Anlaşılmanın ötesinde anlamak…

Şeref OĞUZ
Şeref OĞUZ ÖNERİ - YORUM

Bugünlerde çoğu kişi “anlaşılamamaktan” şikâyetçi... “Kimse beni anlamıyor”, “Anlattıklarımı tekrar tekrar anlatmak durumunda kalıyorum”... Benzer cümleler kulaklarımızdan eksik olmuyor. Bu cümlelerin en sıkıcıları, öznenin ikinci tekil şahıs olanları, “Beni hiç anlamıyorsun!” 

Eşi tarafından sürekli anlaşılamamaktan şikâyetçi bir dostumun yıllar sonra boşandığını duyduğumda anlaşamamanın doğal sonucu olduğunu düşünüp, hiç şaşırmamıştım. Kısa bir süre sonra arkadaşım, dilini hiç bilmediği bir kadınla evlendi... Birbirleriyle aynı dili konuşana kadar ikisi de çok mutluydu. Arkadaşım, eşinin dilini konuşmayı ve anlamayı söktüğünde şiddetli geçimsizlikten ayrıldılar... 

AYNI DİLİ KONUŞTUĞUMUZ HALDE…  

Bazı şeyleri anlatmak zordur, Orhan Veli’nin dediği gibi kifayetsiz kalır kelimeler... Hiç gözleri doğuştan görmeyen birine güneşin doğuşunu anlatmayı denediniz mi? Ya da duymayan birine? Aynı dili konuştuğumuz halde neden iletişim kuramıyoruz? Belki de “anlamak” ve “anlaşılmak” konuştuğumuz dilden ve kelime dağarcığımızdan öte bir şey...           

İletişimde kelimelerden öte duygularımız da girer işin içine. Duygularımız girince de önyargılarımız... Önyargılar, kocaman bir duvar örer anlaşılmak isteyenle ve anlayanın arasına. Öyle ki çoğu zaman daha konuşmaya başlamadan karşımızdaki kişinin ne anlatacağından bile emin oluruz... Dinlemeden anlaşılmayı bekler, suçu; anlamayanların üzerine atarız.          

İKİ SORU İKİ CEVAP       

Yaşadığın yer mi anlaşıldığın yer mi?    

Alman mizah yazarı ve şair Christian Morgenstern, “Evin yaşadığın yer değil, anlaşıldığın yerdir” demiş. En çok, bizi anladığını düşündüğümüz ve kendimizi anlatabildiğimiz insanların yanında olmak istememizin bir sebebi olmalı. Siz ne kadar iyi anlattığınızı düşünürseniz düşünün başkalarının sizi anlayabildiği kadar anlatabilirsiniz. Anlaşılmak için anlatmak gerekli. Anlatabilmek için de iyi anlamak... Bilmem anlatabiliyor muyum?           

Usta, ne düşünüyorsun bu hususta?        

Ortalık ustadan geçilmiyor. Tesisat ustası, elektrik ustası, duvar ustası, inşaat ustası, siyaset ustası... Her hususta ustalaşmış yığınca ustamız var Allah’a şükür. Peki, bu durum beni neden rahatsız ediyor acaba? Fena mı? Yetişmiş insan gücü açığı olan Türkiye’de ustası bol bir toplum olmanın ne gibi kötü yanı olabilir? Aslında temel sorunlardan biri de bu ustalar olduğu gerçeğini akıldan çıkarmamak lâzım. 

NOT

USTA, ÖĞRENMEYE SON VERMİŞ KİŞİDİR 

Usta, öğrenme sürecini tamamlamış, yaptığı her neyse işi aşmış, konusunda artık otorite olmuş kişi demek. Peki, sorun nedir? Sorun şudur: usta, öğrenmeye son vermiş kişidir. Öğrenmeye son verince de bildikleri giderek işe yaramaz hale gelen kişi demektir. 

Benim en büyük korkum ustalardan. Bu yüzden kalfaları tercih ediyorum. Kalfa demek, belirli bir yetkinliğe gelmiş, henüz ustalaşmadığı için hala ÖĞRENEN kişi demek. Değerli olan, bunlardır. Ustalardan uzak durmamın en büyük sebebi de yaptıkları her ne ise onu becerememeleridir. Gerçek anlamda ustaları tenzih ederim ama evinize çağırdığınız bir tesisatçının, boru anahtarı- boru ilişkisini kuramadığına tanık olabilirsiniz. Hidroforunuzu bağlarken, şebekeden gelen suyu yine şebekeye verecek kadar şebek olanlarını da görmüşsünüzdür. Üstelik onlara “galiba bir hata var” diyemezsiniz. Çünkü onlar ustadır ve bu hususta öğrenecek bir şeyi (ne yazık ki) kalmamıştır.            

Gerçek ustalar karşısında saygıyla eğilirim ama her hususta ustalaşmış sahteleri karşısında elimi şapkama bile götürmem

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sürekli alkışla olmaz 17 Nisan 2024