Kurumların sessiz sinyalleri: Sessiz istifayı anlamak ve dönüştürmek
Pınar Ayan / Publicis Groupe Yetenek Yönetimi Başkanı
Pandemiyle birlikte hızlanan dönüşüm süreci, iş dünyasında yeni öncelikleri ve beklentileri beraberinde getirdi. Çalışanlar artık yalnızca ücret ya da unvan için değil; değer gördükleri, katkılarını anlamlı buldukları ve gelişim imkânı yakaladıkları kurumlarda çalışmak istiyorlar. Bu dönüşüm, son yıllarda sıklıkla gündeme gelen bir kavramla; “quiet quitting” yani “sessiz istifa” ile kendini gösteriyor.
Sessiz istifa, çalışanların kurumdan fiziken ayrılmadan, bağlılıklarını ve inisiyatif alma isteklerini zamanla yitirmesi olarak tanımlanabilir. Bu durum, yalnızca bireysel bir tutum değil; aynı zamanda kurumların kültürel yapısına dair önemli bir içgörü sunar. Bu bağlamda, bu tür eğilimleri erken fark etmek ve çalışan deneyimine odaklı yapıcı adımlar atmak, kurumların sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşır.
Günümüzde ajans dünyasının dinamikleri oldukça yoğun. Kreatif ekiplerin yüksek yaratıcılık beklentisiyle çalıştığı, medya ekiplerinin performans hedeflerine odaklandığı, dijital ekiplerin sürekli çevrimiçi kalma baskısı yaşadığı bir yapıda; çalışanların zaman zaman yorgunluk ve motivasyon kaybı yaşaması doğal bir süreçtir. Bu noktada önemli olan, kurumların bu işaretleri nasıl okuduğu ve nasıl aksiyon aldığıdır.
Bizler için sessiz istifa, bir krizden çok bir fırsat alanıdır. Çalışanlarımızın iç sesini duymak, beklentilerini anlamak ve onları sadece dinlemekle kalmayıp harekete geçmek, kurum kültürümüzün temel yapı taşlarındandır. Sadece bireysel performans değil, ekip ruhu ve duygusal bağlılık da başarıya giden yolda belirleyicidir.
İK ekipleri olarak, yalnızca motivasyon artırıcı araçlarla değil; yapısal ve kültürel çözümlerle çalışan deneyimini sürekli iyileştirmeyi önceliklendiriyoruz. Kurum içi iletişimi güçlendirmek, gelişim fırsatları yaratmak, liderlik anlayışını dönüştürmek ve her bireyin katkısını görünür kılmak bu sürecin merkezinde yer alıyor.
Sessiz istifayı önlemek için yüksek maaşlardan ya da yan haklardan çok daha fazlası gerekiyor. Çalışanların ses bulduğu, fikirlerinin değer gördüğü ve potansiyellerinin desteklendiği kurumlar, sadece yetenekleri elde tutmakla kalmaz; aynı zamanda yüksek bağlılıkla çalışan, üretken ve ilham veren ekipler inşa eder.
Bu süreçte insan kaynakları birimlerinin rolü, değişimi tetiklemek ve taşıyıcı olmak kadar; empatiyle yaklaşmak ve veriye dayalı doğru içgörülerle stratejik çözümler üretmektir. Yalnızca “sessizliği duymak” değil, aynı zamanda bu sessizlikten anlam çıkararak daha güçlü bağlar kurmak, uzun vadeli başarı için kritik önemdedir.
Sonuç olarak, sessiz istifa kavramını tehdit değil; içgörü ve gelişim fırsatı olarak görmek gerekiyor. Çalışanların sesi duyuldukça, kurumlar daha dirençli, daha esnek ve daha insan odaklı hale gelir. Ve biz bu dönüşümün bir parçası olmaktan büyük bir heyecan duyuyoruz.