Ekonomik hasar ve siyasi fırsat

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Sanki ortalık süt limanmış gibi bir de savaş eklendi küresel bilmeceye. Üstelik yakın coğrafyamızda ve iki tarafı ile de sıkı ilişkiler içinde olduğumuz bir savaş. Hem enerji, gıda ve savunma eksenlerindeki dış ticaretimiz, hem de cari açığı dizginleme bağlamında başlıca umudumuz olan turizm gelirlerimiz yönünden, henüz elimizdeki kördüğümleri halletmemişken, yeni sorun yumaklarımız oldu. Gerçi nasihatları pek iplemeyen bir ülke olarak bu musibetin bazı yararlarını da gözden kaçırmayalım: Son yıllarda giderek daha fazla orta doğu jeopolitiğine bulaşarak terk ettiğimiz kimliğimizin Avrupa’ya bakan parçasını uyandırmak, böylece neredeyse donmuş durumdaki AB sürecini yeniden hareketlendirmek ihtimali bunların en önemlisi. Ayrıca devletimizin kurucularının uzak görüşlülüğü ve basiretiyle tevarüs ettiğimiz Montrö sözleşmesi sayesinde barış ve demokrasi cephesinin aktif bir oyuncusu olma fırsatı. Umarız stratejik kurguda hataya düşmeden bu fırsatı değerlendirebiliriz. Aşağıda açıklayacağımız gibi ekonomide ufkumuz aşırı kısalırken siyasette ufkumuz, üstelik uzun vadede ekonomik çıkarlarımızı da koruyacak şekilde, genişlemiş görünüyor.

Ekonomide ufkumuz bir aya indi

Ukrayna gerilimi, küresel çapta, gıda ve enerji fiyatlarının yükselmesine, tedarik zincirlerindeki aksamanın artmasına ve Rusya’ya uygulanacak yaptırımların boyutuna göre finansal piyasaların daralmasına yol açacak. JP Morgan şimdiden küresel büyüme tahminini 1 puan düşürüp enflasyon tahminini 1 puan arttırdı. Rusya’nın borç ödemesinde temerrüde düşme ihtimali arttı; CDS primi 900 puanı aştı. Rus şirket tahvillerinin değeri çok düştü, ruble de Avrupa takas sisteminin dışına çıkarıldı. Rus bankaların çoğunluğunun Swift sistemi dışında bırakılması Rusya ile yapılacak dış ticaret ödemelerini zora sokacak, tıpkı İran’da olduğu gibi dolaylı ve pahalı hale getirecek. Bu durum bizim için de gıda ve enerji ithalatı, turizm ve ihracat gelirleri yönünden yeni külfetlerin ortaya çıkması demek.

İçeriye dönersek, vaktiyle Berat Albayrak’ın telaffuz ettiği ”enflasyonu göze alarak büyüme” politikasının, aslında çaresizlikten yükselmesine razı olunan döviz kuru ve ısrarla aşağıda tutulan politika faiz oranıyla geldiği yer dolarizasyonun daha da arttığı yapışkan bir enflasyon konjonktürü. Ukrayna’nın işgali bunun üzerine gelen acı bir sos gibi. Ocak ayında TÜİK’e göre %54’ü ( bağımsız uzmanlara göre %100’ü) aşan enflasyonun, daha da yukarıda olan üretici fiyatlarının yansımasıyla yıl boyunca daha da artacağı açık. Savaşın yol açtığı maliyet artışları buna bir ivme katacak. Turizm’de de büyük kayıp olacağı kesin. Kamu yönetiminde mevcut risklere bile, muhtemelen banknot matbaasına güvenilerek, tedbir alındığını söylemek zor: Rezerv biriktirmek yerine döviz satılıp kurlardaki oynaklık önlenmeye çalışılıyor. Oysa Rusya’nın bile savaş öncesinde 640 milyar dolarv rezerv oluşturduğunu görüyoruz.

Öte yandan yılın ilk iki ayında dış ticaret açığının geçen yılın neredeyse üç katına ulaşarak 18 milyar dolar’a ulaşmış olması, son modelimizin ana dinamik olarak gördüğü “ihracatla cari açığı azaltma” hedefini de geçersiz kılmış durumda. İthalat faturasının ise savaşla birlikte daha da artacağı açık. Döviz kurunu sabitlemek için geliştirilen “Kur Korumalı Mevduat” uygulamasının kazanç kayıp faturası da net değil. MB bilançosundan anlaşılan, döviz satarak bu dengenin korunmaya çalışıldığı. İşin kötüsü, ekonomi politikasında şimdilik alınabilen tek kerteriz, KKM’ın ilk vadesinde yüklenilecek döviz maliyeti. Yani Nisan ayında. Bütün amaç o tarihe kadar bu maliyeti düşük tutmak için kuru kontrol etmek. Ufkumuz bir aya inmiş bulunuyor. Sonrası için de yüksek CDS puanı ve negatif net rezerv dolayısıyla birşey söylemek zor.

Büyüme illüzyonuna devam

Büyüme konusunda da hep bir illüzyon yaratarak kendimiz avutuyoruz. Tıpkı kişi başı geliri ya da nüfusu üç kat arttırmadan ilk 10 ülke arasına giremeyeceğimiz açık olduğu halde iş dünyası dahil hep birlikte inanmış göründüğümüz gibi gerçekleşen büyümeleri de yol açtığı sorunlara ve başta enflasyon olmak üzere maliyetlerine bakmadan salt nominal oran olarak alıyor ve kişi başı geliri bizim 6-7 katımız olan ülkelerdeki doğal olarak düşük, ama enflasyon da çok düşük olduğundan daha reel büyüme oranları ile kıyaslayıp seviniyoruz.

2021 için TÜİK’in açıkladığı yıllık büyüme %11 ama yine TÜİK’in Aralık ayındaki yıllık enflasyon düzeyi %36, yani reel anlamda bir küçülme sözkonusu. Kişi başı gelirde ulaştığımız düzey yani 9539 dolar ise, 2013’teki zirve bir yana, 2007’deki 9735 dolar’ın da altında. 2013’te vardığımız 12.6 bin dolar düzeyinden giderek uzaklaşsak da 2018’e kadar 10 bin dolar’ın üzerinde kalmıştık. Sonrasını biliyorsunuz: Faizi düşürme takıntısı ve kendi ellerimizle derinleştirdiğimiz döviz tuzağı.

Orta Vadeli Program’a göre bu yılki kişi başı gelir hedefi de yaklaşık 10 bin dolar. Döviz kuru bir mucize ile %30’dan fazla düşmez ya da gemi azıya almış enflasyon daha da çıldırtılmazsa bunun gerçekleşmesi imkansız. Kaldı ki enflasyon döviz kurunu sürekli yukarı itecek. Döviz kurunu, risk primini ve enflasyonu düşürüp rezervleri arttıracak bir gelişme ya da politika işareti ortada yok. Tek umut, Ukrayna savaşı ile yükselen risklerin bir dönüm noktası olarak algılanıp yakalanan siyasi fırsat paralelinde rasyonel ekonomik rotaya dönülmesinde.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar