Erken düzeltme ve azalan esneklik

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Daha geçen ayın sonunda hem faizin hem döviz kurunun baskılandığı, sadece kredilendirme ile ekonomide canlılığın sağlanmaya çalışıldığı mevcut politika yörüngesinin artık kırılma emareleri gösterdiği, haziran ve temmuzda güçlükle sürdürülen göstergelerdeki hareketsizliğin istikrara değil, fırtına öncesi sessizliğe işaret olabileceğini, sonbaharda bir dizi sert düzeltme ile karşılaşabileceğimizi belirtmiştik. Ne var ki dengelerin o kadar beklemeye de izin vermeyecek kadar kırılganlaştığı, önce döviz kurunda bir sıçrama, ardından piyasa faizlerinde yükselme eğilimi ile ortaya çıktı. İki kritik göstergenin birlikte kontrol edilmesinin mümkün olmadığı belliydi, ama bunun bu kadar çabuk patlaması beklenmiyordu. Anlaşılan TL faizinin uzun süre reel olarak negatif olmasının ivmelendirdiği dolarizasyon bir yandan, ekonomi daralırken enflasyonun yükselmesi diğer yandan TL değerinde aşağı, döviz değerinde yukarı yönlü basıncı son haddine getirmiş. Bu nedenle dengeyi sağlamak içn arttırmak zorunda kalacağımız faiz de daha yüksek olacak. Oysa hatalı politikalardan kendi kararımızla daha önce vazgeçmiş olsaydık daha ılımlı bir faiz artışı ve daha düşük döviz kuru yeterli olabilecekti. İşin kötüsü gereken adımları atma konusunda hala kararsızlık gözleniyor.

Güven sorunu ve hatada ısrarın maliyeti

Hep söyleyegeldik, kırılganlığı ve riskleri azaltmak için ilk adım “güven inşası” idi. Öncelikle de iç ve dış yatırımcılara verilecek güven. Öyle ki güven sadece enflasyon, büyüme ve ihracat performansı açısından değil, aynı zamanda bu amaçlarla başvurulan diğer tedbirlerin ve katlanılan maliyetlerin boşa gitmemesi açısından da gerekliydi. Oysa bu ön koşul, son yıllarda uygulamaya konan irili ufaklı onca politika sürecinde maalesef hiç bir zaman öncelikler arasına konmadı. Bu ihmalin sonuçları neredeyse her alanda karşımıza çıkıyor: Net sermaye girişi olmadığı gibi ülkeden ciddi bir sermaye çıkışı söz konusu, düşük faizle verilen kredilerin önemli bir bölümü borç kapamaya ve döviz alımına gidiyor, döviz mevduatını caydırmak için peş peşe alınan tedbirlere rağmen mevduatın yarısını ve TL mevduatı aşması engellenemiyor, ekonomi daralırken cari açık yeniden baş kaldırıyor, bütçe açığı artarak devam ediyor ve döviz rezervleri tükeniyor. Hadi diğerleri kapsamlı politika değişiklikleri gerektiriyor, ama döviz ile ilgili düzenlemelerin bütün olumsuz gelişmelere rağmen tasarrufunu banka sisteminde tutarak önemli bir çıpa işlevi gören mevduat sahiplerinin de güvenini zayıflatıp sistem dışı çözümler aramasına yol açabileceği belli. Belli olmayan bundan ne beklendiği. Tıpkı sonu açık olduğu halde kuru bir kaç ay sabit tutmak için büyük rezerv kaybının neden göze alındığının belli olmadığı gibi. Daha tam iki yıl önce aynı deneyimi yaşadığımız halde doğrudan politika faizini arttırmak yerine gecelik fonlama faizi ile yani yüzde 9.75 ile örtülü artırım yapılması gibi. Enflasyonun altında mevduat faizi yetmezmiş gibi bir de aktif rasyosu ile özel bankaları mevduat toplamaktan caydırarak TL mevduatın nasıl arttırılacağı da başlı başına bir soru işareti idi zaten. Kısaca hiç değilse mevzuat düzenlemesi gibi kontrolümüz altındaki alanlarda gerçekçi ve rasyonel davranmıyoruz ki hasarı sınırlayalım!.. Zaten yeterince fazla olan risklerimize yenilerini eklemeyelim!..

Aslında kural açık: Dış borcunuz ister kamu ister özel kesimin sırtında olsun yüksekse, kronik ve yapısal cari açığınız varsa ve Merkez Bankası döviz rezervleriniz sınırlıysa başka amaçlarla yürüteceğiniz politikalarda döviz kurunda bir şoka yol açmamak için çok temkinli davranmak zorundasınız. Ülke riski ve güven eksiği nedeniyle zaten unutmuş olduğumuz doğrudan yatırım bir yana , faiz düşüklüğü ve rezerv yetersizliği nedeniyle çıkmak için fırsat kollayan yabancı portföy yatırımcılarına kolaylık sağlayacak kur hareketsizliği için kalan rezervleri de eritmek, bu arada kamu bankalarını açık pozisyona sürüklemek, düşük faizli tüketici ve konut kredilerini tırmandırarak ithalatı ve döviz talebini körüklemek, üstelik bunları turizmin ve ihracatın daraldığı bir süreçte yapmak hiç de temkinli bir tavrın belirtileri sayılamaz oysa. Bunların üstüne virüs pandemisi nedeniyle verilecek destekler için de hep önemli olduğunu vurguladığımız bütçe revizyonu ile kaynak yaratma ve yüksek tutarlı döviz temini yerine kredilendirmeye hız vermeyi tercih ettik. Şimdi bu politikaların hepsinden, istemeyerek de olsa , vazgeçmek zorunda kalacağız. Fark şu ki bu arada normalden ve gerekenden çok daha fazla kayba uğramış olacağız. Öncelikle de güven kaybını ve risk primini karşılayacak ölçüde bir faiz artışı gerekecek.

Korona ve istihdamda kara bulutlar

Virüs cephesinde de bayram sonrası haberler maalesef iyi değil. Bazı illerde vaka sayısı tehlikeli tırmanış gösteriyor. Yani bazılarının savunduğu gibi bu yönden normalleşme sürecinin başladığını iddia etmek de zor. Koronanın henüz resmi işsiz olarak görünmeyen ciddi bir gizli işsiz ordusu yarattığı düşünülürse krizin önümüzdeki dönemde bu boyutuyla yoğunlaşması ihtimali de yüksek. İstihdama katılmayan, yani iş aramayanların da giderek yükseldiği dikkate alınırsa yeni yılda sosyal bir kriz ile de yüz yüze kalabiliriz. Bu konunun daha da uzun vadeli olumsuz yönleri var: Biri iş aramayanlar ile Korona nedeniyle gizli işsiz durumunda işten uzak kalanların bilgi ve beceri kaybı kaybına uğraması, ikincisi de son LKS ve YKS sınavlarında görüldüğü gibi eğitim sistemimizde ve öğrenci başarısında ortaya çıkan büyük düşüş. Bu durum hem istihdamın, hem de büyümenin sürdürülebilirliği yönünden ekonominin geleceği bağlamında büyük handikap oluşturacak gibi.

Enflasyonun altında yani negatif reel faiz ile TL’nin değerini korumak ve TL mevduatı arttırmak nasıl mümkün değilse, para ve maliye politikalarında ve genel olarak kurumsal ekosistemde öngörülebilirlik ve saydamlık sağlamadan dış kaynak sağlanması da mümkün olmayacak . Reel sektörde uzun zamandır, kamu kesiminde ve hane halkında da son zamanlarda artan borç yükünün hala çözüm bekleyen bir sorun olduğu da açık. Son kur sıçraması da gösteriyor ki, temel kırılganlıkları görmezden gelerek taktik manevralarla dengeleri sağlamak artık işe yaramayacak kadar kısa sürelerle mümkün olabiliyor. Ancak bu tercihin tekrarlanmasının her defasında ekonominin iç dinamiklerini ve en avantajlı özelliklerinden biri olan esnekliğini zayıflattığını akıldan çıkarmayıp daha fazla hata yapılmaması zorunlu.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar