Efeler Yolu’nda kültür, lezzet ve doğa senfonisi

İzmir Valiliği’nin hazırladığı Efeler Yolu Gastronomi Günleri programı, bana Ödemiş ve Tire’nin saklı kalmış güzelliklerini, köklü tarihini ve damak çatlatan mutfak kültürünü derinden hissetme imkânı sundu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Efeler Yolu’nda kültür, lezzet ve doğa senfonisi
Efeler Yolu’nda küçük efelerin de katıldığı zeybek gösterisi, müziğin ritmi ve dansın gücüyle birleşerek hepimize coşku dolu anlar yaşatıyor.

İzmir’in bereketli topraklarında, tarihin ve lezzetin izini sürdüğüm iki günlük serüvenim, daha yola çıkmadan okuduklarımdan Efeler Yolu’nun büyüsüne kapılmamla başladı... İzmir Valiliği’nin hazırladığı bu iki günlük program, bana Ödemiş ve Tire’nin saklı kalmış güzelliklerini, köklü tarihini ve damak çatlatan mutfak kültürünü derinden hissetme imkânı sundu.

Efeler Yolu, İzmir’in Bornova ilçesinden başlayıp Nif Dağı ve Bozdağlar’ı aşarak Kiraz’ın serin yaylalarına, oradan da Aydın sıradağlarını takip ederek Efes-Selçuk’taki Meryem Ana Evi’ne ulaşan 500 küsur kilometrelik, her adımı bir başka hikâye anlatan işaretli bir yürüyüş rotası. Benim sadece iki gün deneyimleyebildiğim, adını ve ruhunu aldığı Efe ve Zeybek kültürünü her patikasında hissettiren bu yol, el değmemiş yaylaların, cesaret isteyen dağ geçitlerinin ve zamanın durduğu kadim köylerin birleşimiyle âdeta bir hazine haritası gibi.

Lübbey Köyü camisinin duvarlarında kalem işi süslemeler, resimler ve çizimler bulunuyor.

 

Lübbey: Hayalet köy

Haluk Özsevim ve Ebru Köktürk Koralı’nın emekleriyle gerçekleştirilen organizasyonda ilk durağımız, Ödemiş’e bağlı, Bozdağlar’ın yamacına bir ressamın fırçasından dökülmüş gibi duran Lübbey Köyü. "Hayalet Köy" olarak anılsa da Lübbey, terk edilmişliğin ardında derin bir yaşanmışlık barındırıyor. O daracık, otların bittiği Arnavut kaldırımlı sokaklarında gezinirken, yıkılmaya yüz tutmuş taş evlerin her biri, bana bir zamanlar burada atan kalplerin, yankılanan kahkahaların ve yaşanan hayatların hikâyelerini fısıldıyor. Köyün o derin sessizliğini sadece rüzgârın uğultusu ve kuşların cıvıltısı bozabiliyor. Modern dünyanın gürültüsünden fersah fersah uzakta, Efe kültürünün o mağrur ve doğayla bütünleşik ruhunu yansıtan bu köy, yolculuğun sadece fiziksel değil, aynı zamanda ne kadar duygusal bir keşif olacağının ilk müjdecisi. Sadece iki ailenin yaşadığı, bir pansiyon ve kafenin bulunduğu köyün camisine ahşap oymalı ve süslemeli bir kapıdan giriliyor. Ziyarete açık olan caminin duvarlarında çeşitli konularda kalem işi süslemeleri, resimler, çizimler yer alıyor.

Coğrafi işaretle tescillenmiş, adı bile iştah açan Töngül Pide ve Ödemiş Tulum Peyniri

 

Ödemiş: Bir kavşak noktası

Lübbey’den sonra rotamız, Küçükmenderes Havzası’nın kalbi Ödemiş. İlk olarak, bölgenin binlerce yıllık geçmişine ışık tutan Ödemiş Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin ziyaret ediyoruz. Antik çağlardan kalma eserler, yöreye özgü el sanatları ve o dönemin gündelik yaşamını gözler önüne seren objeler arasında dolaşırken, bu toprakların ne denli zengin bir mirasa ev sahipliği yaptığına bir kez daha tanık oluyoruz.

Ardından, 1926 yılında Ödemiş’in ilk otellerinden biri olarak inşa edilen ve bugün Kent Arşivi ve Müzesi olarak hizmet veren tarihi binaya geçiyoruz. Burası âdeta bir zaman kapsülü; eski fotoğraflar, belgeler ve anılarla dolu bu arşivde, 20. yüzyıl başındaki Ödemiş'in sosyal ve kültürel yaşamına tanıklık etmek, yolculuğuma farklı bir derinlik katıyor.

Öğle vakti Ödemiş’in gastronomik kimliğiyle tanışma zamanı. Masamıza coğrafi işaretle tescillenmiş, adı bile iştah açan Töngül Pide ve Ödemiş Tulum Peyniri geldi. Töngül Pide’nin baharatlı harcı, yörenin otantik tatlarını damakta buluşturuyor. Tulum peynirinin kendine has keskin ve olgun aroması ise bu şölene mükemmel bir eşlikçi. Türkiye’deki kestanenin yüzde 70'inin bu havzada yetiştiğini, doğal zeytinyağı ve inciriyle de tanındığını öğrenince, tattığım her lokmanın kıymeti daha da artıyor.

Bir başka lezzet durağım ise Çankaya Kebap Salonu. Tire köfteleri bir esnaf lokantasında yemenin keyfi bir başka yaşanıyor.

Küçük Menderes havzası, Türkiye sınırları içerisinde yılın 12 ayı bitki yetiştirme olanağına sahip bir bölge. Bu nedenle Ödemiş, meyve fidanı ve süs bitkileri yetiştiriciliğine uygun ve özellikle yayla ve ova ikliminde görülen farklılıklar dolayısıyla birçok süs bitkisi türleri yetiştiriliyor. Yaklaşık 4 bin dekar alanda 55 milyon adet civarında yıllık süs bitkisi üretimi olduğu tahmin ediliyor ve 600'e yakın aile için önemli bir gelir kaynağı oluşturuyor.

Birgi’de halkın hâlâ aktif olarak kullandığı sokak fırınları var. Odun ateşinde, nohut mayasıyla hazırlanan o mis kokulu Kahrat ekmeklerinin kokusu tüm köyü sarıyor.

 

Birgi: Tarihi doku ve lezzet

Ödemiş’in gözbebeği mahallelerinden birisi Birgi. Geleneksel mimarisini asırlardır inatla koruyan bu yerleşim, konakları, camileri, türbeleri ve hamamlarıyla yaşayan bir açık hava müzesi. Beylikler döneminden Osmanlı’ya uzanan tescilli yapıların süslediği sokaklarında âdeta kayboluyorum. Özellikle 18. yüzyıl ahşap işçiliğinin ve kalem işi süslemelerin zirve yaptığı Çakırağa Konağı çok etkileyici, Saliha Hanım Taş Konağı’nın huzur veren avlusu ise öğle sıcağında harika bir kaçamak noktası.

Birgi’de halkın hâlâ aktif olarak kullandığı sokak fırınları var. Odun ateşinde, nohut mayasıyla hazırlanan o mis kokulu kahrat ekmeklerinin kokusu tüm köyü sarıyor. Bu asırlık geleneğin yaşatılıyor olması, Birgi'nin ruhunu hissetmek için bir fırsat daha sunuyor. Hele onları bizim için hazırlanan oğlak etinin suyuna bana bana yiyince…

Ekmek hazırlayanlar arasındaki bir teyze, ekmeği fırına sürerken gülümsüyor “bu maya nohuttan, sabırdan bir de sevgiden yoğrulur” diyor. Birgi'nin ruhu sadece konaklarında değil, bu asırlık geleneklerin sıcaklığında yaşıyor.

Birgi sokaklarında bir turun ardından süreç ve yürütülen çalışmalar hakkında bilgi almak üzere Efeler Yolu Direktörü Prof. Dr. Özgür Özkaya ile buluşuyoruz.

Akşam, Çakırağa Konağı’nın bahçesinde, İzmir Valisi Dr. Süleyman Elban’ın ev sahipliğinde gerçekleşen bir yemekle taçlanıyor. Zengin bir tüccar olan Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından 1761 yılında yaptırılan Çakırağa Konağı restore edilmiş müze olarak hizmet verecek. Konak üç katlı ve odalardaki duvar ve tavan süslemeleri, kalem işleri ve ahşap oymaları görülmeye değer.

Yemekte Michelinli şef Osman Sezener’in, bölgenin en taze ve özel ürünleriyle hazırladığı menüyü tadıyoruz: OD Urla Bahçesi'nden Erken Hasat Zeytinyağı & Ekşi Maya Ekmek, Tire Çamur Peyniri & Ödemiş'ten Kuşkonmaz & Sakız Enginarı, Mevsim Mantarları & Arpa Şehriye & İzmir Tulum Peyniri, Dana Kaburga & Bozdağ'dan Patates & Mesir Macunu Sos, Orman Meyveleri & Tire'den Süzme Yoğurt & Beyaz Çikolata… Tabaklar, yalnızca damakta değil, belleklerde de iz bırakıyor.

Yemeğin ardından Efeler, bir gösteriye imza atıyor. Küçük efelerin de katıldığı zeybek gösterisi, müziğin ritmi ve dansın gücüyle birleşerek hepimize coşku dolu anlar yaşatıyor. Vali Elban’ın konuşmasında vurguladığı gibi bu havza sadece doğal ve tarihi zenginlikleriyle değil, aynı zamanda milli tarihimizdeki yeriyle de çok özel. Efeler Yolu gibi projelerin, bu bakir kalmış iç bölgelerdeki yerel kalkınmayı destekleyerek kırsal nüfusu koruma misyonu taşıdığını duymak, bu gezinin amacını daha da anlamlı kılıyor.

Taze toplanmış kabak çiçekleri Tire Pazarı’nda

 

Tire: Ahilik geleneği ve pazar

İkinci günümüz, tam bir kültür ve lezzet mozaiği olan Tire’de 650 yıllık köklü bir Ahilik geleneği olan pazar duasıyla başlıyoruz. Türkiye'nin en büyük açık hava pazarlarından biri olan Tire Pazarı’nın yaklaşık 2 bin tezgâhı arasında dolaşırken kendimi bir renk, koku ve ses cümbüşünün içinde buluyorum. Taptaze sebzelerden el emeği ürünlere, yöresel peynirlerden mis kokulu baharatlara kadar her köşe başında ayrı bir zenginlik var.

Pazarın o canlı atmosferini soluduktan sonra, Ali Usta’da esnafın geleneksel kahvaltısı olan Tak Tak Kebabı ve Tandır Çorbası ile güne devam ediyoruz. Adını, etin satırla kıyılırken çıkardığı sesten alan Tak Tak Kebabı’nın o sade ama yoğun lezzeti ve sabah serinliğinde içimi ısıtan Tandır Çorbası, Tire’nin mutfak kültürünün ne kadar köklü olduğunu kanıtlıyor.

Sonrasında durağımız, bölge için bir başarı öyküsü olan Tire Süt Ürünleri Kooperatifi. 1967 yılında 11 üretici tarafından kurulan, günümüzde 2 binin üzerinde aile işletmesinden oluşan, ürünlerin çiftlikten sofraya nitelikli ürün yaparak gıda güvenliğini sağlayan Türkiye’nin en büyük süt kooperatifinde Başkan Osman Öztürk’ten kooperatifin yerel üreticiye ve ekonomiye sağladığı katkıyı dinlerken, bölgedeki dayanışma ruhuna hayran kalıyorum. Tire’nin zengin peynir çeşitlerini tatmak, bu ziyaretin en lezzetli anlarındandı.

Sonra yolu dağlara vuruyoruz. Tire Dere Kahvesi, doğal güzelliği ile ilgi çekici bir mekân. Gürül gürül akan deresi ve yemyeşil atmosferi ile Tirelilerin Hıdırellez kutlamaları için tercih ettiği bir mesire yeri. Burada yer alan ve 13 yüzyılda inşa edilen Şemsimescit ve bu mescidin altında bulunan Ayazma (kutsal su) ile Tire’nin dinler arası birlikteliğin sembolü olarak da ilgi çekiyor.

Kaplan Köyü

Son durağımız yenilebilir otlar açısından âdeta bir cennet olan Kaplanlar Köyü, dünyanın en sağlıklı mutfaklarından birine ev sahipliği yapıyor. Masamızı donatan kahrat ekmeği, çamur peyniri, bölgenin saf zeytinyağı, hafifliğiyle şaşırtan lor tatlısı, lalengi ve meşhur Tire köftesi, âdeta doğanın cömertliğinin birer kanıtıydı. Şef Lütfi Çakır ve şef Deniz Çakır’ın Kaplan Dağ’ın o eşsiz atmosferinde hazırladığı özel yemekler sunuluyor.

Kaplan Köyü'nün amblemi bu topraklarda fotokapana yakalanmış nesli tükendiği sanılan Anadolu Parsı’ndan geliyor. Güme Dağları’ndaki yaban hayatı koruma çabaları, Efeler Yolu’nun sadece kültürel değil, aynı zamanda ne kadar önemli bir ekolojik miras olduğunu da gösteriyor.

Bir doğa ve kültür destanı

Efeler Yolu; 513 kilometrelik, 27 ana ve 1 alternatif etaptan oluşan, orta-zor ve zor seviyelerde gerçek bir meydan okuma sunan bir kültür rotası. Kırmızı-beyaz işaretler ana etapları, kırmızı-sarı işaretler ise alternatif rotayı gösteriyor. Prof. Dr. Özgür Özkaya’nın da belirttiği gibi, bu rotayı dünyadaki benzerlerinden ayıran en önemli özellik, her etabın bir köyde sonlanması. Bu sayede yürüyüşçüler, dağda konaklamak yerine köylerin sıcak atmosferine karışıyor, yerel halkla bütünleşiyor. Pasaport ve mühür sistemi ise bu yolculuğu kişisel bir başarı hikâyesine dönüştürüyor.

Efeler Yolu’nun uluslararası alandaki başarıları da takdire şayan. Green Destinations “Top 100 Stories” listesine girmesi, Lonely Planet gibi bir rehberde yer alması ve 2025 itibarıyla Avrupa Konseyi Kültür Rotaları ağına kabul edilmesi, onun evrensel değerini kanıtlıyor.

Efeler Yolu, kırmızı-beyaz işaretleriyle sadece dağları değil, geçmişi geleceğe bağlıyor. Bu yolda yürümek, toprağın hafızasını adımlamak ve o büyük destanın bir parçası olmak demek. O fısıltıyı duymak için bir sonraki adımı atma sırası şimdi sizde.

 

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
Yaşam Keyfi