Yapısal reformlar ekonominin yapısal değişimini hedeflemeli  

Faruk TÜRKOĞLU
Faruk TÜRKOĞLU Dün, Bugün, Yarın

Kültür, strateji, postmodernizm gibi bazı kavram, akım ve olguların tanımlanması çok zordur. Bu nedenle her düşünürün ilgilendiği konu ile ilgili olarak verdiği tanım farklı olur. Cemil Meriç, bir kitabında örneğin kültür kelimesinin birbirinden farklı 161 manasının bulunduğunu yazmıştı. Son yıllarda çok sayıda tanımı olan süreçlerin ve kavramların arasına “yapısal reform”da katıldı.

İstikrar ve kalkınma sorunları ile ilgilenen her ekonomistin yapısal reform konusunda farklı bir tanım yaptığı gözlemleniyor. Bir yapısal reform paketinin hangi konuları kapsaması gerektiği konusunda da görüş birliği sağlanamıyor. Yapısal değişim, kurumsal dönüşüm gibi kavramların analize katılması ise konuyu aşağıda da görüldüğü gibi daha da karmaşık hale getiriyor:

Bir bölüm ekonomist, yapısal değişim ile yapısal reformun birbirinden çok farklı olduğu görüşünü savunuyor. Yapısal reform teriminin kısa ve orta vadeli, yapısal değişimin ise uzun vadeli önlemleri kapsadığı düşünülüyor.

Önerilen yapısal reform paketlerinde sektörlerin teknolojik yoğunluğunun (upgrading) ve ekonominin genel teknolojik düzeyinin yükseltilmesi hedeflerine nadiren yer veriliyor. Paketi içinde yer verilmiyor.

Ulaşılması en az 10-15 yıllık bir süre gerektiren ekonominin yapısal değişimi hedefine, kur artışları ile kısa sürede ulaşılacağı görüşünü, bu tür hayali hatta saçma fikirleri ciddi ciddi savunan ekonomistler de görülüyor.

Yapısal reform önerilerinin olumlu yönünü ise adil bir hukuk sisteminin kurulması, ihale sisteminin rekabeti sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi, tarımda verimliliğin artışı ve eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması gibi konuların yer alması oluşturuyor.

Yapısal reform paketinin unsurları

Yapısal reformların temel amacı Türkiye’nin bir ileri teknoloji ülkesi haline getirecek yapısal değişimi gerçekleştirmek olmalıdır. Yapısal değişimi hedeflemeyen yapısal reformlar kısa vadede olumlu sonuçlar verebilir ama orta vadede sorunlar çözümsüz kalır. Yapısal reform paketi aşağıdaki konularda alınacak önlemleri içerdiği takdirde istikrarlı büyüme ortamına kavuşmak mümkün olabilir:

- Perspektif plan: Yapısal değişimi hızlandırmak için planlama araçları kullanılabilir. 2024-2028 dönemini kapsayan 12. Beş Yıllık Planı’nın ilk bölümünde yer alacak 15 yıllık bir perspektif plan güven ortamının kurulmasına katkıda bulunur. 2024-2038 dönemini kapsayacak bu planda bir uygulama takvimine yer verilmesi ise güveni daha da pekiştirir, kırılganlığı azaltır. Bu tür bir uygulama, planlama döneminin başlangıcında 1963-1977 dönemi için yapılmıştı.

- Temel bilimlere öncelik: Çıkarılacak bir Temel Bilimleri Geliştirme Yasası ile matematik, fizik, kimya, jeoloji, astronomi ve diğer bilim dallarında mevcut öğretim ve araştırma potansiyelinin verimli kullanılması ve yeni kurumların oluşturulması amaçlanmalıdır.

- Yeni nesil araştırma enstitüleri: Bilimsel araştırma ve teknoloji alanlarında, yalnız tek bir konuya veya ürün sınıfına odaklanmak üzere kurulan enstitüler devlet, özel sektör-üniversiteler ve girişimciler arasındaki işbirliğini en verimli şekilde gerçekleştirebilir. ABD’de yeni açılan enstitülere, girişimciliğe ilk adımını atmış proje sahibi gençlerden büyük holding sahiplerine kadar her iş insanı üye olabiliyor.

- Kapsamlı bir büyüme stratejisi: Bir dönem Coca Cola’da üst düzey yöneticilik yapmış olan Muhtar Kent: 2012’de şu uyarıyı yapmıştı. “Milli geliri 5 bin dolardan 10 bin dolara getiren plan, proje vizyon bizi 10 bin dolardan 20 bin dolara götüremeyecek. Çok daha farklı şeyler gerekiyor.” Kent’in bu uyarısı dikkate alınmadı ve yeni bir büyüme stratejisi hazırlanamadı. Kapsamlı bir stratejinin yerine son 20 yılda kısa vadeli ve dar kapsamlı 27 kısa vadeli program, strateji, yol haritası, eylem programı ve benzeri belgeler açıklandı ama bunlar istikrarlı bir büyüme ortamının kurulmasını sağlayamadı. Yeni dönemde bir yapısal reform programının ana ekseninde muhakkak kapsamlı bir büyüme stratejisinin bulunması gerekiyor.

- Yeniden sanayileşme programı: Son beş yılda dünyanın ABD de dahil olmak üzere tüm büyük ekonomilerinde yeniden sanayileşme ve sanayiyi canlandırma planları uygulanmayı başlandı. Türkiye’de hazırlanacak bu tür bir program, tekstil-konfeksiyon, otomotiv, demir-çelikten ve beyaz eşya sektörleri dışındaki sektörlerin de üretim ve ihracatta atılım yapmasını hedeflemelidir.

- Sanayide devlete aktif rol: Yalnız teşvik ve yatırım çağrısı sistemi ile yetinen pasif (reaktif) devlet anlayışı yerine gerektiğinde fabrika ve şirket kuran proaktif devlet anlayışı hayata geçirilmelidir. Devlet özel sektörün tek başına girmekten çekindiği ileri elektronik, nanoteknoloji, biyoteknoloji, polimer kimyası ve benzeri alanlarda özel sektörle ortaklığa giderek yeni tür teknoloji KİT’leri de kurabilmelidir.

Güncel konulardaki reformlar

Tarım sektörü ve eğitim konusundaki reformlar, konunun tarafları ile görüşülerek ve dünyadaki gelişmeler izlenerek hazırlanabilir. Bu reformlar yukarıda sayılan reformlardan bir süre sonra gündeme getirilebilir. Güncel konulardaki aşağıdaki konularda ise çözümler mümkün olan en kısa sürede geliştirilmelidir:

- Para ve maliye politikası: Merkez Bankası’nın bağımsızlığının güvence altına alınması ve bu kurumun enflasyonu düşürmeye odaklanması fiyat ve kur istikrarına katkıda bulunabilir.

- Mevcut projelere hızlandırılmış destek: Yapımı devam eden bilim ve teknoloji projelerinden Filyos Endüstri Bölgesi, Trabzon Yatırım Adası, Karasu Münferit Yatırım Bölgesi ve Ceyhan Enerji İhtisas Bölgesinin kısa sürede tamamlanması sağlanmalıdır. Bir vakfın yürüttüğü Temel Bilimler Üniversitesi kurma girişiminin ve Bursa’da özel sektörün başlattığı TEKNOSAB (Bursa Teknoloji Organize Sanayi Bölgesi) projesinin en kısa lerine de destek verilmelidir.

- Gümrük Birliği’nin güncellenmesi: 27 yıl önce imzalanan Gümrük Birliği’nin değişen ortam ve koşullara uyum sağlayacak şekilde güncellenmesi ihracatta yeni bir artış ivmesi ortaya çıkarabilir.

- İkili dönüşümde sinerji: Dijital Dönüşüm ve Yeşil Dönüşüm programları, mükerrer faaliyetin önlenmesi, sinerji yaratılması ve kaynak tasarrufu sağlanması için bir arada yürütülmelidir.

“Yapısal uyum“ masalının 30 yılı ve boşa giden fedakârlıklar

Dünya ekonomisinin otoriter dörtlüsünün 1980 ile 2010 arasında ekonomisi i zor duruma düşen ülkelere yazdığı reçetede “yapısal uyum” adında tek bir ilaç vardı. Ekonomisi krizin pençesi altında kıvranan ülke yönetimlerine, ekonomiye mümkün olduğu kadar az müdahale etmeleri, mevcut kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT) özelleştirilmeleri ve dış ticaretlerini serbestleştirmeleri öneriliyordu. Yapısal uyumcu görüşe göre, bu öneriler uygulandığında “yapısal değişim” sağlanacak ve gelişen ülkeler ekonomiler “kendiliğinden” bir teknoloji ülkesine dönüşecek ve büyüme rotasına girecekti. IMF, Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ve Dünya Ticaret Örgütü’nden oluşan dörtlü, önerilerini uygulamayan ve özelleştirmede yavaş davranan ülkelere şantaj yapıyor ve IMF taahhüt ettiği kredi dilimlerinin ödemesini donduruyordu.

Ne var ki dörtlünün önerilerini ister istemez uygulayan ülkelerde ekonominin teknolojik düzeyi yükselemedi, büyüme hızları istikrarlı bir artış ivmesi yakalayamadı. Devletin IMF ilkelerine aykırı olmasına rağmen teknolojik ilerlemeyi hızlandıran önlemler aldığı, bilim ve teknoloji şehirleri inşa ettiği ve temel bilimlerdeki araştırma enstitüleri kurduğu, Güney Kore, Çin, Tayvan, Singapur ve Malezya gibi ülkeler ise cari işlemler açıklarını kapatıp uzun yıllar boyunca yüksek büyüme hızlarına ulaştı.

“Yapısal uyum” adına çok sayıda ülkede sert önlemler içeren kemer sıkma paketleri uygulandı, sosyal yardımlar azaltıldı ve yoksulluktan bahsetmek sefalet edebiyatı sayılarak küçümsendi.

IMF ancak yıllar geçtikten sonra yapısal uyum reçetesinden vazgeçti. Nisan 2014’te IMF’nin o dönemdeki başkanı Christine Lagarde geçmiş uygulamalar hakkındaki bir soruya şu cevabı vermişti: “Yapısal uyum mu? O benim dönemimden önceydi. Bunun ne olduğu konusunda bir fikrim yok. Biz artık böyle şeylerle ilgilenmiyoruz.

Lagarde’ın bu sözleri Türkiye’de IMF’nin baskısıyla uygulanan kemer sıkma paketlerinin ve halk kitlelerin katlandığı fedakârlıkların boşa gittiğini ortaya koymuştu.

IMF ve Dünya Bankası’nın baskıları Teletaş şirketinin özelleştirilmesi ile sonuçlanmış, şirket el değiştirdikten sonra geliştirilmemişti. Oysa 80’li yılların başında Teletaş ile birlikte atılım yapan Huawei devletin sahip çıkması sayesinde on binlerce işçinin çalıştığı bir teknoloji devine dönüşmüş, özelleştirilen Teletaş ise 400 işçi çalıştıran küçük bir şirket olarak kalmıştı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Geleceğe bakış 29 Ekim 2023