Yeni bir jeopolitik dengesizlikler çağındayız; iş dünyası temkinli olmalı

Neslihan GÖKDEMİR AĞAR
Neslihan GÖKDEMİR AĞAR Enerjide İnovasyon

Günümüz dünyasının anlaşılması giderek zorlaşan şartları, global ve çok yönlü etkilerle beraber, yeni denklem ve çelişkileri de beraberinde getiriyor. Enerji ve jeopolitika ekseninde; ABD, İngiltere, AB, Çin, Rusya ve Hindistan etkileşimleri yeni dengeler üretemediğinden, ‘sırça saray’ların yıkılışına tanıklık ediyoruz. Yeni bir jeopolitik dengesizlikler çağına girdiğimizin işaretleri de artık öylesine bariz ki; Siyaset Bilimci Prof. Dr. Ahmet Evin ile işte bu zor gidişatı ele aldık.

Prof. Dr. Ahmet Evin ile söyleşimizi çocukluğunun geçtiği İstanbul Kandilli’de gerçekleştirdik.

 

 

‘Yeni Dünya Düzeni’nden Avrupa’daki beklenmedik savaşa…

Dünyanın şu anki jeopolitik görünümünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu görünümü geçmişle karşılaştırırsak neler görebiliriz?

Dünyada hali hazırda yeni bir jeopolitik denge oluşmadı; aksine jeopolitik dengesizlikler çağı diyebileceğimiz yeni bir sürece girildi. Bunu böyle görmemiz lazım. Sebebi gayet basit: Beklenmedik bir savaş söz konusu. Üstelik bu savaş tam da Avrupa’nın içinde. Oysa, Avrupa’da bundan sonra savaş olmaz, deniyordu.

Bizler; Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Toplululuğu’na, 1956 Roma Anlaşması’ndan itibaren, böyle bir süreç içinde yetiştik; artık harp olmayacağına inanan bir nesil olarak... Çok iyi hatırlıyorum, o yıl ben ortaokuldaydım. O gün bugündür yarının hep bugünden daha iyi olacağı inancı ile yaşayıp gidiyorduk. Amerikan tabiriyle söylüyorum: Bu ‘sırça saray’ günümüzde yıkıldı. Bunun tepkisi ise çok büyük; hem psikolojik bir yanı hem de kamuoyunda bir karşılığı oldu... Aslında bütün bu olanları hazmedip tamamen ne olduğunu daha anlayabilmiş değiliz...

Jeopolitik dengelere gelince: Soğuk harpte bir denge vardı, ‘evet’ Soğuk Harp bitti ve o zamanın tabiriyle söylüyorum ‘New World Order’ (Yeni Dünya Düzeni) denen yeni bir dünya ortaya çıktı. O sıralarda yakın bir arkadaşım Almanya’da Merkez Bankası Başkanı’ydı; birlikte çalışıyorduk. Ben de 1990’lı yılların başında Almanya’daydım. Çok gülmüştü bana ‘NEW WORLD DISORDER’ demişti, yani ‘Yeni Dünya Bozukluğu’… Haklıymış, buradaki ‘order’ın ne olduğu pek belli değilmiş sahiden…

Sovyetler Birliği’nin yıkılışı çok şey ifade ediyordu. Batı dünyasına ‘hür dünya’ deniyordu; Bolşevik rejim ise baskıcı, karanlık bir dünya olarak tanımlanıyordu. Bizim o sıralarda, unuttuğumuz, aklımıza gelmeyen bir başka gelişme daha yaşandı. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı, boşluk ya da ‘vakum’ diyebileceğimiz yeni bir olaydı…  Bu ‘boşluk’ hiçbir zaman istikrar getirmedi ne yazık ki... Hatta ‘asimetrik’ dediğimiz bir takım dengesizliklere yol açtı. Bir tarafta, ‘Sovyetler Bloku’ diğer tarafta ‘Batı Bloku’, nükleer savaşa girmeyelim diye birbirlerini dengeliyorlardı adeta... Türkiye’den baktığımız zaman; NATO Atlantik Paktı’nın Güneydoğu ucunda, Yunanistan ve Türkiye’nin 1952’de kabul edilip, 1953’de de NATO’ya beraber girdiklerine şahitlik ettik. Tabii, bir de ‘Doğu Bloku’ vardı. Bulgaristan, Romanya gibi bu ülkeler, Varşova Paktı ile ‘Sovyet Bloku’na bağlı devletlerdi aslında.

‘Burada istikrar nedir?’ diye sorarsanız, her iki taraf da şunu biliyordu diyebilirim: Harp çıkarsa, bu son derece kötü bir şey ve gerçek olan şu ki her iki taraf da buradan galip çıkamaz. Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombalarının neler yaptığı hala hafızalarımızda… Öyle ya da böyle bir denge kurulmuştu sonunda. O ‘denge’ içinde; ‘Demirperde’ dediğimiz, bu ülkelerin içişlerine karışmamak fakat aynı zamanda, demir perdenin diğer tarafında kalan ülkelerin, yani Moskova’nın, arka bahçesini ve askeri gücünü oluşturan ülkelerin, bu gücünü başkaca ülkelere sıçratmamasından oluşuyordu… Bu; 2. Dünya Harbi sonrası ‘liberal order’ dediğimiz yeni bir düzendi.

– Almanya neden ‘Leopar’ tanklarını göndermekte tereddüt ediyor diye uzun süre yazılıp çizildi Batı basınında… ‘Almanya, Demokratik ülkelerin kendi topraklarını savunmasına kayıtsız mı kalıyor’, dendi. Almanya’da bütün koalisyon kabinesindeki bakanlar böyle düşünmüyorlardı tabii…

Yeşil Parti’den, ‘gönderelim tankları’ diye baskı yapanların olduğunu da hatırlayalım, diyor Prof. Dr. Evin, gülümseyerek ekliyor: Şansölye’nin yaşı bana biraz yakın. 2. Dünya Harbi sonrasındaki düzeni ve Almanya’nın o sırada batıyla işbirliğini ve NATO’ya girişi ile beraber ‘ostpolitik’ yönlendirmesi de malum. Bu karışık dünyadaki dengeleri daha iyi bilen bir adam Olaf Scholz; çünkü nükleer savaş korkusu var Şansölye’nin…

Almanya’dan daha yakın destek bekleyen bir durum var ortada; bir yandan da bu bitmeyecek harp ya nükleere dönüşürse ne yaparız?’ şeklinde beliren endişeler... Bu bir istikrarsızlık hali, ‘vakum’ da diyebileceğimiz yeni bir durum…

‘Kopenhag Kriterleri’ne tam uyum sağlanamadı ve ardından ‘vakum’

O zaman biraz da Avrupa Birliği’nin genişlemesine odaklanalım…

Bu genişlemenin en önemli sebebi; ‘Biz eski Varşova Paktı üyelerini içimize almaya mecburuz, onları dışlarsak, Avrupa’nın doğu hududuna demir perde döneminden daha kötü bir istikrarsızlık hâkim olabilir,’ endişesiydi. Bu vakumun devamı daha fazla istikrarsızlık getirmesin diye Avrupa Birliği’nin genişleme süreci başladı.  Ve bu genişleme sürecinin çeşitli yankıları da oldu. Ben bunlara girmek istemiyorum. Avrupa, istikrarlı biçimde dengeleri oturtmak için Varşova Paktı üyelerinin bu işe alınması gerektiğini düşünüyordu.

Evet, 1989’da Berlin Duvarı yıkılmıştı; 1991’de de Sovyetler Birliği... Bu tarihi olayları ben de gazeteciliğimin ilk yıllarında yaşadım. Hatta bir iktisatçı olarak, bu gelişmelerden etkilenerek, Rusça öğrenmeye başladığım yıllardı. Sovyetler Birliği sonrasının, yaşayacağı değişimlerle dünyaya yön verecek önemli bir coğrafya olacağını öngörmüştüm... Ve Sovyetler Birliği’nin son Büyükelçisi, rahmetli Albert Çernişev’den görevi sırasındaki son söyleşisini almıştım… 

Tabii; duvarın yıkılması yeni bir sürecin başlaması anlamına geliyordu ve ben de o gece Hamburg’daydım.

Trabant, Doğu Alman yapımı bir otomobildir. Sahip olmak yıllarca beklemeyi gerektirirdi. Adını üretime başladığı yıllarda uzaya fırlatılan Sputnik'ten alan ve Almanca uydu anlamına gelen Trabant'ın üretimine 1957'de başlanmıştı.

Almanların ‘Trabant’ dedikleri arabalarla şehre nasıl geldiklerini hatırlıyorum… Çünkü hududa 40 km. falandı; kuzeyde o kadar daralıyor ki Hamburg… Ve ‘Trabant’ arabalarla Hamburg şehrine akın etmişlerdi Doğu Almanlar…

O günkü trafik karmaşası ve egzozun yarattığı o mavimsi kurşuni bulutlar hala hafızamda…  Hamburg polisi ne yapacağını şaşırmıştı.  Mütemadiyen bir trafik düğümü oluşmuştu şehrin orta yerinde. Bir de göl vardı şehrin orta yerinde… Onun etrafında da  ‘Trabant’lar… Çok önemli bir şeylerin olduğu muhakkaktı.

1991 oldu ve Sovyetler resmen bitti. Resmen bitince, ‘Peki ne olacak bu ‘Varşova Paktı’nın hali?’ deniyordu... Zaten Almanlar duvardan önce de Macaristan yoluyla gelmeye başlamışlardı. Artık ‘Demir Perde’ palazlanmıştı ve yama da tutmuyordu. Avrupa genişlemesinde, Avrupa Topluluk iken Birlik olmuştu.  Avrupa Topluluğu bunları nasıl içine alabilirdi.  ‘Kopenhag Kriterleri’ işte bu nedenle getirildi. Bu kriterleri hazırlamak, şu demokratik sistemleri, kanunları, hakları kendi milli kanunlarınız içine koymak ve çalıştığını görmek önemliydi. Ancak o zaman topluluğun bir parçası olabilirdiniz. Böylece Amsterdam Anlaşması’nın önemli parçası haline geliyordunuz. AB’nin genişlemesi; iki sistem arasında bocalayan bir coğrafya yaratılmasın, ‘AB içine girsinler’ düşüncesini taşıyordu. Bunun amacı jeopolitik değildi. Sürecin jeopolitik bir yönü de vardı tabii; ama Avrupa’da hudutlar değişiyordu. Batı Avrupa yerine, artık vurgu Avrupa’ya geliyordu; bu da işin jeopolitik tarafıydı…  Fakat esas olan kıtaya istikrar getirilme arayışıydı.  Burada ise başat nokta; sadece düzen meselesi değil, güvenlik açısından bir istikrarsızlıktı.  Genişlemiş bir topluluğa daha elverişli gözle bakılıyordu. Gözden kaçan nokta ise Doğu Avrupa’nın kültürüydü; 40 yıl komünizm ile yetişmiş bir nesil vardı karşımızda…

NATO, bir askeri güvenlik organizasyonu

Roma İmparatorluğu’na kadar giden tarihsel bir arka planı da var meselenin…

Doğu ile Batı arasında büyük bir toplumsal, siyasal ve daha da önemlisi kültürel bir farklılaşmanın olduğu barizdi. Hatta geçen asırlar boyunca da bu böyle sürüp gitmişti… Bu tabii göz ardı edilmesi gereken bir durum gibi görüldü. Çünkü komünist, Bolşevik bir rejimle zorla birbirinden ayrılmış bir kıtanın halklarının bir araya getirilmesi çok önemliydi. Bayram edilecek bir husus gibi telakki ediliyordu.  Oysa daha sonra görülmeye başlandı ki; uyumsuzluklar derinlerdeydi: Macaristan’daki hükümet bütün yetkileri elinde toplamaya çalışan bir liderleşme gösterdi. Batı Avrupa’da ise böyle bir durum görülmesi imkânsızdır. Yaklaşan var mı? Valla en son İtalya’da bir kişi yaklaştı ama… Kuzey Avrupa’da o tarafa doğru giden bir siyasal kültüre kurumsal dengeler izin vermemiştir. Ama Macaristan’da değil sadece Polonya’da da farklar görüyoruz. Polonya’nın Avrupa Birliği’ne üç yıl sonra 2007’de daha fazla uzatmaya gerek yok bunları da alalım içeriye demelerinin nedeni… Genişleme sürecinin bitirilmek istenmesiydi. ‘Vakum’ dediğimiz olay, Rusya ve kendi yakın coğrafyasının, etki alanları konusunda, Romanya ve Bulgaristan konusunda, ‘Kopenhag Kriterleri’ne tam olarak uyum sağlamamış olmasından kaynaklanıyordu.  Dolayısıyla istikrar tam olarak sağlanamamıştı.

Burada bir şeyi daha ifade etmek gerekiyor. Avrupa genişleme süreci derken, NATO genişleme süreci söz konusu oldu. NATO genişleme süreci ise Rusya’yı bir hayli rahatsız etmişti. NATO bir askeri güvenlik organizasyonudur; AB gibi milletler düzeyinde bir araya gelmiş bir hukuk birliği değildir… Oysa AB’yi bir ‘hukuk birliği’ olarak görebiliriz.

Sovyetler Birliği’nin ekonomik çöküşü

Ben de tam olarak, 9 Mayıs 2022 tarihli bir yazımda, Sovyetler Birliği’nin aslında hukuksal etki alanının tam olarak teşekkül edemediğini ve bunun sonuçlarının yaşandığını yazmıştım:

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/zamanin-ruhunda-rusyanin-9-mayis-zaferi-ve-avrupa/657206

Sovyetler Birliği, bu ülkelerle daha sağlıklı bir hukuki altyapı kurabilmiş olsaydı farklı sonuçları olur muydu?

Rusya’nın bir ‘hukuk birliği’ kurmasından söz ettiniz ama bunu formüle edip uygulamasının imkânsız göründüğünü söyleyebilirim.

Enerji üzerinden bir örnek verelim:

Rusya, 1970’li yıllarda da petrol ihraç ediyordu Batı’ya… Evvela Avusturyalılar, sonra Avusturyalılar Almanları da işin içine katıp, gazı boru hatları ile çelik tazyikli sistemlerle taşıyacaklardı. Çünkü Rusya’da teknoloji yok; ama bol miktarda gaz vardı. Kuzey Yamal Yarımadası’ndaydı gaz; Almanlar da boruları yapıyorlardı, Batı Avrupa’ya bu borularla ihraç ediliyordu.  Batı Avrupa’ya başka, kendi etki alanındaki ülkelere ve Sovyetler Birliği üyelerine farklı fiyatlardan satıyorlardı; bu da büyük bir sorundu. Tarife Rusya’nın gaz tarifesi sorunu idi? Rusların her devlete göre değişen bir tarifesi vardı.

SSCB’den çıkan o gaz komünist idare altındaki ülkelere gayet ucuza veriliyordu. ‘Halkın malıdır’ diye kendi halkına çok ucuza; oradan yakın dış dünyaya farklı, Varşova Paktı üyelerine daha farklı… Onlara biraz daha yüksek fiyata tabii… Yamal bölgesinden Avusturya’ya, direkt Almanya’ya giden gazın hikâyesi işte böyleydi… Batı Avrupa’ya ise bambaşka bir fiyata satılıyordu. Bu bir yatırım meselesi tabii; bunun bir taşıma maliyeti var. Mesafe de uzadıkça maliyet artıyor…  Gaz pompalandıkça bir transit maliyeti var. Bu basit denklemlerin dışında çalışan bir yapı söz konusu tabii... Benim bahçemde yetişeni ben yerim. Onu komşu isterse ona ayrı bir fiyat veririm. Kasabadan kamyonet geldiyse başka veririm. Daha uzaktan gelene ise daha başka… Sovyetler Birliği ekonomik çöküşü tam da bu sebeplerden yaşadı.

Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Aeroflot’un -ki dünyanın en büyük havayoluydu- çok büyük bir memleketti; Atlantik’ten Pasifiğe… Ve çok tehlikeli olmaya başlamıştı bu büyüklük; bir de teknoloji ve servis yetersizliği buna eklenince…

Dünya dengesi, Sovyetler Birliği yıkılınca sarsıldı

Avrupa’nın uçaklarının hepsi Boeing… Boeing‘i şikâyet ediyoruz tehlikeli bir uçak diye…  Artık bakıyorum hangi uçak diye ABD’ye giderken Airbus ile gidiyorum. Fakat burada uçak tasarımında Rusya’da çok iyi yetişmiş uçak mühendisleri olduğunu belirtmeliyim. Boeing, bu mühendislerden ABD’ye getirmeden oldukları yerde bilgisayar üstünden çalıştırarak müthiş istifade etti. Özetle, dünya dengesi Sovyetler Birliği yıkınca sarsıldı… Washington dâhil herkes Rusya’yı çekinilecek bir rakip olarak görüyordu.

‘Beş ülkeden biri her zaman İngiltere’dir’

KISSINGER’IN ‘LİDERLİK’ KİTABI

Kissinger’ın, 5 Temmuz 2022’de yayınlanan ‘Liderlik' isimli kitabında; altı sıra dışı liderin yaşamları, yazarın somutlaştırdığına inandığı devlet yönetiminin kendine özgü stratejileri üzerinden analiz ediliyor. Birleştirici liderlik ve diplomasi teorisine yoğunlaşan Kissinger düşüncelerini şöyle aktarıyor:

"Liderler, iki eksenin kesiştiği noktada düşünür ve hareket ederler: Birincisi, geçmiş ve gelecek arasında; ikincisi, önderlik ettikleri kişilerin kalıcı değerleri ve özlemleri arasındadır. Zorunlu olarak geçmişten aldıkları bildiklerini, doğası gereği varsayımsal ve belirsiz olan gelecek hakkında sezgileriyle dengelemeleri gerekir. Liderlerin hedefler koymasını ve bir strateji belirlemesini sağlayan da işte bu sezgisel yön kavrayışıdır.”


Henry Kissenger’ın iki dengesi vardır. Bunu da yeri gelmişken belirtelim. Kissenger kendi formüle ettiği Amerikan çıkarları için örneğin Güney Amerika’da sağcı ve diktatör rejimleri desteklemiştir; bu Kissinger’ın en karanlık tarafıdır. Bir de entelektüel tarafı vardır; tarihçi kökenli bir siyaset bilimcidir kendisi. Yeni bir kitap da çıkardı yakınlarda… Çünkü Kissenger’ın doktora tezi Viyana Kongresi üzerinedir. Viyana Kongresi’nde istikrar işte bu denge üzerine kuruludur… Peki, o denge diplomatik pazarlıklarla nasıl sağlanacaktır? Niçin ve hangi çıkarlar için? Viyana Kongresi’nin yapmak istediği şudur: Beş büyük devrede kalsın, Avrupa istikrarı için gereklilikti bu... Küçüklere pek söz hakkı kalmasın. Çünkü o zaman çok büyük karışıklıklar çıkacaktır. Onun için emperyalist bir denge kurmak zorunda kaldı Avrupa…  Viyana Kongresi’nde kurulan da tam budur: Beş ülke var; bunlardan biri her zaman İngiltere’dir… Diğerleri ise kıta Avrupa’sındadır… Hiçbir zaman üç tanesi bir araya gelip diğerine saldırmaz. Peki, bu neyle garanti ediliyor?  Bunu İngilizler garanti ediyor. İngiliz, ekalliyette (azınlıkta) kalanın yanına gidecektir ve o şekilde istikrar sağlanacaktır… Onun için bu soğuk harp istikrarı da işte böyle bir denge getirmiştir. Bu konferans hatırlayacağınız üzere, 1815’de oluyor.

Geldiğimiz noktada İngiltere’nin Avrupa’ya bakışına ne diyorsunuz?

İngiltere devlet adamı yerine böyle ucuz politikacılara bırakıldığı için sorun yaşıyor; ne istikrardan anlayan kaldı ne de başka bir şey… Maalesef, İngiltere’nin durumu kötü bana göre…  ‘Biz yapacağız, yapacağız’ diye muhafazakârlar arasında bir sürü boş tartışmalar oldu. Obama’nın Avrupa’dan Sorumlu Bakan Yardımcısı, şahsen kendisini çok iyi tanırım, İngiltere’de bu tür eğilimler başladığı zaman uyarmıştı. Daha global bir yönü vardı işin ve bunu ancak ABD ile başarabileceklerini anladılar… Bu adam gelip orada bir de konuşma yaptı mesela… ABD olarak, Batı ittifakı için Avrupa’yı tek bir muhatap olarak görüyoruz.  Washington’da ‘special relationship’ (özel ilişkiler) pek bir işe yaramaz, dediler. Bunu duymazdan geldiler. Üstelik gitti bunu İngiltere‘de söyledi; kapalı kapılar arkasında falan da değil. London School of Economics’de bir konferans verdi. Siz Avrupa’nın bir parçasısınız, dedi hiç bana mısın demedi.  Bu zaten çok belliydi. Bu referandum hatasından sonra kimin Başbakan olduğunu biliyoruz: Boris Johnson

Johnson ve etrafındakiler son derece densiz ve şımarık yöneticilerdi. İngiltere’de böylesi dalgalanmalar olmuştur; sonra dengelerin yeniden ihdas edilmesiyle istikrar gelirdi ama artık pek öyle olmuyor. Thatcher ve sonrasının İngiltere’si de istikrarı böyle oluşturdu; ama 1688 ‘den beri böylesi bir şımarıklık ve istikrarsızlık görülmüş şey değildi…  Ben yeni yönetime gelenlerde de bunu göremiyorum.  Kabine içinde olmaması lazım gelen insanlar olduğunu düşünüyorum.  İstikrar meselesi bu şekildeydi; tek kelimeyle ifade etmek gerekirse, Kissenger’ın ifade ettiği istikrar boş bir istikrar değildi. Kimse kimseye saldıracak halde değildi; işte böyle bir istikrar…  Bu gidince bunun yerine Avrupa’da gelmesini beklediğimiz istikrar gelmedi. Genişleme tam da bunun için yapılmıştı oysa… 

Rusya uzun süre Belarus’da bir diktatörle yakın ilişkiler kurarak ülkeye nüfuz etti, Ukrayna’da ise bir Ukraynalı’yı seçtirmeyerek kendi yörüngesinde tuttu. Bu politikalar neticesinde, büyük istikrarsızlıklar yaşandı. Ama resme global olarak baktığımızda, Rusya’nın saldırmasıyla başka türlü bir istikrarsızlığın ortaya çıktığını görüyoruz.  Bu çok ciddi bir durum; istikrara bir türlü gelinemedi. Bundan bağımsız olarak, Rusya tehdidi dünyada büyük istikrarsızlıklara yol açtı. İşte şimdi bu global ve çok yönlü etkileri yaşıyoruz. 

YARIN: Çin ‘ileri ekonomi’ olma yolunda

ENERJİ & JEOPOLİTİKA

Siyaset Bilimci Prof. Dr. Ahmet Evin ile bir ‘SÜPERNOVA’ söyleşisi

Ahmet Evin, Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Profesörü ve Jean Monet Kürsüsü Üyesidir. Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nin aynı zamanda Kurucu Dekanı’dır.

Sabancı Üniversitesi’ndeki görevinden önce New York Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Hamburg Üniversitesi ve Bilkent Üniversite’lerinde Siyaset Bilimi Bölüm Başkanlığı’nı üstlenmiş, dersler vermiştir.

Evin, merkezi Cenevre’de bulunan bir uluslararası kalkınma vakfı olan Aga Khan Trust for Culture’ın Eğitim Direktörlüğünü üstlenmiş; Aga Khan Mimarlık Ödülleri seçici kurulunda danışmanlık ve ödül yayınları editörlüğü görevlerinde de bulunmuştur.

Evin, Avrupa Komisyonu’nun desteğini alarak, Avrupa’nın gelecekteki mimarisine, Avrupa Birliği’nin doğuya doğru genişlemesine, Avrupa’nın Akdeniz politikasına, Türkiye’nin Gümrük Birliği Anlaşması’na yönelik siyasi diyalog girişimlerini başlatmıştır. ELIAMEP, United States Institute of Peace (USIP), The Kokkalis Program at the Kennedy School of Government, Harvard University gibi akademik kurumlar ve sivil toplum örgütleriyle mesleki eğitim ve siyasa araştırmaları için pek çok işbirliği gerçekleştirmiş ve European University Institute (EUI), Schuman Center for Advanced Studies ortaklığında EU-Turkish Observatory projesini hayata geçirmiştir.

ÖNEMLİ NOT:

SİYASET BİLİMCİ PROF. DR. AHMET EVİN İLE EKONOMİ GAZETESİ ENERJİ YAZARI NESLİHAN GÖKDEMİR AĞAR’IN BU SÖYLEŞİSİ; 28.04.2023 TARİHİNDE GAZETEMİZDE YAYINLANMIŞ OLUP, DİJİTAL YAYINDAKİ BU METİNLER –TAM- SÖYLEŞİYİ İÇERİR.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar