İstanbul, sanatseverler için adeta bir cennet!

Elif Altındağ Şenses
Elif Altındağ Şenses elifa@nb.com.tr

İstanbul, sanatseverler için adeta bir cennet haline gelmiş durumda. Bir gün içinde birden fazla sergiye katılmak, şehri sanatla keşfetmek mümkün. Son zamanlarda Beyoğlu’ndaki Casa Botter’de Selma Gürbüz’ün solo sergisi ile Fransız Enstitüsü’ndeki Selçuk Demirel sergileri, bir gün sonra ise Arter’deki Ömer Koç koleksiyonundan ‘Farz Et Ki Yoksun’ sergisi, ve Piyalepaşa’daki artSümer’deki Canan’ın ‘Vuslat’ sergisi, bu sanat ortamının ne kadar canlı olduğunu gösteriyor. Her iki sanatçı da mitolojiden beslenen eserleriyle izleyiciyi büyülüyor.

Canan’ın ‘Vuslat’ sergisine adım attığınızda, ilk hissettiğiniz şey cennetin kapılarını araladığınız duygusu. Işıltılı bir tavus kuşu, bir Noel ağacını andıran parlak yapraklarla süslü bir ağaç ve masalsı bir yaratık sizi karşılıyor. Serginin her köşesinde, arka planda bir masal anlatıcısının sesiyle sarılı bir atmosfer var. Canan, bu sergisinde insanın en derin arzularına ulaşmasını anlatıyor. Serginin teması, İslam mitolojisindeki ‘Şehretü’n nar’ figürüne dayanıyor. Canan, bu mitolojik varlığı yarı insan, yarı hayvan bir yaratık olarak tasvir ediyor ve onu minyatür teknikleriyle üç boyutlu bir esere dönüştürüyor. Sanatçı, eserlerinde insanın arzuladığı her şeyin bu dünyaya ait olduğunu vurguluyor ve bu mesajı izleyiciye özgür bir şekilde sunuyor.

Canan’ın eserlerinde doğa ve geleneksel malzemelerin etkisi de gözlemleniyor. Serginin bir diğer dikkat çekici parçası, kaligrafik bir heykel olan ve üzerine “Her Hasretin Bir Vuslatı Vardır” yazılmış eseri. Bu heykel, mutluluğu ve kavuşmayı simgeliyor ve İslam mitolojisindeki Burak figüründen esinlenmiş. Canan, eserlerinde parıltılı payetler, boncuklar gibi detaylarla da doğu kültürünün etkisini yansıtıyor. Sanatçı, her bir malzemeyi bir anlam yükleyerek kullanıyor ve izleyiciyi kendi hayal dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor.

Selma Gürbüz, Casa Botter’deki solo sergisinde, uzun bir sanat yolculuğunun izlerini taşıyor. 1980’lerin sonlarından günümüze kadar uzanan bir zaman dilimini kapsayan sergi, sanatçının çizimle başladığı yolculuğunun nasıl bir evrim geçirdiğini gösteriyor. Gürbüz, eserlerinde masal anlatma tutkusunu her zaman ön planda tutmuş bir sanatçı. Her işinde bir hikaye, bir anlatı arayan Gürbüz, Op Art’tan esinlenen illüzyonlar ve kadın figürleriyle tanınıyor. Eserlerinde kullandığı kadın figürleri, onun sanatsal bakış açısının en önemli unsurlarından biri. Gürbüz, masalları sadece anlatmakla kalmaz, aynı zamanda onları görselleştirir. La Fontaine gibi klasik masalların ötesinde, daha derin, kültürel ve mitolojik bir dil kullanır.

Gürbüz’ün sanatında en çok öne çıkan temalar doğa, kadın ve canlılardır. Sanatçı, defterlerine yaptığı çizimlerle, her bir eserinin temellerini atmış ve zamanla bu çizimleri büyük eserlere dönüştürmüştür. Çalıkoğlu, Gürbüz’ün sanatını değerlendirirken, onun masal anlatma sevgisinin her zaman eserlerinde kendini gösterdiğini belirtiyor. Gürbüz, masalın gücünden faydalanarak, izleyiciyi derin bir hayal dünyasına davet eder.

Canan ve Selma Gürbüz’ün sanatında ortak bir nokta bulunuyor: her ikisi de masallardan besleniyor. Her iki sanatçı da, masalsı bir dil aracılığıyla izleyiciye duygusal bir yolculuk sunuyor. Canan, insanın arzu ettiği cenneti ve mutluluğu, doğu kültüründen aldığı ilhamla işlerken, Selma Gürbüz ise masalların derinliğini ve mistisizmini eserlerine yansıtıyor. Her iki sanatçı da kendi kültürlerinden besleniyor, ancak eserlerinin evrensel bir dil taşıdığı kesin. Masallar, her kültürde var olan ve insanların ortak duygularına hitap eden bir anlatı biçimidir. Bu da Canan ve Selma Gürbüz’ün sanatını zamansız ve evrensel kılar.

Her iki sanatçının eserleri, izleyiciyi bir masal dünyasında gezdiriyor ve onları hem görsel hem de duygusal olarak etkiliyor. Bu sergiler, sadece birer sanat gösterisi değil, aynı zamanda izleyiciye birer hikaye anlatma fırsatı sunuyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar