Yeni yılda oyun planı da yenilenmeli

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

2019 yılında, önceki yıllardan farklı olarak, ekonomideki sorunları sadece para politikası araçları ile aşma imkânı daraldıkça, kamu yönetimi de uzun zaman teşvik tedbirleri dışında uzak durduğu maliye politikası araçlarını devreye sokmaya hazırlanıyor. Daha doğrusu, kesintisiz seçim atmosferi nedeniyle iyice gevşetilmiş bulunan araçları sonunda yeniden sıkılaştırma ihtiyacı hissediliyor. Ne var ki yavaşlama nedeniyle yeniden büyüme patikasına girmekte zorlanan ekonomide düşük güven endeksini ve azalan yatırım hevesini düzeltecek kapsamlı ve tutarlı bir politika seti kararlılıkla hayata geçirilmedikçe, yükselen bütçe açığını karşılama amacıyla yani reaktif olarak yürürlüğe konacak münferit tedbirlerin kalıcı bir düzelme yaratması zor. Üstelik gelişmiş ülkelerin aksine bizde enflasyon da kronik bir nitelik taşıdığı ve baz etkisiyle kısa bir süre için tek haneye inse de çift haneli rakamlarda takılı kaldığı için sıkılaştırıcı politikaların durgunluğu daha da derinleştirmesi riski var. Kısaca bu yılın sonu yaklaşırken artık uygulanma şansı azalan mevcut politikaların ciddi bir revizyondan geçirilmesi ve böylece yatırımcıların, piyasa oyuncularının ve tüketicilerin beklentilerini olumlu yönde değiştirecek bir ortamın yaratılması zorunlu hale geliyor.

Maliye politikası ve kayıt dışı totemi

Nitekim daha önce de yazdığımız gibi, uzunca bir dönem ekonominin çıpası işlevini gören bütçe dengesinde son yıllarda ortaya çıkan bozulma trendi artarak sürüyor. 2019 için bütçede öngörülen 80.6 milyar TL açık, vergi gelirlerinin bütçe harcamaları ölçüsünde artmaması yüzünden ve bunu telafi için Merkez Bankası’ndan aktarılan toplam 70 milyarı aşkın düzeyde kâr payı ve yedek akçe ile kamu bankası karlarına rağmen, daha onuncu ay sonunda 100.7 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Şimdi de Merkez Bankası’nın döviz pozisyonundaki fazlanın döviz kurundaki değerlemeden doğan karşılığının, henüz realize edilmemiş bir kazanç olmakla birlikte, Hazine’ye gelir yazılması gibi alışılmamış bir başka yöntemin hazırlığının yapıldığı söyleniyor. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz yılın küçülme ile sonuçlanmasını önlemek için fazlasıyla gevşetilmiş bulunan maliye politikasının artık sıkılaştırılması kaçınılmaz görünüyor. İşin harcama bacağında, yükümlenilen hukuki ve siyasi taahhütler nedeniyle, manevra alanı dar gibi görünse de kaynakların tahsisi yönünden bazı rasyonel düzeltmeler yapmak mümkün. Daha muhtemel görünen vergi bacağında ise, uygulama kolaylığı olan dolaylı vergileri ve harçları, toplam içinde zaten yüksek olan paylarını büyütmek ve enflasyonu körüklemek pahasına, daha da arttırmak yerine kazanç vergilemesinde başta kentsel rantlar olmak üzere vergi dışı bırakılmış ya da kayıt dışı olduğu için vergi dışı kalmış alanları sisteme katmak gerekirken, kayıt altındakilerin yükünü arttırmanın tercih edileceği anlaşılıyor.

Burada karşımıza çıkan bir ikilemden de söz etmekte yarar var. Çoğu zaman açıkça telaffuz edilmese de, Türkiye ekonomisinin kesintili de olsa büyüme yeteneğinin ve krizlerdeki dayanıklılığının arkasındaki önemli dinamiklerden birinin kayıtdışılık olduğuna inanılır. Yakın geçmişte OECD’nin Türkiye ile ilgili bir araştırma raporu bunu objektif bir biçimde ortaya koyuyor. Rapor’a göre: “ Ekonominin ağırlığı ve büyüme ivmesi, kısmen kayıt içindeki - orta ve küçük boy- aile şirketlerinde. Ancak istihdamın da büyük bölümünü sağlayan bu şirketlerin nitelikli işgücüne ve finansa erişimi sınırlı, verimlilikleri düşük, makroekonomik göstergelere duyarlılığı fazla. Ayrıca düşük veya orta teknoloji kullandıkları için üretimlerindeki katma değer düzeyi yetersiz.” Yani kayıtdışılık, kısa vadede bir esneklik ve ayakta kalma gücü sağlasa da, uzun vadeli bir yapısal dönüşümün ve bir üst lige yükselme özleminin önünde bir handikap. Ben, vergi sisteminin lafa gelince herkesin çarpık bulduğu yapısının, kayıt dışının bu işlevine olan inançtan ve bu nedenle reforma isteksizlikten kaynaklandığı kanısındayım. Önümüzdeki dönemde bu ikilemi de masaya yatırmak ve çözümlemek zorundayız.

Reel kesimde sorun çok boyutlu

Geldiğimiz noktada, üç ay içinde 1000 baz puanlık bir faiz indirimine rağmen kredi hacminde bir artış olmaması, kredi arzında da talebinde de bir hareketlenme görülmemesi hem bankaların hem de kredi müşterilerinin yani reel kesimin ve hane halkının iş yapma ve borçlanma hevesinin olmadığını doğruluyor. Döviz mevduatının, başta artırılan stopaj olmak üzere alınan caydırıcı önlemlere rağmen, azalmaması da, kamu yönetiminin e- haciz gibi uygulamalarla baskısına karşılık tahakkuk eden vergilerdeki tahsilat oranının değişmemesi de bir yandan güven eksikliğine, diğer yandan ödeme kapasitesinde aşınmaya işaret ediyor. Borsa’daki reel kesim firmalarının ilk 9 ay mali tabloları üzerinden yapılan bir araştırma, toplamın yarısını oluşturan 100 milyon TL cironun altındaki küçük ölçekli şirketlerin kârının geçen yıla göre %121, toplamın üçte biri olan orta boy şirketlerin kârının %1028 oranında azaldığını, toplam hasılatın ancak %15,8’ini elde eden bu şirketlerin toplam finansman giderlerinin ise %29’unu yüklendiğini ortaya koyuyor. Kâr düşüşü ve borç yükselişinin orta boy firmalarda daha yoğun yaşanması da, şirketlerimizin tek sorununun ölçek olmadığını, verimlilik ve teknoloji düzeyinin da en az o kadar ağırlık taşıdığını gösteriyor. Reel kesimde yapısal dönüşümün gecikmesinin eninde sonunda kamunun sırtında bir yük haline dönüşeceği de ayrı bir gerçek.

Yaptığımız tercihlerin doğrudan ve dolaylı sonuçlarını öngörerek ve borç krizine köklü bir çözüm getirmeden kredi genişlemesine dayalı mevcut politika setinin küresel finans piyasalarınca finanse edilmek istenmediğini anlayarak, ülkeyi yeniden yatırım cazibesi olan bir ortama kavuşturmak, şirketlerimizi ortaklıklara/işbirliklerine yönlendirmek ve böylelikle verimliliği ve teknoloji düzeyini yükseltmek, bu arada eğitime ve araştırmaya ayrılan kaynakları arttırmak yeni oyun planının zorunlu unsurları olarak kendini dayatıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar