Deprem sonrası enflasyonla mücadele

Kahramanmaraş merkezli depremler sadece onbinlerce canımızı almadı, ekonomiyi de derinden etkiledi. Süreç, enflasyonla mücadeleyi iyice kritik hale getirdi. Peki, bu konuda neler yapılabilir? İşte 'Çözüm Arenası NASIL'da Hakan Özyıldız'ın önerileri…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Deprem sonrası enflasyonla mücadele

Yüksek enflasyonun sosyo-ekonomik yapıda yarattığı yıkımlar bu yazının konusu değildir. Özellikle dar ve sabit gelirlerin alım gücünü düşürüp, yoksullaşmalarını hızlandırdığını tartışmaya gerek yok. Bunun farkında olan, siyasetçisinden akademisyenine ilgililer, enflasyonla nasıl mücadele edileceğini tartışıyor. Her sosyal olayda olduğu gibi, farklı çözüm önerileri ve öncelikler yazılıyor, konuşuluyor.

Türkiye, geçmişinde uzun süreli yüksek enflasyon deneyimi yaşayan bir ülke, 2001 krizinden sonra hayata geçirilen bazı yapısal değişiklikler ve dışarıdan gelen döviz akımlarının etkisiyle düşük enflasyon düzeyi de görüldü. Ancak geçen yıl TÜFE, tekrar yüzde 85’lere kadar çıkan oranları yeniden gördü.

Nedenlerini daha iyi anlayabilmek için biraz geriye giderek kısa bir değerlendirme yapmaya çalışayım.

Ekonominin en önemli yapısal sorunlarından olan cari açığı en aza indirebilmek için yıllardır “rekabetçi kur” (değersiz TL) politikası izleniyor. Rekabetçi olduğu düşünülen kurun, ihracata olumlu etkisi olduğu varsayılıyor. Bu durum diğer sorunu etkiler; üretim/ arz tarafında dışa bağımlılık nedeniyle girdi maliyetlerini artırıyor. Artış özellikle talep esnekliği az olan ürünlerin tüketici fiyatlarını tetikliyor.

“Rekabetçi kur” (Değersiz TL), aşırı dolarlaşmış ekonomide sadece fiyatları değil, dövizli borcu zirvelerde dolaşan Hazine’yi ve şirketleri de olumsuz etkiliyor. Döviz geliri olmayan şirketler ve Hazine’nin, borç geri ödemek için daha fazla TL’ye ihtiyaçları oluyor. Şirketler bu maliyeti de fiyatlara yansıtmaya çabalıyorlar.

Kurdaki hareketler, dışa bağımlılığı kaçınılmaz olan enerji girdisinin fiyatlarını da yukarı çekiyor. Isınma ve ulaştırma fiyatları aynı yönde hareketleniyor. Bunlara, içeride plansız üretimi önceleyen tarımsal destekleme politikalarında yapılan yanlışların sonucunda tarımda dışa bağımlılık oranlarındaki artışları da eklemek gerekir.

Sıcak para çıkışlarına müdahaleler yetersiz kaldı

Bu bağlamda, yurt dışında yerleşiklerin döviz hareketlerine bakarsak... Bıyıklı/bıyıksız yabancılar, Mayıs 2012- Mayıs 2013 arasında, hisse senedi ve borçlanma tahvili almak için, her ay için önceki 12 ayın birikimli toplamı olarak, Türkiye’ye 37 milyar dolar getirdiler. Bu tutar Ekim 2015’te negatife döndü. Ardından döviz girişleri 2018 yılındaki Rahip Bronson krizine kadar pozitifti. Sonrasında tekrar inişe geçti.

Döviz akımlarındaki böylesi dalgalanmalar kurlarda da benzer hareketlendirmeler yarattı. Sıcak para çıkışlarının yarattı dalgalanmaların etkisini azaltmak için, önce TCMB döviz rezervleri kullanıldı. Ancak bu yetmedi. Ardından bir de Merkez Bankası’nın politika faizleri düşürülünce kurlar tutulamaz oldu. Dolar 9 liralardan 18 lira düzeyine çıktı. Kur Korumalı Mevduat (KKM) ve diğer makro ihtiyati önlemler ile tırmanışa geçen dolar paçasından yakalandı. Ancak o da yeterli olmadı ki, Merkez Bankası, “Firmalar yurda getirdikleri yurt dışı kaynaklı dövizlerinin en az yüzde 40’ını TCMB’ye sattıktan sonra getirilen dövizin kalan kısmını kur korumalı dönüşüm hesabında değerlendirebilecek ve verdikleri taahhüt karşılığında Türk Lirası’na çevrilen tutarın yüzde 2’si kadar döviz dönüşüm desteği alabilecektir.” açıklamasını yaptı. Diğer bir deyimle kısmen “katlı kur” uygulamaya başladı. Dalgalı kur sisteminden adını tam olarak koyamadığım bir kur sistemine geçilmiş oldu. Bunlar enflasyonu arz tarafından etkileyen faktörler.

Talep tarafından etkileyenlere gelince; Gelir dağılımındaki bozulma nedeniyle, önceki yıllara oranla fazla etkili oldukları söylenemez. Yine de hanelerin kredi kartı kullanımları ve ihtiyaç kredilerindeki artışlara bağlı olarak azımsanmayacak etkileri olduğunu kabul etmek gerekir. Özellikle pandemi döneminde, ihtiyaç sahiplerine doğrudan yardım yapmak yerine, kredi dağıtıp haneleri, esnafı ve KOBİ’leri borçlandırma seçeneği tercih edilince bu kesimlerin borçlarında hızlı artışlar gözlendi. Örneğin 2019 sonunda 585 milyar lira olan hanelerin toplam bireysel kredi (ihtiyaç ve kredi kartı) borcu, 2022 sonunda 1 trilyon 759 milyar liraya çıktı. Kredilerdeki artış bir yandan tüketimi diğer yandan döviz, altın ve gayrimenkul olmak üzere varlık fiyatlarını tetikledi. Yani, mal ve hizmet fiyatları enflasyonu ile varlık fiyatları enflasyonu aynı anda yaşanır hale geldi.

Depremlerinin etkisi ve maliye politikası

Korkunç yıkım etkisi bırakan ve çok geniş bir alanda etkili olan Kahramanmaraş depremleri, zaten var olan maliye politikası sıkıntılarını daha da büyütecektir. Depremler olmasaydı bile önümüzdeki yıllarda yüksek bütçe açıkları bizi bekliyordu. Ne demek istediğimi biraz açayım.

Bütçe açığı, genellikle gelirler ile harcamalar arasındaki fark olarak hesaplanır. Konuya kamu borçlanma ihtiyacı açısından bakınca, Bütçe Açığı = Faiz dışı denge - Faiz ödemeleri, formülüyle hesaplanır. Eğer para politikasına destek olmak için yüksek bütçe açığı verilmesi istenmiyorsa, en azından faiz harcaması kadar faiz dışı fazlaya ulaşılması gerekir. Oysa oldukça muhafazakâr varsayımlarla hesaplanan Hazine projeksiyonlarına göre, iç borç ödemelerinin toplamı, cumhuriyet tarihinde ilk defa anapara borçların (borç stokunun) üzerine çıktı. Bu bağlamda gelecekte yüksek bütçe açıkları bizi bekliyor.

Örneğin Orta Vadeli Program’a göre bu yıl 566 milyar lira olan faiz ödemesi, gelecek yıl 698 milyar liraya 2025’te 775 milyar liraya çıkacağı tahmin ediliyor. Bu kadar yüksek faiz dışı fazlaya ulaşmak bu konjonktürde imkânsız. Popülist seçim harcamalarına depremlerin yıkıcı sonuçlarını da eklerseniz, bu yıl bütçe açığının beklenenden fazla olması kaçınılmaz. Gelecek yıl mart ayında yapılacak yerel seçimleri de dikkate alınca kamu dengelerinin kısa zamanda düzelmesi beklenmemeli.

Bunların yanı sıra, Kredi Garanti Fonu (KGF), Türkiye Varlık Fonu (TVF), Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinin garantileri ve TOKİ yükümlülükleri gibi bütçe dışında biriken yükleri unutmamak gerekir. Bu durumda maliye politikasının, enflasyonla mücadeleye ne kadar yardımcı olabileceği tartışmalı hale gelmektedir.

Kur dalgalanmalarının kalıcı olarak durdurulamadığı bir ortamda, maliye politikası tarafından da yardım alamayan para politikasının, sadece politika faizi aracıyla enflasyonu düşüreceğini beklemek büyük bir yanlıştır.

O zaman hukukun üstünlüğünü sağlayan Adalet Reformu, mesleki eğitimi öne çıkaran Eğitim Reformu, kayıtdışılığı azaltan ve doğrudan vergilerin payını artıran Vergi Reformu, tarımsal üretimde kooperatifçiliğe dayalı planlı üretimi esas alan destekleme modeli, sınai üretimde dışa bağımlılığı azaltan bir teşvik sistemi, finansal sistemde olası kırılganlıkları azalacak bir gözden geçirme vb. birlikte uygulanacak sıcak para girişlerini düzenleyen bir kambiyo rejimi, enflasyonun artış hızını kesebilir. Böylelikle çok uzun olmayan vadede tek haneli düzeylere inmesi beklenebilir.

 Ne yapmalı?  Enflasyonun artış hızını kesecek öneriler

İlk akılda bulundurulması gereken, 2018 döviz şokunun ardından yaşanan COVID-19 salgını ve Rusya- Ukrayna savaşının yarattığı olumsuzluklar yetmezmiş gibi Kahramanmaraş’ta yaşanan devasa felaketin ekonomide yarattığı ve yaratacağı olumsuzluklar zinciri olmalıdır. Böylesi bir ortamda can acıtıcı önlemler olmadan başarı sağlanabilmesi, sonuç elde edilebilmesi oldukça zordur. Ancak yine de bir yerden başlamak gerekiyor.

Yatırımlar “rekabetçi kur” yerine “akılcı teşvik politikası” ile desteklenmeli

Depremin yararlarının sarılması, kaçınılmaz olarak öncelikli olacaktır. Hemen ardından önceliğin dışa bağımlı üretimi esas alan bir teşvik ve kredi sistemine verilmesi gerekecektir. Yatırımlarda ithal ikameci ve ihracata yönelik olanlara mutlak bir pozitif ayırımcılık uygulanmalıdır. Bu tür yatımlar, “rekabetçi kur” yerine “akılcı teşvik politikası” ile desteklenmelidir. Daha önemlisi, aşırı dolarlaşmış ekonomide TL politika faizlerinin etkisinin fiyat kararlarının alınmasındaki yerini aşındırdığı unutulmamalıdır. İthalata bağımlı üretim yapısı nedeniyle karar alıcılar, TCMB’nin faiz kararlarından çok Fed ve Avrupa Merkez Bankası’nın gözüne bakmaktadır. Dolayısıyla öncelikle bu bağın etkisinin tamamen yok edilemeyeceği gerçeğini aklımızda tutarak, zayıflatılmasına yönelik adımların atılması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır. Bu bağlamda doğrudan yabancı sermeye girişleri teşvik edilirken, sıcak paranın girişlerine sınırlamalar konusu önemle ve ivedilikle ele alınmalıdır. Kapsamlı, nakış gibi işlenmiş bir yapısal değişim programının içinde sıcak para girişleri ve dövizli işlemlere yönelik makro ihtiyati politikalar birlikte değerlendirilmelidir. Girişler denetlendikten sonra, finansal sistemin dövizli işlemleri dikkatle organize edilmelidir. Böylesi kararlar bir gecede alınmamalı, tüm sosyal ve ekonomik taraflar uzun sürmeyecek bir süre zarfında, kararların sonuçlarına hazırlanmalıdır. (“Sermaye hareketleri kontrolü mü, makro ihtiyati önlemler mi?” başlıklı çalışmama buradan ulaşabilirsiniz) Alt yapı hazırlıklarıyla beraber, başta TCMB olmak üzere tüm kurumsal yapılar güçlendirilmeli, araç bağımsızlıkları güçlendirilmelidir. Bu politika faizlerinin hızla yükseltileceği anlamına gelmemelidir. Ekonominin aşırı borçlu yapısı, ani faiz yükselişlerini kaldıramayacağı akılda tutulmalıdır. Böyle bir durumda haneler, şirketler ve hatta Hazine faiz yükü altında ezilecektir.



PORTRE- Hakan Özyıldız

Hakan Özyıldız, astsubay bir babanın ve ev kadını bir annenin çocuğu olarak Nisan 1956’da Bursa’da doğdu. 1966 yılında Ankara’ya gelen Hakan Özyıldız, Karşıyaka Celayir İlkokulu, Demetevler ortaokulu, Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdi. AÜ SBF (Mektebi Mülkiye’den) 1977 yılında mezun oldu. 1984-85 yıllarında ABD Boston’da Northeastern Üniveritesi’nde lisansüstü eğitim alan Hakan Özyıldız, Haziran 1978’de Uzman Yardımcısı olarak başladığı Hazine’deki kariyer yolculuğuna, Banka ve Kambiyo, KİT ve Kamu Finansmanı Genel Müdürlükleri’nde daire başkanı, genel müdür yardımcısı ve genel müdür olarak devam etti. Hazineyi Cenevre ve Londra’da temsil eden Özyıldız, 2001 krizinden önce müsteşar yardımcısı olarak görev yaptı. Ekim 2003’te emekli olduktan sonra uzun süre özel bir bankada danışmanlık yapan Özyıldız, Mülkiye’de yarı zamanlı ders veriyor. Evli ve üç çocuk sahibi olan Özyıldız'ın hakanozyildiz.com sitesinin girişinde paylaştığı Mahsuni Şerif'in “Düşünen Cahil Olmaz/Cahil kendini bilmez/ Can ölür fikir ölmez/Bırak ben konuşayım” dizeleri dikkat çekiyor.