Yağmurları beklerken

Faruk GÜLER
Faruk GÜLER Kurumsal Bakış

Bu köşeden sık sık çevreyle ilgili konuları işleyerek, dünyanın doğal dengesindeki tahribatın önlenmesi için acil eylem çağrısı yapan kesimlere destek olmak istiyoruz. Elbette çevreyi korumaya yönelik çabamız bununla sınırlı değil. Sorumluluk alanlarımızda geliştirdiğimiz çevreci uygulamalarla karbon ayak izimizi küçülterek yaşamayı bir kültür haline getirmek için yoğun çalışmalar da yapıyoruz. Gelinen aşamada büyük-küçük demeden tüm katkıların çok büyük önemi var. Çünkü iklim krizinin etkileri öylesine derinleşti ki; şimdiye kadar krizin gelecekte yaratacağı tehlikelerinden bahsederken, artan kuraklık, sel ve orman yangınları günümüzde tehlikenin artık içinde olduğumuzu gösteriyor. Bu can alıcı uyarılara rağmen dünyada soruna bütüncül bir yaklaşım geliştirilememiş olması ise en az iklim krizinin kendisi kadar büyük bir sorun olarak duruyor…

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres İsviçre’nin Davos kasabasında 53'üncüsü düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) açılışında yaptığı konuşmada, iklim krizinin etkilerinin azaltılması için yürütülen çalışmaların yetersizliğini net olarak ifade etti. Guterres, yıllardır yürütülen çabalara rağmen sera gazı emisyonlarının bırakın azalmasını, rekor seviyelere çıktığını belirterek, küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlandırma taahhüdünün ise heba olduğunu belirtti ve daha fazla önlem alınmazsa dünyanın 2,8 derecelik bir artışa doğru gittiği uyarısında bulundu. Gerçekleşmesi durumunda bunun sonuçları çok daha yıkıcı olacak. Gezegenimizin bazı bölgeleri yaşanmaz hale gelecek. Buzulların erimesiyle donmuş halde kalan virüsler ortaya çıkarak yeni salgınlara neden olacak. Bilim çevreleri ise uyarılarını arttırarak dünyayı bekleyen bu tür tehlikelere karşı dikkat çekmeye çalışıyor.  

İklim krizinin etkilerini özellikle son 10 yıldır fazlasıyla yaşıyoruz ve görünen o ki bu etkiler daha yıkıcı olacak şekilde artarak devam edecek. Şimdiye kadar yaşanan en sıcak beşinci yıl olan 2022 yılı aynı zamanda küresel ölçekte bir kuraklık yılı olurken, 2023’ün de en sıcak ve en kurak yıllar arasına girmesi bekleniyor. Yaşadığımız son 8 yıl ise 1850’lerden bu yana yaşanan en sıcak yıllar olarak ölçüldü. Antarktika Denizi’nin buzu, 44 yıllık uydu kaydındaki en düşük boyutuna ulaştı. Avrupa Birliği Komisyonu’nun Ortak Araştırma Merkezi uzmanlarına göre Avrupa son 500 yılın en kurak dönemini geçiriyor.

Ülkemizde de durum farklı değil, bu yıl en kurak kışlardan birini yaşıyoruz. Erzurum ve Doğubeyazıt gibi ülkemizin en erken kar alan kayak merkezleri Ocak ayının son günlerinde yapay kar yağdırmak zorunda kaldı. Tarımsal üretim açısından da bu yılı ciddi şekilde etkileyecek bir kuraklık yaşanıyor.

Küresel bir sorun olan iklim krizinin etkisini en şiddetli yaşayan bölgelerin başında Akdeniz Havzasındaki Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve Ortadoğu geliyor. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bu ülkelerde, başta su stresi olmak üzere, tarımsal verim düşüklüğü ve ürün çeşitliliğinde azalma gibi iklim krizinin sonuçları şimdiden yaşanmaya başladı. Dünya Bankası’nın yaptığı araştırmaya göre, iklime bağlı su kıtlığının önümüzdeki 30 yıl içinde Akdeniz Havzası’ndaki ülkelerde üretilen gayrisafi milli hasılasının yüzde 14’üne denk gelen ekonomik kayıplara neden olması bekleniyor.  

Su Enstitüsü’nün kurucusu, sulak alanlar ve sulak alanların korunması üzerine çok sayıda çalışması bulunan ve aynı zamanda Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı olan Hidrobiyolog Dr. Erol Kesici’nin basına yansıyan bazı açıklamalarında aktardığı şu bilgiler çok önemli:

Aşırı kuraklık nedeniyle su kaynaklarında su seviye miktarlarının adeta dip suyu haline gelmesi, birçok bölgede 100-500 metre derinlikte bile sondajla su alınamaması önemli bir göstergedir. Dünya Su Stresi Haritası’na göre, 2040 yılına gelindiğinde ülkemiz su kıtlığı çekecek ve iklim krizinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri olacak. Su sorununda 17 ülkenin ‘aşırı yüksek derecede’ gösterildiği dünya ülkeleri arasında Türkiye 27’nci sırada, ‘yüksek derecede’ en riskli ikinci kategoride yer alıyor. Ülkemizde 2020 yılında 112 milyar metreküp olan kullanılabilir su miktarı 100 milyar metreküpe geriledi. Bu suyun yaklaşık 46 milyar metreküpü sulamada, 15 milyar metreküpü içme-kullanma ve sanayide olmak üzere, 61 milyar metreküpü sektörler bazında kullanılıyor. Son 20 yılda ülkemizde su tüketimi yüzde 42 oranında arttı. 1980’li yıllarda kişi başına düşen su miktarı 5 bin tona yakınken, 1995’ten sonra bin 800 tona, son yıllarda ise bin tona kadar düştü. Bu şekilde devam ettiği takdirde bin tonun da altına inecek. Göller Yöresi’nde birçok göl ise maalesef yok oldu.

Sorun büyük ve yapılabilecek çok şey var

Türkiye’nin, kuraklığın etkilerini azaltmak için ivedi olarak etkili bir tarım ve su politikası geliştirmesi gerekiyor. Su kıtlığını olduğu kadar suyun bol olduğu bölgelerde de fazla kullanılmasından kaynaklı sorunları önlemek için akılcı yöntemlere ihtiyaç var. Suyun bol olduğu Doğu Anadolu Bölgesi ve GAP sayesinde Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde tarımda gereğinden fazla sulama yapılması sonucunda arazilerde aşırı tuzlanma nedeniyle oluşan verim kayıplarının önlenmesi için damlama sulama sisteminin bölgede hızla yaygınlaştırılması gerekiyor.

Tarımsal üretim, suyu en çok tüketen faaliyet olduğu için bu konuda yapılacak iyileştirmeler azalan suyun verimli kullanımı konusunda büyük fayda sağlayacaktır. Havzalarımızın iklim, toprak ve su özelliklerine göre tarımsal üretimin planlanması ve buna uygun ürün seçme, çeşitlendirme, toprak işleme ve iyileştirme, sulama, tohum iyileştirme, zararlılarla mücadele, hasat kayıplarını önleme konularında uygulanacak ileri tekniklerle tarımsal verimliliğimizi arttırabileceğimiz gibi, su ayak izini doğrudan olumlu etkileyerek su kaynaklarının korunmasında önemli aşama kaydetmiş olacağız. Su kaynaklarının verimli kullanımı kadar, akarsuların ve göllerin temiz tutulması da zorunlu hale gelmiştir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Göç yolları 03 Ekim 2023
Yağmurları beklerken 06 Şubat 2023