Eğitim politikalarında nitelik mi nicelik mi önce geliyor?

ELİF ALTINDAĞ ŞENSES
ELİF ALTINDAĞ ŞENSES [email protected]

Türkiye’de eğitim, uzun yıllardır sadece bireylerin değil, toplumun genel refahı ve ülkenin kalkınması açısından da kritik bir alan olarak ele alınıyor. Nüfusun yaklaşık üçte birini doğrudan etkileyen bu sistem, aynı zamanda sosyal mobilitenin en önemli aracı. Ancak 2025 itibarıyla eğitim politikaları hâlâ çok temel bir tartışma etrafında dönüyor: Nicelik mi, nitelik mi? Son yıllarda okul sayıları, üniversite kontenjanları, öğrenci kayıt oranları gibi sayısal veriler üzerinden başarı öyküsü anlatılsa da, eğitimde kalite, fırsat eşitliği ve çağın ihtiyaçlarına uyum konularında ciddi açıklar olduğu görülüyor.

2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de eğitim altyapısında büyük bir genişleme yaşandı. 2024 sonu itibarıyla 209 üniversite faaliyette, zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmış durumda ve okul öncesi okullaşma oranı %70’e yaklaşmış halde. Ancak aynı dönemde yapılan merkezi sınavlar, PISA ve TIMSS gibi uluslararası başarı ölçümleri, Türkiye’nin öğrencilerinin okuduğunu anlama, problem çözme ve bilimsel düşünme alanlarında hâlâ OECD ortalamasının altında kaldığını gösteriyor.

Üstelik eğitim sistemi sürekli değişen sınav modelleri, müfredat tartışmaları ve yönetimsel düzenlemeler nedeniyle istikrar sorunu yaşıyor. Son 20 yılda hem lise hem de üniversiteye giriş sistemlerinde en az 10 büyük değişiklik yapıldı. Bu durum öğrencilerde belirsizlik, velilerde güvensizlik, öğretmenlerde ise motivasyon kaybı yaratıyor. Eğitimde başarı artık sadece bireysel değil, sistemsel olarak da zora giriyor.

Öğretmen politikaları da eğitim kalitesinde belirleyici bir rol oynuyor. Türkiye’de 2025 yılı itibarıyla 1 milyonun üzerinde öğretmen görev yapıyor; ancak bu kitlenin önemli bir bölümü sözleşmeli ya da ücretli öğretmen statüsünde. Kadrolu öğretmen atamaları hem sınırlı hem de politik etkilerle şekillenebiliyor. Öğretmen eğitimi ve hizmet içi gelişim konusunda da ciddi eksiklikler var. Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi düzenlemeler hâlâ beklenen etkiyi yaratmış değil.

Eğitimde bölgesel ve sosyoekonomik eşitsizlikler, sistemin başka bir zayıf halkasını oluşturuyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hâlâ çok sayıda taşımalı eğitim uygulaması yapılırken, büyük şehirlerdeki özel okul oranı ve dershane benzeri yapılar artıyor. Bu durum, gelir düzeyi düşük ailelerin çocuklarını kaliteli eğitime ulaştırmakta zorlanmasına neden oluyor. Eğitim bir fırsat eşitliği aracı olması gerekirken, eşitsizlik üreten bir yapıya dönüşebiliyor.

Üniversite eğitimi tarafında ise kontenjan artışları nitelik sorunlarını da beraberinde getirmiş durumda. Mezun sayısı artarken, işsizlik oranları da yükseliyor. 2025 yılı itibarıyla üniversite mezunu genç işsiz oranı %28’e ulaşmış durumda. Bu, üniversitelerin iş gücü piyasasıyla yeterince entegre olmadığını, mezunların donanımının ihtiyaçlara karşılık vermediğini gösteriyor. Mühendislik, sosyal bilimler, eğitim ve sağlık alanlarında mezun fazlalığı yaşanırken; nitelikli ara eleman ihtiyacı hâlâ karşılanamıyor.

Bütün bu tabloya rağmen eğitimde umut veren gelişmeler de var. STEM (fen, teknoloji, mühendislik ve matematik) odaklı programlar, yapay zekâ destekli öğrenme teknolojileri, mesleki eğitim merkezleri ve açık lise uygulamalarında bazı ilerlemeler kaydedildi. Ancak bu uygulamaların sistematik hâle gelmesi, sadece pilot projelerle değil, ülke geneline yayılacak nitelikli reformlarla mümkün olabilir.

Eğitimde nitelik arayışı, aynı zamanda toplumsal uzlaşma, planlama ve istikrar arayışıdır. Eğitim politikaları, kısa vadeli değil; nesiller arası bir bakış açısıyla ele alınmalı. Türkiye'nin genç nüfusu, sahip olduğu en büyük sermayelerden biri. Bu sermayeyi bilgiye, yetkinliğe ve yenilikçiliğe dönüştürecek olan ise nitelikli, erişilebilir ve adil bir eğitim sistemi olacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar