesinde topluma değerler noktasında etkileri olmaya başlayabilir. Belki bizim adalet anlayışımızı kuvvetlendirebilir. Daha fazla veri işleyerek, daha isabetli kararlar alınmasını sağlayabilir. Performans takibinin daha uygun bir şekilde yapılmasını sağlayabilir. Ama kötü senaryo veya işte sahtecilikle mücadelede daha yetkin olmamızı sağlayabilir. Kötü senaryo ise dezenformasyonu daha kuvvetlendirebilir. Yani dediğim gibi her aşamada daha da ötesinde toplumsal zihin kodlarımızı etkileyebilir. Yani her şeyin hazır geldiği bir ortamda belki çalışkanlık mefhumu zedelenebilir. Yani çalışkan olmaya gerek görmeyebilir bazıları. Bu kötü senaryo. İyi senaryo ise çalışkanın daha çok katma bir değer üreterek kendini daha da hızlı farklılaştırabildiği bir dünya oluşmasına yardımcı olur. O bir risktir. Doğru yönetmezsek, doğru konumlandırmazsak. Bu dünya için bir risktir bu arada. Sırf Türkiye için değil.

"Yapay zeka insanın  yerini almayacak. Ama yapay zekayı kullanan insanlar kullanmayanların yerini alacak”

Bizim parti olarak bakışımız şudur, onu da söyleyeyim. Yapay zekayı biz etkin bir şekilde kullanacağız. Çünkü şuna inanıyoruz. Yapay zeka insanın  yerini almayacak. Ama yapay zekayı kullanan insanlar kullanmayanların yerini alacak. Yani yapay zekayı bizim siyasetimizde bir  kuvvetlendirici unsur, destekleyici unsur, verimliliğimizi, hızımızı arttırıcı unsur olarak mutlaka konumlandıracağız. Ama siyaseti biz tabii ki insan odaklı, insan yoluyla ‘ruberu’ dediği Cumhurbaşkanımızın bu yolla  yapacağız. İkinci prensibimiz biz Türkiye'nin yapay zeka alanında lider rollerden biri alması için gerekli vizyon çalışma yürütmemizin zaten stratejileri, yol haritaları var. Biz biraz daha bu işe vizyon noktasında yaklaşıyoruz siyaset olarak tabii ki. O noktadaki çalışmalarımız da devam ettireceğiz.

"Muhalefetin teknolojiye bakış açısı: İnovasyonları yavaşlatmak noktasında devrede"

Maalesef Türkiye'deki CHP muhalefetinin değişmeyen iki tane kodu var. Bu 1950'lerde de böyleymiş. 27 Mayıs darbesine giden süreçte. Ben bugün de öyle olduğunu düşünüyorum. Nedir onlar? Bir tanesi ‘istemezük’ siyaseti. İstemiyorlar. O dönemde bakıyorsunuz  Boğaz Köprüsü projesi tanıtılıyor. Yani o dönemki gazete manşetlerine baksanız hakikaten hayret edersiniz. Bazı şeyleri belki gene gündeme getirmek lazım.  “İstanbul Boğazı projesi köprüsü için İstanbul için en büyük felakettir’ demişler biliyor musunuz. Yani bunu duyunca hayretler içerisinde kalıyorsunuz. CHP'yi bıraksanız köprüyü de yaptırtmayacaklarmış bunlar. Şimdi onu o gün diyenler bugün de  havalimanına karşı çıktılar. Her şeye aklınıza gelen her şeye karşı çıktılar.  Avrasya Tüneline karşı çıktılar. Marmara'ya karşı çıktılar. İşte ‘ bu çalışmaz, bozulur. Köprü için de çöker, baraj çöktü, çökecek’  diyorlarmış ya. Şimdi hatırlarsanız Marmara için de ‘su akıtıyor’ diyorlardı. Yani bu istemezük siyaseti maalesef bugün de devam ediyor. Şimdi ikinci kodu daha tehlikeli olanı provokasyon siyaseti. Yani o darbe sürecine giden yolda birçok tezviratın yayın yaygınlaşmasına büyük rol oynamış CHP siyasetçileri. Bugünde de biliyorsunuz işte sokak çağrıları vesaire. O kültürel kod da devam ediyor. Ama şimdi teknolojiye bakan yüzüne dönecek olursak bu istemezük siyaseti hakikaten aynen o gün olduğu gibi bugün de bütün atılımları ve inovasyonları yavaşlatmak noktasında devrede.

Şimdi bu duruş, yani ‘istemezük siyaseti’ maalesef tabii ki teknolojik inovasyon önünde bir engeldir. KAAN,  ihracı kesinleşen savaş uçağımız. Hepimizin gururlanması gereken bir savaş uçağı. Ne dediler? İlk parçası üretildiği zaman hepimizin gururlandığı o günde bazıları çıktılar, bu kalorifer peteği dediler. Yani ben bir mühendis olarak da açık söyleyeyim, çok içerlemiştim. Yani siyaset bir yana, milli başarı başka bir yana. Yani siyaseti de doğru konumlandırmak lazım.  Maalesef Türkiye'deki muhalefet siyaseti bizim ortaya koyduğumuz vizyonu anlamayı bırakın, o yani hissetmeyi bırakın, o vizyonun ipuçlarını dahi göremiyor. Gerçekten çok uzak kalmış vaziyetteler.  Karşımızdaki siyaset anlayışında bu konuda bizi daha çok itmesi gerekirken aslında, bize daha agresif hedefler koymak noktasında cesaretlendirmesi, hatta zorlaması gerekirken maalesef çıtayı sürekli aşağı çektiler. Sürekli aşağı çekmeye devam ediyorlar.

 

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
Gündem